2019 Temmuz ve 2023 Mart arası tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeniden kayıt yapınız
×
Liderlik Tablosu
Popüler İçerikler
18-11-2015 tarihinde, tüm alanlarda en yüksek itibara sahip içerik gösteriliyor
-
Sync Connect üzerinde konuşuyoruz ... Ben - işte şöyle,böyle felan-feşmekan da varmış. Satış Müdürü - Aa ... iyiymiş, ben özelllikle telefonla aracı uzaktan çalıştırmayı sevdim. Ben - O da iyi tabi ama ... yani neden aracın park ettiği yeri bulmak değil de uzaktan çalıştırma? Satış Müdürü - Kontağa takılı bomba varsa patlar işte ... hani filmlerde falan olur ya? Ben - Bomba? ... neden biri senin aracına bomba koymak istesin ki? Satış Müdürü - O da var tabi ... evet! Ben - .............6 puan
-
Adamın canına can katar o ... öpülesidir yahu eskise ne fark eder? Bu defa da klasik olur ...3 puan
-
3 puan
-
ST - RS - Mustang bunlar "Niş" ürün, BMW'nin "M" serisi veya Mercedes'in "AMG" si gibi düşünmek lazım, niş ürünler eskimez her zamanda, her dönemde bir kıymetleri olur, özel bir yerleri olur, öncelikle bunu hesaba katmak lazım. ST özel bir araba kullanmadan peşin konuşmak ve markaya tapmak doğru değil. Ancak ST alacak olsam 2.0 Ecoboost tercih ederdim.3 puan
-
Çağlar çok ısrarcı gördüm seni Temel fikir olarak aynı düşünüyoruz ama konumuz bu değil. 150 bine yakın fiyat aldım dediğin araç ST ile aynı sınıf değil. ST ile aynı sınıfa sokabileceğin araba 200 kağıda yaklaşıyor, üstelik benzinli. Fabrika verilerini boşver, aradaki fark 4-5 litreye çıkar kullanıma göre. Hem BMW'yi de boşver. Bu fiyat farkı ile, bu ülkede benzinli yerine dizel alanların en az %50'sinin aslında dizele ihtiyacı yok. (Mesela ben, iki yılda 25 bin km yapmışım toplamda). Ama bu tamamen farklı bir tartışma konusu. Nasıl 60 bin euroluk 320i'ye rağmen, 90 bin euroluk 320d'de satılabiliyor ise (aradaki fark 30 bin euro = 90 bin lira = bir araba parası), 2,0 dizel ST de satılır. Şöyle ifade edeyim, 320i, focus ST müşterisini çalıyorsa; focus ST'de 320d müşterisinden çalacaktır. Tabiki otosan 1,5 ecoboost ST getirebilse Türkiyede daha çok satılır. Ama şu anda yapacak bir şey yok. Yani hiç getirmese daha mı iyi? Belki çok büyük satış rakamlarına ulaşmayacak, ama eminim ki eski 2500+ cc'lik focus ST'den çok daha fazla satacaktır.3 puan
-
Ford, Escape (Kuga) ile birlikte SYNC Connect'i tanıttı. Uyarı: Bu bilgiler şuan için Avrupa araçlarını ilgilendirmemektedir. Kullanıcılar, Ford'un akıllı telefon uygulaması ile araçlarıyla iletişim kurabilecek. Yeni Escape bu özelliği sahip dünya çapındaki ilk Ford, otomobil nerede olursa olsun uygulama aracılığıyla aracın kapılarını açıp-kapatabiliyor, yakıt seviyesini kontrol edebiliyor, motoru çalıştırabiliyor ve aracın nerede park edildiğini buluyor. SYNC Connect 5 yıl boyunca ücretsiz sunulacak. SYNC 3 ile birlikte gelebilen bu özellik belli ki dünya çapında sunulacak. Avrupa için ön görülen sync 3 zamanı 2016 yılı 2. yarısı. SYNC 2'den tamamen bağımsızdır yazılım ile güncellenemez. Detaylandırılırsa; -Kapıları açıp kapatıyor -Saat ayarı ile çalışıyor. Örneğin 8'de evden çıkacağım dediğinizde 7.50'de motoru çalıştırıyor ve iç sıcaklığı konforlu düzeye çekiyor. -Yakıt, yağ ve batarya seviyesi, lastik basıncı gibi detayları sunuyor. -Harita üzerinde aracın yerini gösteriyor. Bunlar gelecekteki iletişim sistemlerinin başlangıcı. Bakalım daha neleri yaşayıp göreceğiz. SYNC 3 detayları için tıklayınız2 puan
-
