Jump to content
2019 Temmuz ve 2023 Mart arası tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeniden kayıt yapınız ×

Kaan Yagizer

Blogger
  • Toplam İleti

    2.952
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    83

Günlük Makaleleri, Kaan Yagizer tarafından oluşturuldu

  1. Kaan Yagizer
    Arap Kerem Fenerbahçe'de pederinin yeni aldığı Merso ile dolaşıyor ... resimdeki U.S versiyon olsa da Arabın Almanya çıkışlı Merso'da kompl krom tamponlar var ve kuZu resmen ya-kı-yoooo ....

    Bize -kelek- atılalı (bkn.Paris - Dakar hikayesi...) bir aydan fazla süre geçmiş ama alınan karar gereği o süre boyunca sessiz, boynu bükük ve sakin kalmışız. İntikam alınacak ama tabi ki bunun zamanı var...

    Arabın kullandığı ve buran buram -yeni- kokan Merso işte böyle bir şey.



    Arabın babası dönemin ağır abilerinden, politikacı ve deyim yerinde ise -ensesi kalın- takımının üyesi. Ama hakkını vermek lazım, arada sırada çıkıklık yapsa da Kerem it-uğursuz değil. Bize karşı düzenlediği ve planlamasını üstlendiği o menfur -şaka- dışında aslında sevilesi bir adam.

    ...ama onun bu -sevilesi- kişilik yapısı bizim ondan intikam almamıza engel değil. (bkn.iş başka, aşk başka)

    Düşünüyoruz, düşünüyoruz ... kırmızı Merso fazlası ile dikkat çekici ... Arap'tan intikam alacağız ve bu intikam'ın konusu da Merso olacak ... işin o kısmı belli ... ama nasıl?

    Öncelikle bir göze - göz durumu söz konusu. Takıldığımız Fener - Kalamış tayfası Arap ve arkadaşlarının bizi nasıl ayara getirdiğini biliyor, hikayemiz aradan geçeni bir ay'a rağmen hala anlatılıyor ve tabi ki abartılıyor. (bir versiyonda ben altıma işemişim, bir diğer versiyonda da Bunalım camdan aşağı atlayıp ayaklarını kırmış)

    ...yani intikamımız da -epik- olmalı, bizim hamlemiz de aynı şekilde anlatılmalı. Ancak bu şekilde yediğimiz kelek gölgelenecek, bir anlamda namus temizlenecek.

    Sonra Rauf buluyor yapmamız gereken şeyi ... ben Arabın Merso'yu kaldırıp denize sürelim, batın gitsin ... akvaryum süsü olsun falan diyorum ama Rauf'un plan çok daha iyi. (bkn.elemanın kafa çalışıyo abi)

    ... Arap akşamları (neredeyse her akşam) Fenerbahçe'ye geliyor ve arabasını büfelerin oraya çekip (eskiler hatırlar ... yan yana büfeler vardı orada) bir - iki saat takılıyor. Sonra da nereye gidecekse, gidiyor.

    Rauf diyor ki ...
    - işte orada saldıracağız, büfelerin önü Arap'ın savunmasız olduğu an ve de mekan ... orada etrafı arkadaşları ile çevriliyken kelek beklemez.

    ...taam diyoruz.

    Hazırlıklar yapılıyor ve gelen ilk Cumartesi akşamı (en kalabalık akşam) plan işleme konuyor. Arap her zaman ki gibi gelip arabasını büfelerin önüne, az çaprazına yani büfelerin hemen yanındaki İETT durağının önüne geri geri park ediyor.

    ...hemen yanına bir araba geliyor. Bu arabada gürültülü müzik çalıyor ve bu da yetmezmiş gibi "OoOoO hayırlı olsun!" falan diyen bir grup mavracı (bizim suikast yancıları) Merso'nun etrafını sarıyor. Anlayacağınız Arap lafa tutuluyor, kafası karıştırılıyor.

    Sonra mavracılar başlıyor..

    - gidiyo mu bu? bi bassana ...
    - sen var ya şimdi asfalta lastiklerinle "kahramanmaraşlıabdullahwashere" yazarsın

    ... falan diyor.

