Beyoğlu Akşamı
Tarlabaşından topuklayıp sağa dalıyor ve köşe başındaki metruk binanın kapı ağzına sotalanmış çingene ablaları şık bir bel hareketi ile atlatıyorum, sattıkları hapların aynı zamanda tüketicisi olan bu güruh ile uğraşacak halim yok ... dar sokağı geçip nevizade'nin girişine sırtımı dönerek binalar arasındaki geçide atıyorum kendimi.
... tayfa Sinepop'un köşesinde takılıyor. Berber'e selam sallayıp geçiyorum. Arkamdan sesleniyor ...
- Gel de bi ustura atayım kafana.
- Karnım aç, dönüşte uğrarım ... söz.
Dövmecinin BlackSea Tatoo yazan tabelasının altından geçip Yunus'a sesleniyorum...
- Yemeğe gidelim mi?
Yunus oğlanın birinin yan tarafına tribal yapıyor. Gözlerini kısıp işin akışına bakıyor ve başını sallıyor.
- Yarım saat...
- Taam
Kapının önüne çıkıp bir cigara yakıyorum, Yunus dükkanın kokmasına uyuz oluyor, o yüzden içeride cigara içmiyoruz. Kapı ağzına iki kız katalogtan desen bakıyor, yunus'un çömezi de "ben bu b***an anlarım havasında onlara mevzuyu açıklıyor.
- Bira isteyen var mı?
İstiyorlarmış, Son Durak'a (Bar) dalıp üç tane Efes Dark kapıyorum. Kapı ağzındaki güruh "Sinemaya gidelim mi?" havasında ... ne sineması be? Hiç gidip karanlık bir salonda saatlerce oturasım yok valla.
- Siz uzayın abi, zaten karnım aç.
Bira leşini çöp tenekesine atıp bacaklarımı biraz açmak için Emek'e doğru yürüyor, köşe başında dikilip akan kalabalığa bakıyorum. Çok geçmeden Yunus dikiliyor tepemde.
- Nereye gidelim?
- Üçüncü?
- Olur.
Caddeye çıkıp az ilerledikten sonra ara sokağa dalıp ilk sağa giriyor ve üçüncü mevki'nin eşiğini aşıyoruz. Boş masa'ya oturup menü'ye bakıyorum ... menü her zamanki gibi A4 kağıda elle yazılmış ve poşet dosyaya konmuş.
- Ben meksika patatesi ve pilav takılıcam ... sen?
- Aynen, ama sütlaç'ta isterim.
Masadaki kağıt parçasına siparişi yazıp merdivenlerden aşağıya, mutfağa iniyorum.
- İki meksika, iki pilav, bir de sütlaç.
- İçecek?
- Kola
- Tamam
Yukarı çıkıp Yunus'un yanına oturuyorum, boynundaki mavi kumtaşı kolye ile oynuyor, Mısır'dan almıştım onu.
- Dükkanı ana caddeye taşımak istiyorum ama böyle kocaman bir değişiklik yapmak fikrine de uyuz oluyorum.
- Yavaşça taşı o zaman. Yeni dükkanı aç, acele etmeden taşın. Altı ay, bir sene iki tarafı da açık tut, hem müşterilerin alışır .... hem de sen ... sonra da komple yeni dükkana geçersin.
Mantıklı fikir, bunu o da biliyor. Başını sallıyor.
- Asansör geldi
Kalkıp küçük yemek asansöründen tabaklarımızı alıyoruz. Ekmek dandik, sepeti kapıp aşağı iniyor, biraz taze ekmek kesip geri geliyorum. Kıymalı patates yemeği leziz, baharatın azıcık b*ku çıkmış sanki ama kayıntı güzel abicim.
- Kalkalım mı?
Olurmuş ... yeniden mutfağa inip hesabı ödüyorum, Yunus'a başımla "hadi" çekip atıyorum kendimi sokağa.
- Akşam Nazan'lara gidelim mi?
Nazan ortak arkadaş, reklamcı.