Katılmadığım bazı noktalar var 1. Hiç Borusan'a servise araba verdin mi? 2. Antalya trafiğinde yeni nesil 320i en yumuşak kullanımda 8,5L/100km yakıyor. Ben kullanınca 10L'leri kolay buluyor. Aynı tempoda 1.6EB ile 8,5L'lerde kalıyorum. Ama haklısın yıllık fark standart kullanıcı için 1500 TL dolaylarında kalır. 3. Hacim ve turbo yüksek tork ve güçlü ara hızlanmalar demek, mesela 320D 320i'ye göre performans açısından çok daha fazla tatmin ediyor. Benzin kokusunu ve yüksek devri sevmeme rağmen bunu yazmadan edemiyorum. Ayrıca 150.000+ TL'yi arabaya yatıranın 3-5.000 TL hesabında olmadığını düşünmek yanlış olmaz. Yani kararlar her zaman mantıkla verilmiyor. 1. Çok doğru, ama ikinci elde iyi gidiyor... 2. Bence çalma hemen hiç olmaz. BMW meraklısı parası yetiyorsa başka yere bakmaz, yetmiyorsa da gider ikinci elini alır. ST'yi düşünen sürüden ayrılmak isteyendir. Sıradanlığı kullanarak üstünlüğü elde etmeye çalışandır. Şaşırtmayı sevendir. Şablonlarla yaşamayan, farklıyı arayan, değişik yolları deneyendir. 3. Ford ST'yi 1.5 EB ile yaptı da Otosan mı getirmedi? Olsa olsa Focus Sport Red 1.5 EB olabilir. Onu da getiriyorlar. Yalnız bu arada fiyatlar da ilginç Almanya'da , mesela yakın donanımda Sport Red 1.5EB 182 PS 24.000, ST 28.000, RS 44.000€. Yani ben orada yaşasam hanım steyşın ST ben RS kullanıyor olurduk. Hayali güzel... Neyse konu uzar gider. Bir de tam dolu Golf GTI BMT DSG 220 PS 150.000 TL altında diye yazıp kaçayım...2 puan
-
@Hakan H. Abi zaten araştırmalarıma göre seninde dediğin gibi yüksek çıkıyormuş.Ama degerler eşit çıkıyorsa problem yapma dediler.Yarın gidiyorum satış için.Daha öncesinde iyi bir kaportacıya göstereceğim.Hayırlısı artık diyorum Abi özellikle 2012-2013 lerde bu durumla çok karşılaşılıyormuş2 puan
-
Başlık gayet açık... Ülkeyi terketmeyi ciddi ciddi düşünüyorum.. Gelmek isteyen varsa beraber terkedelim.. Bi iş yaparız herhalde.. Marketlerde poşetlere yardım eder, benzincide pompacılıkla başlar bi şekilde Allah rızkımızı verir diye düşünüyorum.. Adilikten, pislikten, kuyu kazılmasından, dedikodudan, hoşgörüsüzlükten, mankafalılıktan, dar görüşlülükten, at gözlüklerinden, sabana koşulmuş iki ayaklı öküzlerden, düzensizlikten, ayrımcılıktan, etiketçilikten, ham sofusundan, din karşıtından, her tür faşistinden, liberalinden, sosyalistinden, komünistinden, narsistinden ve bilcümle kubur faresinden bıktım usandım. Kimisi sever kimisi sevmez ama Necip Fazıl'ı çok beğenirim.. Şu dizeleri ise harika.. Ders niteliğinde.. "Allahın on pulunu bekleye dursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa! Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz; Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz. Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç; Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç. Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan; Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan! Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde; Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!" Uzadı biraz.. neyse... Avustralya, Norveç, İsveç, Finlandiya ilk tercihlerim... Gelirseniz görüşürüz.. Not: Aman ülkemiz, canım ülkemiz, bir Türk dünyaya bedel klişeleriyle gelenleri Anti-Klişe Timi'ne havale eder bi temiz sopa çektiririm haberiniz olsun..1 puan
-
1 puan
-
50 Dakikalık bir RS hikayesi Bölüm 1 - Ken Block Raj Nair ve Ken, çok gizli fabrikasında gezintiye çıkıyor. Bölüm 2 - Dizayn ve Gelişim Süreci Almanya'da (Köln) tasarım ve çarpışma testleri. Şerife Çelebi ise araç içindeki renkler ve malzemeler hakkında bilgi veriyor. Bölüm 3 - Yollara Düşüyor Mühendisler sürüyor ve tartışıyor. Rakipleri ile kıyaslanıyor. Bölüm 4 - Pist Denemesi Belçika'daki çok gizli pistteyiz, Ken Block ve test şefi sürüyor ayrıca halka tanıtılıyor. Bölüm 5 - BUZZZ Gibi İsveç'te test edilerek performansı arttırmaya çalışıyorlar. Bölüm 6 - Güç Mücadelesi Güç ve üretim. Bölüm 7 - Dikkatli İnceleme Büyük gün, son kontroller. Üretim onayı alacak mı? Alamayacak mı? Bölüm 8 - Final1 puan