    Bu da yetmezmiş gibi yanda park eden ve müzk çalan araba pati çekerek ve lastik yakarak kalkıyor. Yancılar lastik dumanı içinde veriyor gazı ...

    - bas , bas, bas

    Arap gaza geliyor, yüreğinde genç osman temposu basıyor marşa ... abanıyor gaza.

    ... millet sağa - sola kaçışıyor, Merso arka lastikleri yakıyor ... patinaj çekiyor ... çekiyor .. çekiyor ve...

    HARŞ - ŞANGIR , ŞUNGUR falan bir ses geliyor ve Merso namludan çıkan mermi edası (ve hızı ile) Çınar'a doğru uzaklaşıyor. Büfenin arkasında gülmekten geberiyoruz, intikam böyle alınır işte ...

    Yerde ... az önce Arab'ın Merso'nun durduğu noktada Komple Krom tampon (orta parça) yatıyor ... millet Kerem'i lafa tutarken tampona bağlanan çelik çekme halatı İETT durağının taşıyıcı borusunu resmen dirsek gibi bükmüş.

    ...gülmekten yerlerde yuvarlanıyoruz ... intikammm - intikammm diye nara'lar atıyor Bunalım Hakan.

    Sonra Arap geliyor ... arabadan inip yerde yatan bükük arka tamponuna, bize , etrafa , arabasına bakıyor. Gözleri boş, belli ki şaşırmış. Merso'nun arka tarafına doğru gidiyor , oradaki manzara'ya göz atıyor ve inaharghghgh gibilerden bir çığlık atıyor.

    Merso'nun arkasında içine rahatlıkla yumruğum sığacak boyutta iki tane delik açılmış ... arabanın stepne havuzu bükülmüş ve dışarı doğru uzamış.

    ...beklentimiz çelik tel'in tamponu sökmesiydi ama bağlantı ayakları fazla sağlam olduğu için tampon koparken kuZu'nun k*ç*n* resmen patlatmış. Mağara gibi iki delik var arabada ...

    Arap dizlerinin üzerine yere çöküyor ve başlıyor bağırmaya

    - Neden? Nedennnn?

    Rauf bizi dürtüyor ...

    - Karnım acıktı artiz (amerikan salatalı ve sosisli sandviç) yiyelim mi?
    - taam ... diyoruz.

    Arap dövünüyor asfaltın ortasında, etrafındaki kalabalık giderek artıyor ve biz gayet iyi biliyoruz ki gün doğduğunda aldığımız intikam ağızdan ağıza dolaşmaya başlayacak.

    ...eh, bu kutlanmaz mı?
  2. Kaan Yagizer
    ...adaşım Kaan'ın babası sigortacı, adam yurt dışına toplantıya gitmiş ... dönerken de oğluna sevdiğini bildiği Paris-Dakar rallisinin fırından yeni çıkmış official VHS'sini getirmiş.

    - Kaset geldi, annemler h.sonu bir yerlere gidecek ... bizde seyredelim mi yarışı?
    ...daha önce konuşmuşuz olayı. Yarış videosunu hasretle bekliyoruz ...
    - olur
    - ama kalabalık takılmayalım,ev acaip dağılıyor ...annem fırça atmasın.
    - tamam

    ...Kaan bir kaç kişiye, daha doğrusu iki kişiye daha haber veriyor (çaktırmadan) Bunalım Hakan, Rauf ve ben akşam Kaan'a gideceğiz ve toplam dört VHS'lik Paris - Dakar'ı seyredeceğiz.

    ...kimseyi ayıktırmıyoruz. "Akşam bilmemnereye gidelim mi?" diyene bahane uyduruyoruz ve erkenden topuklayıp (ayrı-ayrı) Kaan'ın evine akıyoruz.

    Kaan'ların ev Kalamış parkının tam karşısında, girişin üzeri ve de güzel bir mekan. Gidip salona yerleşiyoruz, salonda kocaman oyma ahşaptan acaip zevksiz ama bir o kadar da rahat (hani türk filmlerinde fabrikatörlerin evlerinde demirbaştır ;hatta altın varaklı aslan başı oymaları falan vardır o mobilyalarda ... hulusi kentmen amca puro içip onlarda oturur) TiVi'yi açıyor ve çağın son teknolojisine sahip Philips video oynatıcıya ilk VHS'yi atıyoruz.

