Saigon'da yağmur ...
Sabah kalktığımda yağmurun kesilmiş olduğunu görüp seviniyorum. Muson mevsiminin ortasındayız, hava her an fikir değiştirebilir ama gene de ortalığı biraz aydınlık görmek güzel. Giyinirken televizyona bakıyor ve sel uyarılarının aynen devam ettiğini görüyorum. Şehir merkezi diğer bölgelere göre bir-iki metre daha yüksek olduğundan sel ile (şimdilik) uğraşmıyoruz ama bu güvende olduğumuzu da göstermez.
T-Shirt, Kargo şort ve parmak arası terlik ile (neredeyse resmi giyim) odadan çıkıyorum. Karnım aç yahu... plastik şişe'de satılan taze mango suyu alıp seyyar kebapçının tezgahına oturuyorum. Ne istersin diyor bana ... aslında öyle demiyor ... XODNSJBSUSUAKSNOJAIKSAMAL? diyor ama durum belli ... hemen tarzanca anlaşıyoruz.
kısa bir kararsızlık sonrasında yılan bağırsaklarını pas geçip tütsülenmiş soslu kirpi istiyorum. Biraz Lemon Grass ve azıcık da sos ile yumuluyorum kirpi'ye. Bir rahip katılıyor bana, o da kirpi istiyor ... seyyar satıcı'ya "onun yemeği benden" diyorum, rahip eğilip teşekkür selamı veriyor, eğilip selamını alıyorum. Kirpi'leri sömürdükten sonra bir cigara yakıyorum kendime.
G.Doğu asya'lılar birbirlerinin başlarının tepesine, enselerine dokunmaz ... vücutların o bölgeleri yarı-kutsal sayılır, ama rahip'ler için bu geçerli değil. Yemek arkadaşım elini kafama koyup beni kutsuyor. Ben de ona teşekkür ediyorum. Aslında zor iş rahiplik ... evlenemiyor, mal - mülk saibi olamıyorlar. Halkın ruhsal ihtiyaçlarını gidermek gibi bir görevleri var ama bunun karşılığında para alamıyor, bütçe'den ödenek tahsisinden falan da yararlanamıyorlar. Halk onlara bakıyor, doyuruyor, hastalandıklarında yardımcı oluyor ve saygı gösteriyor ama o kadar.
İsterlerse tapınaklarda da yaşayabilirler ama "gezgin" rahipler daha çok saygı görüyor, hayatın zorlukları ile daha fazla karşılaşıyorlar.
Kahvaltımı paylaştığım rahip o gezginlerden biri ... dua tesbihi ve içinden yemek yediği tahta kap bile onun değil. Üzerindeki giysi parçası ve eskimiş sandaletleri de. Yolun köşesindeki seyyar berber onu duvarın dibine koyduğu iskemleye davet ediyor ... cigaramı içerken elinde termos ile dolaşan kave satıcısından sert ama güzel bir fincan kave alıp elimle berber ve rahibi işaret ediyorum ... "Onlara da ver!" kave ellerine tutuşturulduğunda başlarını eğip teşekkür ediyorlar.
Berber rahibin kafasını sabunlamış, onu ustalıkla traş ediyor ... hafif sesle de konuşuyorlar. Viet bilmiyorum, yani ne konuştukları hakkında pek fikrim yok ama ikisi de neşeli, o kadarını söyleyebilirim. Bi cigara daha yakıyorum, seyyar satıcıya azıcık dong atıp başlıyorum yoldan aşağı yürümeye. Saigon'un ya da yeni adı ile Ho Chi Minh'in en c00L mekanlarından biri olan Meka'nın kapalı kapısının önünde motorlu kuryeler kağıt oynuyor, etrafta onyüzbinmilyon dandik motorsiklet deli bir kareografi ile akıyor ... kendi kendime soruyorum, neden bunlar kaza yapıp ölmüyor be?
Hava sıcak, yağmur yağmıyor (henüz) ama kapatıyor ... döktürecek, belli. Kendime şeffaf plastikten bir yağmurluk alıyorum ... seyyar satıcı bana nedense pilli / ışıklı minnie mause taç/kurdelası satmaya çalışıyor ama pas geçme hakkımı kullanıyorum.
...sonra yağmur başlıyor. İstanbulun nazlı damlaları gibi değil resmen sayko bunlar. İntihar eden kaz misali çTONK diye yere vuruyor ve bin parça'ya dağılıyorlar. Kısa zamanda bütün dükkanlar, tenteler ve bina girişleri felan doluyor. Kimi motorlular "ölüm dediğin ne ki?" havasında hala bir yerlere gitmeye çalışıyor olsa da iki dakikada caddeler kendilerini nehir zannetmeye başlıyor.
Bi fransız café'sine kapağı atıp kendime buzlu su ve kahve sipariş ediyorum. Kısa zamanda mekan doluyor ve masamı güzel sanatlar'da okuyan bir grup talebe ile paylaşıyorum. Onlar ellerindeki plastik poşetten karides ikram ediyor, ben de kave söylüyorum (hepimize) ...yağmur manyağa bağlamış, sokağı resmen hallaç gibi atıyor. Saigon'a kuzey'den gelmiş olan yeni arkadaşım "Bu ne ki? Yağmur mu?" diye dışarıdaki doğa felaketini küçümsüyor, dediğine göre delta'da yağan yağmur kimi zaman öyle şiddetli olurmuş ki kuşlar bile yüzme öğrenmek zorunda kalırmış.
...sahne gözümde canlanıyor, başlıyorum gülmeye. cafe'nin tentesinin altına kaçmış seyyar satıcıya bizi parmağımla işaret edip "banh mi!" diye sesleniyorum. Eleman o çok lezzetli viet sandviçlerini tepeleme dolduruyor ve kağıda sarıp bize veriyor ... kaç para? öküz kadar sandviçlerin 5 tanesi için ona dört dolar ödüyorum ...
Hayat bir başka akıyor etrafımda, beyinler farklı çalışıyor ... endişeler veya hayaller bizimkiler ile yakından - uzaktan alakalı değil ... kendi kendime mırıldanıyorum.
- Ya biz bir yerlerde büyük hatalar yapıyoruz, ya da bunlar. Birimizin fena halde s****tığı kesin, ama kim?
4 Yorum
Recommended Comments
Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın
Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor
Hesap oluştur
Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.
Hesap OluşturGiriş yap
Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.
Giriş Yap