-
1 puan
-
Yetkili servise gitmemiştir ve özel servislerde işini yaptırmıştır eğer yaptırdıysa tabi1 puan
-
1 puan
-
Tam benim anlayışıma göre geliştirilmiş bir araç... Sıradanlık vurgusunu kaybetmeden farklı olabilen, Gösterişten çok işlevselliğe önem veren, Göze değil duygulara hitap eden, Yeterlilik kavramını bir kez daha tanımlayan, Hızlı kaçmak kadar yolda kalmayı da önceleyen, Her düzeyden sürücünün kullanabileceği, aceminin elinde kedi, ustanın elinde vahşi bir kaplan olabilen, Benim fiyattan bağımsız almayı düşüneceğim arabalar listesinde kolaylıkla ilk sıraya oynayan, Almak için şeytanla pazarlığa oturabileceğim bir "ikon".1 puan
-
Manuel şanzımanın yağ değişimi ile ilgili tavsiyesi olan var mı? Genelde değişim kısa sürede gerekmez dense de değişimin olumlu katkısı olur mu acaba? Arabama bakımla ilgili para harcamak hoşuma gidiyor, bi ferahlama geliyor bana da :)1 puan
-
Çok heyecanlıydı. Ama mutlu sonla bitti. Benim vallahi gözlerim doldu Adamlar bir kaç yerde itiraf ediyor. Biz bu arabayı insanlar kendini olduğundan daha iyi sürücü hissetsin diye yapıyoruz diyor. Bir sürü insan bunu bekliyor diyor ki haklı kaç tane yaparlarsa yapsınlar alanın elinde kalır.1 puan
-
1 puan
-
yok daha değil... başvurduk greencard'a ama o önümüzdeki sene belli olacak [emoji4] o zaman kimseye ses etmeden gidiciiiim özellikle doğan beye... Kurtulmak için o kadar bekleyemem. Kaçak felan git arkadaş. Biz pasaportunu gönderrik arkandan1 puan
-
1 puan
-
1 puan
-
Fiyatı ise 5.985 TL (X paket) İçinde navigasyon, 17'' jant, kör nokta olunca fiyat anormal gelmedi bana.1 puan
-
Dizellerde başta motor kontrol ünitesini çıkarıp yazılımı değiştirmeden OBD portundan ulaşamıyorsun, artık seninki de porttan güncellenir.1 puan
-
yakup zehiri veriyor inceden... bu araç zamandan bağımsız hocam, eskimez, bolbol lastik atıp devam edersiniz1 puan
-
Yoktu, yeni başladı Ford. Makyajlı Focus,C-max ve Mondeo derken sıra Kuga'ya geldi.1 puan
-
1 puan
-
Mail order ile odeme yaparsin kargoyla gonderirler. Er-ol otomotiv hem guvenilir hemde sponsorumuzdur. Ankarada bulacagin fiyatlarin daha altinda fiyat vericeklerine eminim. Sıkıntısiz gonul rahatligiyla alisveris yapabilirsiniz.1 puan
-
Benim de başıma geldi yeni. Motor takozlarına bir baktır. Bende de oluyordu. ilkin tak sonrada tarıltı yapıyordu. Aks dediler 2 takım aks değiştirdim. aynı. sonra kulakları değiştirdim. ses kesildi. motoru kucağa almışkende diğer ne varsa baktım elim değmişken şimdi araba pısır pısır gidiyo Aracın özgüveni arttı :D1 puan
-
Aha fanki Escape, bir akıllı telefon aracılığıyla kapıları açıp kapatabilecek, motorunu çalıştırabilecek ve bunları yapan ilk Ford ünvanını taşıyor olacak. Amerika için yeni Ecoboost motorlar kullanılacak ki bunlar zaten Avrupa'da mevcut motorlar. 1.5 ve 2.0 eb -Geçen ay dokunmatik ekran sunulmaya başlamıştı, motorlar yine 1 sene önce gıdıklanmıştı. Bakalım Avrupa tanıtımı ne zaman gelecek. - İlkbaharda Amerika'da satışa çıkacak olan Escape, 2016 sonunda ise Kuga ismiyle Avrupa'ya/bize gelmesi planlanıyor - SYNC 3 ve SYNC Connect ile sunulacak. - Avrupa'ya da 2016 yılında sync 3'ün sunulması bekleniyor.1 puan
-
Her şeyin ve nihai sorunun cevabı malumunuz .. 42 " https://tr.wikipedia.org/wiki/42_(say%C4%B1) " Bu hesaba göre 32'de -epeybişeyindoğrucevabı- oluyo. Epey bi kapsamlı gerçeklik yani ... hem de abuvvv! derecede..1 puan