    ...olay aşmış abi.

    Resmen ağzımızın kenarından salya akıtarak araçların hazırlanışını (ilk kaset ön hazırlıkları ve yarış takımlarını gösteriyor) seyrediyoruz. Hayaller kuruyoruz, kendimizi o araçların içinde düşlüyoruz.
    ...bildiğiniz ergen rüyaları işte.

    Sonra telefon çalıyor... önce sallamıyoruz. VHS daha ilginç, ama Kaan'ların telefonu kocaman, beyaz ve 1950'li yıllardan falan kalma aşmış bir şey. Elemanlar telefona öyle bir zil koymuşlar ki al onu arabana tak, yolları aç ... ambulans'a tak o trafiği kendisi için açsın. O derece yani.

    ...öff bee! çekiyoruz. Kaan kalkıp video'yu -pause- ediyor, gidip telefonu açıyor. Biz bekliyoruz ki Kaan yerine yerleşsin.

    Kaan telefonda ona söylenenleri bir süre dinliyor, ardından da
    - ya bi s*kt*r git be kardeşim ... diye bozuk atıp telefonu kapatıyor.

    ...yani merak etmemek elde değil.

    - hayırdır be?
    - ya boş verin, salağın teki aptal aptal konuşuyor işte...
    - ha iyi, devam mı abi?
    - devam..

    -pause* kaldırılıyor ve toz tutucular, şnorkeller, araç önü -ram-'lar dünyasına geri dönüyoruz. Çok geçmeden kaset bitiyor ... ikinci kaset'te Paris'te verilen start ve araçları Afrika'ya geçirecek ferry'e kadar Fransa geçişi var.
    - olm bunlar ne ya? aşmış adamlar .... falan muhabbeti yapıyoruz.

    Sonra gene telefon çalıyor.

    - kesin aynı manyak, olm çok acaip şeyler söylüyor bu lan ... geçin arkadan paralel'den dinleyin.

    o zamanlar evde kablosuz ağ falan yok, en baba teknoloji "75'lik kablo ile evin içine hat döşeyip ikinci telefonu bağlamak seviyesinde (bkn.cilalı taş devri) arka tarafa koşuyoruz ... telefonu aynı anda açalım diye Kaan ön taraftan bir - iki - üç çekiyor ve koordineli şekilde telefonu açıyoruz.

    ...biri konuşuyor telefonda. Sanki iki kişinin kendi arasında sürdürdüğü sohbete katılmış gibiyiz ... telefon hattının ucundaki eleman biz hattı açmadan önce konuşmaya başlamış gibi.

    len?!?

    " İşte benden, ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın "

    ...biz de başlıyoruz ona laf yetiştirmeye.
    - Ne diyon leyn sen sibob!, ağzını yırtarım leyn senin cincozzzz ... falan şeklindeyiz. Dört velet iki telefondan kazıtıyoruz elemana.

    ... karşı taraftaki eleman bizi santim sallamıyor. Sesi değişmiyor, konuşmayı kesmiyor ve harbiden garip laflar ediyor.
    Tırsıp kapatıyoruz telefonu...

    Salonda toplanıyoruz ve klasik - ne manyaklar var be abi! - geyiği çeviriyoruz. Kendi adıma konuşayım bir gözüm telefonda, koltukta oturuyorum ama o sayko gene ara mı acep? diye de aklımdan geçiryorum.

    - neyse salla, hadi devam edelim.
    - tamam

    İkinci VHS atılıyor, start hazırlıkları ... ilk bayrak ve Fransa kırsalına doğru akan birbirinden güzel araçların kaydını seyrediyoruz.

    ... telefon gene çalıyor.

    Koşturup düzen alıyoruz ... gene aynı abi.
    " Burnunu ve kulaklarını kesip düşürecekler. Ve senden arta kalan kılıçla düşecek. " falan diyor ... leyn? Ne burnu? ne kılıcı? ...

    - sen ne diyon be abi? yok mu başka işin? ... falan havasındayız artık.

    eleman aynen devam ediyor ... herif bizi santim umursamıyor be abicim.
    " Sizi kılıcın kısmeti edeceğim ve hepiniz boğazlanmak için bekleyeceksiniz "
    auwww ... ne diyor bu ya?!?