- Ne yapıcaz ki?
- Monopol oynarız ...ne bileyim ya.
Dükkana geri dönerken telefon açıyoruz, dert değilmiş ama yemek falan yapamazmış. Taam diyoruz, gelirken -iğrenç- alırız (bkn.ıslak hamburger) yemek derdi hallolur, taammış, uyarmış. Fight Club'un editör edition'unu almış, kesilmiş sahneler felan da varmış içinde. Monopol fikrinden daha iyi tabi ki ... oKKe diyorum kendi kendime, akşama ne yapıcam derdinden de kurtuldum.
Yunus dükkana öner dönmez koltukta onu bekleyen kıza girişiyor. Bende kendimi berbere atıyorum. Saç - Sakal ustura ve sıcak havlu ile kompres. Bir saat kadar sonra bilardo topu kadar parlak ve pürüzsüz olarak son durak'ta bir masaya konuyorum. Mekan dolu o yüzden masamı mahallenin torbacısı Engin ile paylaşıyorum.
- İşler nasıl gidiyo?
Omzunu silkiyor, Engin'in işi polis onu paketlemeye karar vermezse asla kötü gitmez ki ... arada kalkıp kaş - göz ederek müşterilerini aşağı sokaktaki yangın yerinden bozma otopark'a çağırıp hızlı bir al-ver çekiyor, sonra da masaya ... birasına geri dönüyor.
- Yurtdışında da böyle mi bizim işler?
Bir an düşünüp başımı sallayorum.
- Aşağı yukarı .. evet.
- Yani atlayıp bir yere gitsem yabancılık çekmem
- Yok, çekmezsin ... hayırdır? Dünya'ya mı açılıyorsun?
Sırıtıyor
- Franchaise veririm belki ...
Bunu nereden öğrendiği konusunu hiç açmıyorum bile ... caddede insan nehri akıyor ama bir arka sokakta yaşam çok farklı. Etrafı kentin karmaşası ile çevrili bir adada gibiyiz ...durum az ötede süren şehir karmaşası ile o kadar alakasız, kopuk.
Kepenk sesi geliyor, bakıyorum Yunus dükkanı kapatıyor.
- Sekelim mi?
- Taam.
- Ben kaçar, kolay gelsin sana ... diyorum ailemizin torbacısına
- Eyvallah.
Dar sokağı aşıp caddenin kıyısında duraklıyoruz. İçimden denize atlar gibi nefesimi tutmak geliyor, ama sonra vaz geçiyorum.
- Hadi abi
- Tekel'e de uğramayı unutmayalım.
Bir adım atıyor ve kalabalığa karışıyoruz ... Dükkanlar ve ofisler kapanırken Beyoğlu ufaktan -gece- moduna geçiyor. Takım elbiseliler çekilirken onların boşluğunu seyyarlar, berduşlar, nohut pilavcılar, polisler, taksiciler, dönmeler, kevaşeler, pezo'lar, köyden yeni gelmiş andavallar, varoştan kopmuş elemanlar, bela arayanlar, eğlence kovalayanlar, one-night-stand tayfası ve gösteririm ama vermem diyen plaza sürpüntüsü, gündüz fotokopi makinesi tamir eden klavyeci ve daha yeni uyanmış dümbelekçi ... pavyonda işbaşı yapmaya giden kons. abla ve onun sabaha kadar bakıcıda kalacak veledi dolduruyor. Güneş geri gelip aksini söyleyene ve çöpçüler etrafa girişene kadar ortam bin türlü musibet ve onyüzbinmilyon tür insan evladı ile dolup taşacak. Yunus'a sesleniyorum.
- Seviyorum lan bu ortamı
Sırıtıyor
- Sevilmese çekilmez ki...
Haklı ... sevilmese çekilmez ki ...
0 Yorum
Recommended Comments
Gösterilecek yorum yok.
Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın
Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor
Hesap oluştur
Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.
Hesap OluşturGiriş yap
Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.
Giriş Yap