-
Zemin özelliği, hava ısısı, ne kadar dik konumda olduğu, lastiğin aşınma oranı, kalkış şekli patinaja neden olabilecek faktörler. Arkadaşlar da belirtmiş, dik yokuşta biraz sert kalkarsanız, özellikle serin-soğuk lastik/asfaltta patinaj kaçınılmaz olabilir. TCS (tutunma kontrol sistemi) bunu denetleyerek daha rahat bir kalkış yapmanızı sağlar. Gözle fark edilir bir hava eksikliği olmadığı sürece suçlayacağım son neden hava basıncı olurdu. Normal lastik basıncı da yazıldığı üzere 2,2 Bar veya 31-32 Psi.1 puan
-
Öncelikle lütfen profilinizde yer alan araba bilgisini tamamlayınız. 215/50?/R17 diye öngördüğünüz lastiğin olması gereken basıncı normal yükte 31 psi. Pati çekme koşullarından sadece bir tanesi yüksek basınç olur diğer etkenleri değerlendirilmesi gerekir.1 puan
-
Aracınızın şöför kapı direğinde olması gereken basınç yazılı.Ayrıca lastiğinizin kış lastiği mi olduğunu ve lastiğin durumunu belirtmemişsiniz.Anladığım kadarıyla yaz lasitiği kullanıyorsunuz.Yaz lastiği kışın havaların da soğumasıyla birlikte özelliklerini kaybediyorlar.Bu sebeple kış lastiği takarak önlem alabilirsiniz.1 puan
-
Forumda sıfır ps focusu alırken çekilmiş boya değerleri vardı ama normaldi fazla değil...1 puan
-
1 puan
-
1 puan
-
1 puan
-
Hatuna alım çizilirse yenisini alırım. Oğluma da alsam mı ilerde biner1 puan
-
ORTADOĞULULAR’DAN NİÇİN NEFRET EDİYORUM? Bu başlık için çok düşündüm. Çoğu insanı kızdıracak bir başlık. Ama olsun. Yalan yazmıyorum. Dürüstüm… Herkesten önce kendime… Bir yaz sıcağında bütünleme sınavlarına hazırlanıyordum. Yanımızdaki daire boyanıyordu. İçindeki işçiler durmadan gülüyorlar, alaycı bir şekilde bağırıyorlardı. Gürültüleri yüzünden ders çalışamıyordum. Yanlarına gittim. Ortalarında bir kişi çaresiz bir şekilde bana bakıyordu. Ötekilerin hepsi ona alaycı bir şekilde gülüyordu. “ Ne oluyor burada? İki saattir gürültünüzden ders çalışamıyorum. “ dedim. Alaycı bir şekilde o adamı gösterdiler. Durumu anlamadığımı gösterir şekilde kafa salladım. “ Romanyalı “ dediler. “ Ne olmuş? “ dedim. Güldüler, “ Yabancı “ dediler. Ertesi günde aynı adamla yine dalga geçiyorlardı. Yanlarına gittim, bu sefer kızgındım. “ Adamla derdiniz nedir? Bir şeyi yanlış mı yapıyor? “ dedim. “ Yooo, Romanyalı, yabancı “ deyip gülmeye devam ettiler. Kızdım ve biraz sert sesle. “ Adam adam gibi çalışıyor, niye durmadan kafa buluyorsunuz? “ dedim. Ustabaşlarına “ Bu adam kim? Yanlış bir şey mi yapıyor? “ dedim. Ustabaşı “ Romanya dağılınca buraya gelmiş çalışmaya. Biz de iş verdik, acıdık “ dedi. Acıyıp iş verdikleri adam zaten ucuz olan inşaat sektöründe sıradan bir işçinin aldığının dörtte birini alıyordu. Üstüne üstlük bir de durmadan dalga geçiliyordu. İş bitince öteki işçiler eve gidiyor, o biraz daha fazla tek başına çalışıyordu. Bir akşam yanına gittim. Harika bir resim çizmişti duvara… 3-5 kelime İngilizcem ile harika resim çizdiğini söyleyip, nerede öğrendiğini sordum. Romanya’da bir Üniversitede resim hocasıymış. O yıllar Sovyetler Birliği’nden birçok kadın Türkiye’ye çalışmaya ya da ticaret yapmaya geliyordu. Hepiniz hatırlarsınız o kadınlara birer hayat kadını muamelesi yapılıyordu. Her birisi potansiyel orospuydu bizim insanların gözlerinde ve durmadan “ Nataşa “ diye alay ediliyorlardı. Ülkeye gelen birçok Batılı turisti gördüm, tanıdım ama onlar sadece turistti. Çalışmıyorlar, geziyorlar ve gidiyorlardı. Bir çeşit dokunulmazlıkları vardı. Ancak Romanyalılar, Ruslar ya bizimle çalışıyor ya bize çalışıyorlardı. Yollarımız değil, yaşamlarımız kesişiyordu. Okul bittikten 2 