    Telefonu kapatıyoruz ama kimsede VHS seyredecek hal kalmamış.

    - karnım acıktı... diyor biri, sandviç falan yapmaya başlıyoruz ama kimsede neşe kalmamış. Oturup ekmeğimizi çiğniyoruz sessiz sedasız. Saat 11,00 falan olmuş, aslında devam etsek kasetleri bitiririz ama keyif kaçmış işte.

    ...gene telefon çalıyor.

    Ayaklarımızı sürüyerek telefona gidiyoruz. Abi gene saçma salak konuşuyor ama bizim nefes epey bir kesilmiş, ilk başta olduğu gibi abiye "Ozurukkk" felan diyemiyoruz.
    ...abi bize kazıtıyor, kazıtıyor ... ve sonra diyor ki.

    - Evin karşısındaki telefon klübesindeyim, sizi oradan arıyorum.
    ...bu defa telefonu o kapatıyor.

    Lan?!?

    hemen salona koşuyoruz. Kapının önünden bir geliş ve bir gidişlik sokak geçiyor ve sokağın karşı tarafında da sarı telefon klübesi. Onun hemen arkasında diz boyu park duvarı ve duvarın arkasında da Kalamış park'ı...

    - Orda mı lan?
    - Saniye sürmedi cama koşmam, bir yere gidemez. Oradadır kesin.... falan diyoruz.

    Burnumuzu cama yapıştırmışız, kapısı kapalı telefon klübesini seyrediyoruz. Buno'nun Conan damarı kabarıyor.

    - Ben gidip bakıcam, hala ordaysa da kafasını gözünü kırarım itin.
    - olm yapma ...falan diyoruz (yarım ağızla tabi) Hakan ayakkabılarını giyip çıkıyor dışarı, biz de camdan onu seyrediyoruz. Buno karşı kaldırıma geçiyor, bi duraksıyor sonra klübenin kapısını açıyor ... artık orada ne görüyorsa bir keskin "Ah!" çekiyor ve topuk koyup (arada kesin 100metre rekorunu kırmıştır) eve geri geliyor.

    - ne oldu lan?
    Hakan'ın yüzü bembeyaz olmuş.
    - olm var ya telefon öyle kablonun ucunda dıt-dııt diye sallanıyordu lan, herif harbiden oradaymış olm! ... diyor.
    Hassssssss!!!!

    ...bizim moraller eksi bin beşyüz ... tırsıyoruz ve bir yandan da "nereden sardık kı bu sapığı başımıza?" diyoruz.
    Telefon çalıyor (gene)

    ...abi telefonda ... gene garip şeyler söylüyor ve gene sessizce onu dinliyoruz. Sonra diyor ki ...
    - geceyi şefaat dileyerek ve tövbe ederek geçirin, sabahın ilk ışıkları ile gelip canlarınızı alacağım.
    anaaa?!?

    Kaan tutturuyor ...
    - Babamı arayalım, polisi arayalım ...
    ...ama bizim genel fikir farklı.

    - Şimdi bu adam bize kafayı taktı mı?
    - Taktı
    - Polis bunu alır, az tutar sonra salar ... dimi?
    - Evet
    - Peki bu elemanın sonradan bize harbiden yazmayacağı ne malum?
    - ...değil valla
    - Belki bizi tek tek yakalayıp boş anımızda ensemizden bıçaklayacak
    - Belki de yamyamdır ... ne belli?
    - Yani ne yapacağız?
    - Geldiğinde onu biz öldüreceğiz
    - Evet
    - Bize daha sonra dert olmayacak
    - Evet
    - Nefsi müdafa deriz ... herifi dilim dilim doğrarız
    - Evet
    - Ciğerini de yer miyiz?
    - Yok ...
    - Neden?
    - O zaman nefsi müdafa olmaz ki
    - Olmaz dimi? Peki ... sadece öldürelim öyle ise.
    - Taam

    ...ne yapacağımıza karar verdiğimiz için hazırlanmaya başlıyoruz. Kaan evin ön ve arka tarafındaki pancurları indiriyor, böylece sokak kapısı tek giriş haline dönüşüyor. Salondaki büyük oymalı koltuğu hol'e taşıyıp deviriyoruz ve o koltuğun arkasına Kaan geçiyor. Elinde babasının çiftesi ve ayağının dibinde de yedek mermiler. Onun hemen yanında Hakan ... Hakan belindeki ekmek bıçağı ve ipi sökülmüş bir buçuk metrelik zıpkın ile silahlı.