sene sonra yurtdışına gittim. Yabancılarla çalışmaya başladım. İçimde hep bir korku vardı… Kendi ülkeme çalışmaya gelen insanlara bizimkilerin yaptığı davranışlar bana da yapılacak mı? Gözlerimin önüne hep, çaresiz bakışlarla bana bakan Üniversite’de resim hocası o Romanyalı adam geliyordu. Yabancı olmak böyle bir şey miydi? Sıra bende miydi? Yurtdışına gittiğim gün ilk elden beynimde dolanan sorular bunlardı… İlk bir Türk’ün yanında çalışmaya başladım. Hemşerimdi, neredeyse tuvalette bile namaz kılacak kadar ibadete düşkündü. Bana “ İngilizce ve iş bilmiyorsun. Bunları öğrenene kadar takıl burada. Öğrenince ücretini konuşuruz “ dedi. 10 saate yakın çalışıyordum. Toplam 10 dolar veriyordu. 1 paket sigara parasıydı. O dönem saat ücreti o ülkede 10 dolar idi. 1 aydan fazla zaman geçmişti. Her işi yapar olmuştum. Ücreti konuşmak istediğim zaman sürekli hazır olmadığımı söylüyordu. Çaresiz kalmaya başlamıştım. Bir gün bir Türk arkadaşa rastladım. “ Nerede çalışıyorsun “ dedi. Söyledim. “ Adam hemşerim dedim. “ Bırak hemşeriyi. Hemen oradan çık, el altından bir iş bul ve sakın kalma. O adam ilk gelen Türkler’i alır, para vermez, aylarca kullanıp atar. Türkler’i boş ver. Yabancıların yanında çalışmaya çabala. Türkler asla hakkını vermez. Oyalarlar seni. “ dedi. Bir Batılı’nın yanında iş buldum. Ne verirse almaya razıyken ummadığım şekilde saatime 12 dolar verdi. İngilizcem yoktu. Yeni öğreniyordum. Adamlar bunu bana karşı asla kullanmadılar. Her defasında bir bebekle konuşur gibi yavaş yavaş iş bilgilerini aktarıyorlar, sabırla beni dinliyorlardı. Ortadoğu ile Batı’nın iki ayrı dünya olduğu konusunda ilk ışıklar o zaman içimde yanıp sönmeye başladı. Patronum, yerleri silmemi isterken bile büyük bir kibarlıkla bana “ Sir “ diye hitap ediyor, arkadaşları ve ailesi ile tanıştırırken “ Bu centilmen Türkiye’den yeni geldi aramıza katıldı “ diyordu. İNANIN benimle kafa buluyorlar sanıyordum YİNE İNANIN Adamların kültürü buydu ve samimiydiler. Devlet dairesine vize uzatmaya ya da bir sorun halletmeye gittiğimde memurlar “ Sorununuzu bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. “ diyorlardı. İnanamıyor, bana mı dediler acaba diye sağa sola bakıyordum. Yine içimde aynı duygu beliriyordu: “ Yok yok, ben yeni geldiğim ve fazla dil bilmediğim için bunlar kafa buluyor benimle “ Asla inanamıyordum devlet memurundan, belediye şoföründen, polisinden, patronuna kadar böyle davranışlarla karşılaştığıma… Daha sonra dil konusunu halledip, eğitimim üzerine profesyonel bir iş bulup, işte de deneyim kazandıkça statü elde etmeye başladım. Ama içimdeki korku geçmiyordu. Ya bir gün içlerinden birisi “ Yeter ama sen de kimsin, daha dün geldin boktan bir ülkeden; şimdi bize ağalık taslama “ derse ne yapacaktım? Romanyalı işçi geliyordu hep aklıma… Ancak asla böyle birşeyle karşılaşmadım, herkes işini yapıyor, farklı kimliğiyle, insani değeri ve çeşitliliğiyle saygı görüyordu.. Ortadoğulular’ı tanımaya başladım. Benden yıllar önce gelip orada yaşayanları… Bir ara Lübnanlılar’ın mahallesine taşındım. Sidney’de Lakemba denilen bir mahalle. Küçük Ortadoğu olarak bilinen bir yer. Mahalledeki Lübnanlılar’ın çoğu Lübnan iç savaşından kaçıp gelmişti. Ancak mahallede sürekli olay oluyor, polis basıyordu. Avustralya gazetelerinde o dönem birkaç ayda bir 5-10 Lübnanlı tarafından kaçırılıp tecavüz edilen 17-18 yaş civarlarında kızların haberleri yer alıyordu. Sadece tecavüz olaylarıyla değil, gasp, soygun ve öteki suçlarla da Lübnanlılar anılıyordu. İnanamıyordum olanlara. Lübnanlılar’a sorduğumda gülerek Avustralyalılar’ı gösterip “ Bunlar kafir “ diyorlardı. Maria adında bir kız çalışıyordu yanımızda. Bir gün işten acilen çıkma kararı aldı. 2 hafta önceden bildirmesi gerektiğini, yerine adam bulmak zorunda olduğumuzu söyledim. Bana “ Erkek arkadaşımdan ayrıldım “ dedi. “ Ne olmuş.. “ dedim. “ Erkek arkadaşım Lübnanlı. Acil kenti terk edeceğim. Bulurlarsa ya öldürürler, ya toplu tecavüz ederler. “ dedi. Lübnanlılar’ın bu tip olaylarını görünce çıldırma noktasına gelmiştim. Her türlü pislikleri için yaptıkları açıklama hep aynıydı : “ Bunlar kafir “ Düşünün… Kendi iç savaşınızdan kaçıp dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birisine kaçıyorsunuz. Bu ülke size bakıyor, işsizlik parası veriyor, bedava ev veriyor yaşamanız için. Bütün sosyal haklarını ve konforlarını size açıyor. Siz “ Bunlar Kafir “ diyerek hem kızlarına tecavüz ediyor, hem mallarını gasp ediyor hem de sosyal sistemlerini sömürüyorsunuz. En son sahillerdeki bikinili kızlara saldırmaya başladılar. Sebep yine aynıydı : “ Siz kafirsiniz “ Avustralya halkı artık dayanamamıştı ve hem Lübnanlılar’ın bu davranışlarına hem de kurdukları mafya organizasyonlarına karşı büyük bir ayaklanma başladı. Lanet olsun böyle adamlara diyerek mahalleden kaçtım. IŞİD’e katılan gruplar arasında Avustralya’dan gelip katılanlar dikkat çekiyordu. Kimse böyle bir katılımı beklemiyordu. BBC’de geçen çıkan bir habere göre, Avustralya’dan gelip IŞİD’e katılanların büyük çoğunluğunu Lübnanlılar oluşturuyordu. Beni hiç şaşırtmamıştı. Yaşadıkları medeni ülkelerde kavgayla, gürültüyle, avaz avaz bağırmayla hiçbir iş halledilemeyeceğinin çaresizliğini yaşıyordu Ortadoğulular… Bütün kıvranmalarının temelinde bu vardı. IŞİD’e katılmak bir çeşit özlemini duydukları kavganın, gürültünün ve birbirine acı vererek mutlu olmanın gerçekleştirilme yoluydu.. Bir çeşit Ortadoğulu için mutluluk iksiriydi, çok geç kalmış bir rüyaydı… Hava atamayacağınız, gösteriş yapamayacağınız, bağırarak, kavga ederek hüküm kuramayacağınız yaşam bir çeşit cehennemdi… Kaliteli sıradan bir insan olmak büyük bir hayat yüküydü… Yıllarca dillere dolanan “ göçmenlerin entegrasyonu “ problemi yıllarca yüzlere takılan bir maskeydi… Gittikleri yerleri, geldikleri yerlere çevirememenin acısı vardır Ortadoğulular’ın yüzlerinde… Lübnanlılar kadar olmasa da Türk mahallelerinde duyduğum, gördüğüm hikayeler çok benzerdi. Yalandan aldıkları sahte sağlık raporları ile işsizlik fonlarını, sigorta şirketlerini dolandırmak çok revaçtaydı. Birçok Türk kendisini ya hasta, ya işsiz göstererek, gizliden çalışarak devletten para yürütüyordu. Kahkahalarla birbirlerine üç kağıtçılıklarını anlatıyorlar, Türk kahvelerinde birbirlerine nasıl devlet soyulacağı konusunda akıl veriyorlardı. Sosyal kurumların önünde sahte kağıtlarla devleti dolandıran Türkler’e bakıyordum.. İçlerinde en Şeriatçısından, en Komünistine. Alevi’sinden Sünni’isine, Türk’ünden Kürt’üne hepsi vardı. İdeolojileri ve kimlikleri ne kadar farklı olursa olsun davranış kültürleri ve düşünme biçimleri hep aynıydı. Aynı işi yapıp aynı parayı alan yerlilere, Türkler’in yaptığı gibi yapmasını ve devleti dolandırıp ekstra para almasını söylediğimde çoğunun tepkisi aynıydı: “ Sistemime zarar veremem, çünkü ülkemi seviyorum. “ Ortadoğulular’a bu adamlardan aldığım cevabı söylediğimde, söyledikleri hep aynıydı. Büyük bir alaycı kahkahanın ardından: “ Bunlar aptal “ Devletini soymayan yerli halkları aptal gözüyle görüyorlardı Ortadoğulular’ın anlattığım bu özeliğinin yanında başka bir özellikleri de Güç gösterisi. Yani hava atmak. Ülkemizde bilirsiniz. Cebine 3 kuruş giren adamın ilk yaptığı şey hemen hava atmaktır. Ya bir lüks araba, ya bir telefon, onu da bulamazsa hava atacak muhakkak bir şey bulmaktır. Var olmanın dayanılmaz hafifliği hava atmaktır. Güçlü görünmektir. Kibir ve dokunulmazlık duvarları örmektir. Yükseklerde görünmektir. Sokakta tesadüfen tanıştığım ve davranışlarından giyimlerinden çıkartmadığım insanların vali, belediye başkanı, milletvekili çıkmasına çok şaşırıyordum. Hemen gözlerimin önüne Ortadoğu geliyordu. Tabi Ortadoğu’da vali, belediye başkanı, milletvekili olmak… Türkiye’de yanına bile yaklaştırılmadığımız adamlar, burada yolda yürüyen, ekmek alan, gazete alan, ayaküstü tanıdıklarıyla konuşan, benimle tanıştırılınca memnun olduklarını söyleyen insanlardı… Anlatacağım bir milyon örnek var bu anlattıklarıma paralel.. Twitter’da anlatıyorum da yeri geldiğinde… Asıl konuya döneyim tekrar… Ortadoğulular’ı yurtdışında tanıdım. Nasıl yalancı, ahlaksız, kendilerinden başka hiçkimseye saygısı olmayan, tek dertlerinin üstünlük, güç ve ego olduğunu başka ülkelerde gördüm. Türkler, Iraklılar İranlılar, Afganlılar Pakistanlılar, Lübnanlılar… Aklınıza gelen Ortadoğu’nun bütün halkları… Aynı kalıptan çıkmış gibi sahtekarlıkta,dolandırıcılıkta, riyakarlıkta muazzam hünerlerini göstermekte yarışıyorlardı. Birçoğunun bütün derdi devleti, sosyal kurumları kısaca önüne geleni soymaktı. Bir de, din adına bu soygunları yaptıklarına inanıyorlardı. Oturma haklarını almak için her türlü yalanı, palavrayı ve üç kağıdı çevirdikleri devletleri rahatladıkları ilk an soymaya başlıyorlardı. Nicin boyle yaptıklarının cevabını vermeden önce atacakları alaycı kahkaha hep hazırdı: “ Bunlar Kafir “ Bir ara ticaret yapmıştım. Hem Ortadoğulular’a hem Batılılar’a mal satıyordum. İş üzerinde ahlaklarını görme fırsatım olmuştu ve çok büyük bir deneyimdi benim için. Bir Batılı’ya mal satınca söylediği şey “ Ayın şu günü benim ödeme günümdür. İsterseniz parayı hesabınıza gönderelim, isterseniz çekinizi o gün gelin alın. “ Ortadoğulu’ya mal satınca cevap hep aynıydı : Mal satılınca parayı alırsın, “ Mal satılınca da para verilmez, bahaneler uydurulur ve hep başka günlere ertelenirdi. İsyan ederdim. Sabah akşam din diyanet satan, ahlak dersi veren adamların bütün işlerini üç kağıtçılıkla, dolandırıcılıkla, riyakarlıkla yapmalarına isyan ederdim. Durmadan Ateistler’le dalga geçip, Batılılar’a sonsuz nefret kusan adamların nefret ettikleri, dalga geçtikleri adamların binde biri kadar ahlaka ve dürüstlüğe sahip olmamaları isyan ettirirdi beni… Kanadalı bir arkadaşım vardı. Amerika’ya et ihraç ediyordu. Bir gün sohbet ediyorduk. Yeni parti canlı hayvanları ihraç etmişti. “Ödemeyi neyin üzerinden yapıyorlar? Hayvan başına mı yoksa kilo başına mı ödeme yapıyorlar?“ diye sordum. “Kilo başına.“ dedi. “Kaç kilo sattin?“ dedim. “Bilmiyorum“ dedi. Şaşırdım. “Nasıl öğreneceksin? “ dedim. “Hayvanlar Amerika’ya ulaştığında, Amerikalı alıcı hepsini teker teker tartıp bana bildiriyor. “ dedi. Şok olmuştum. Adam Amerikalı et ithal eden firmadan öğrenecekti ne kadar kilo hayvan sattığını… Dürüstlüklerinden endişe etmiyordu… Allah aşkına … Ortadoğu’da hiç böyle bir örnekle karşılasanınız var mı? Hemen bin sene öncesinden peri masalına dönmüş örnekleri vermeyin. Ortadoğu ülkelerinden sadece birisinde böyle bir örnek yaşanıyor mu? Dürüstçe cevap vermeyin ama dürüstçe bir düşünün lütfen… Türkiye’de iken Atatürk karşıtı idim. “ Muasır medeniyetler seviyesine çıkmalıyız. “ sözü ile dalga geçerdim. Ancak yurtdışına çıkıp, özellikle medeni ülkelerdeki halkları ve oradaki her türlü imkana ve rahata rağmen kendi ülkelerindeki soygun, vurgun düzenini kuran Ortadoğulular’ı görünce Atatürk’ün değerini anladım. Türkiye’deki arkadaşlarıma Atatürk’ün değerini anlattığım zaman benden duyduklarına inanamıyorlardı ve nasıl oldu da Atatürkçü oldun diyorlardı. “ Atatürkçü değilim, Atatürk’ü anladım. Daha da önemlisi sizlerin ne mal olduğunuzu anladım. “ diyordum. Sabahtan akşama kadar birbirine ahlak dersi veren Ortadoğu ülkelerine ve halklarına bakın. Tek uzman oldukları şey içlerine tesadüfen doğdukları yerel, etnik ve dini değerleri mutlak üstünlük ve yücelik olarak görüp, o kimliklerden ve inançlardan gelmeyenlere yeryüzünü zindan etmek. Dillerinden düşürmedikleri “ Hepimiz Kardeşiz “ sözü en büyük yalanları. Bu sözü söyledikten sonra arkanızı dönünce gizliden fısıldadıkları bir söz daha var: “ Hepimiz kardeşiz ama abi benim. Ben ne dersem o olur. “ Bütün hikayeleri bu cümlede özetlenmiştir. Tüm amentüleri devlet soymak, devlet soyulmazsa birbirini soymak. Ve gittikleri yerleri geldikleri yerlere benzetmek … Farklı inançtan, mezhepten, kimlikten gelenlere “kendi yüce ve üstün“ değerlerini dayatmak. Batılı bir Sosyolog arkadaşıma Batı – Doğu kıyaslaması yaparken her Ortadoğulu’nun aspirin gibi her soruna tedavi olarak söylediği sözü söyledim: “Siz bizi sömürdüğünüz için biz bu haldeyiz.“ “Hayır“ dedi. “Biz sizi sömürdüğümüz için bu halde değilsiniz. Aksine siz bu halde olduğunuz için sömürülüyorsunuz.“ Doğu toplumunu Batı’da tanıdım. Türkiye’deyken “ Kahrolsun Batı, Kahrolsun Doğu sömürüsü“ der dururdum. Ancak yaşadıkça şunu gördüm ki, Doğu’nun büyük bir “Doğulu“ sorunu var. Kaynak: suyunrengi.wordpress.com1 puan
-
abi benim sürüş takip asistanı, kör nokta uyarı sistemi ve otomatik park asistanı aldığımdan beri var.. üstelik hepsi sesli.. "yavaş sür" "sinyal verdin mi?" "ay ay ay o otobüs üstümüze çıkacaktı neredeyse" "dur yanda araba var" "gel gel gel, topla gel, şimdi biraz öne sağa doğru git, heh, şimdi dümdüz gel... arkadakiyle mesafe iyi, o da rahatça çıkar" :muha:1 puan
-
Birde şey diyeceğim, standartları kim belirliyor ? Verilen rakamlar ne derece doğru ? Üretim açıklaması varsa bizimle paylaşın lütfen.. Her marka hatta model farklı olabilir, doğru mu?1 puan
-
çok istedim fabrikadan boyasız versinler, ikinci elde araç boyanmış diye değer kaybediyor dedim ama nafile, gene boyamışlar... Bu boya salantısından halkımızın kurtulması lazım. Boyalı araçtan zarar gelmez, sağında solunda ufak tefek bereleri olup da onarılmıştan da zarar gelmez. Ha diyorsanız Otokoç'da veya nakliyede aracı vurup onarmışlar, o zaman bilgilendirilmiş olmak hakkınız. Bunun için de en önemli kriter değişken boya kalınlıklarının olması. Ancak bu bile kaza sonrası boyama anlamına gelmeyebilir. üretim sürecinde boya hataları nedeniyle yeniden boyanması nadir değil, benim eski Fusion her tarafı 300 mikrondu mesela, ona da ikinci elde takasa alırken komple boyanmış demişlerdi, bende fabrikadan boyanmış aldım maalesef dedim. Normal değerleri arkadaşlar belirtmiş, ancak anormal değerler de her zaman sakıncalı bir duruma işaret etmeyebilir.1 puan
This leaderboard is set to Istanbul/GMT+03:00
Focus Club Türkiye
Bu sitenin işleticisi, bu sitede yer alan bilgi, yazı ve makalelerin doğrudan veya dolaylı olarak kullanılmasından dolayı oluşacak zararlardan sorumlu tutulamaz. Kaynak gösterme kuralına uymak şartıyla, bu sitede yer alan yazı ve makalelerin belirli bir kısmına atıf yapılmasına, link verilmesine izin verilmektedir. Kaynak (canlı link) gösterilmeden yapılan alıntılara ise izin verilmemektedir. Sitemiz, hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.