    Kapıda ise bizler yani Kaan ile Rauf ... bende et satırı var, Rauf ise büyük hindi çatalı ve kocaman bir et bıçağı ile silahlı.

    Plan şu ...

    Rauf koridorun sağ, ben de sol tarafında olacağız. Rauf yerde yatacak ve ben kapının yanında ayakta bekleyeceğim. Sapık geldiğinde kapıyı açacak ve rauf'un yanına yere yatacağım. Kaan ile Hakan divanın arkasından kalkıp tüfek ve zıpkın ile sapığa ateş açacak. Biz yerde yattığımız için mermi serpintisinden etkilenmeyeceğiz ... Kaan ateş ettiğinde kalkıp satır ve bıçak ile sapığa saldıracağız ve henüz ölmediyse onu et sote kıvamına getirene kadar keseceğiz.

    - Anlaştık mı?
    - Hee...
    - Hapse girmeyiz dimi?
    - Yok lan, yaşımız küçük ... nefsi savunma var, korktuk daldık *bn*'ye deriz.
    - Taam

    ...başlıyoruz beklemeye. Herif sabah dedi ama belki daha erken gelir hesabı sıra ile kulağımız kapıda, gözümüz kapı periskobunda bekliyoruz. Nöbeti biten diğerini kaldırıyor.

    - Şişt...şişt lan

    Nöbetçi Rauf ... saat 06,30 falan ... Rauf fısıldıyor.

    - Geliyor, otomata bastı. Ayak seslerini duyuyorum.

    Hemen pozisyon alıyoruz. Kapı koluna elimi atıp Hakan ile Kaan'a bakıyorum. Kaan çiftenin emniyetini düşürüyor, Hakan zıpkının lastiğini geriyor ve ben bekliyorum.

    ...elemanın mermer zemindeki ayak seslerini duyuyorum ... sonra da onun kapı'ya bir şeyler yaptığı, aramızdaki bir kaç santimlik kapının az ötesinde haşır-huşur eden şeyler ile uğraştığını duyuyorum.

    Bizim elemanlara bakıp elimle işaret ediyorum, kapıyı ardına kadar açıyor ve yüzü koyun yere atıyorum kendimi.

    - Ananı s*kt*m lan p*şt diye bağırıyor Hakan, Kaan ise sadece "Arghhhh" falan diye bağırıyor. Ama silah sesi gelmiyor ... azıcık başımı kaldırıyorum. Bir çift ayakkabı başımın az ötesinde, eee? Niye ateş etmedi ki bunlar?

    Yuvarlanıp duvara yapışıyor ve kapıdaki elemana bakıyorum ... adamın kolunda sepet ... sepette ise ekmek, gazete falan var. Adam elinde süt şişesi ve plastik poşet ile donup kalmış. Demek o duyduğum haşır - huşur buydu. Kapıcı sokak kapısının koluna poşet takıyordu diye geçiriyorum aklımdan. Kaan bize sesleniyor...

    - Dalmayın, bu bizim kapıcı. Rauf ....
    - Evet?
    - Kapat

    Rauf yattığı yerden uzanıp kapıya abanıyor ve sokak kapısı kapanıyor.

    - Ulan az daha harcıyorduk kapıcıyı ... ehehehe ... falan yapıyoruz.

    ...adam resmen gitti geldi ya, göçüp gitmiş atalarının elini öpüp yaşayanlar dünyasına geri geldi bile denebilir. O derece yani....

    Dakikalar sonra -çat- die bir ses geliyor ... kapıya bakıyoruz. Poşet ve süt şişesi yerde, şişe kırılmış ... yer süt içinde ama kapıcı yok, gitmiş ...

    ...biraz daha bekliyoruz ama belli ki sapık gelmeyecek. Yorgunuz zaten ... s*kt*r et diyip evlerimize dağılıyor ama önce Kaan'ın salonu topluyoruz.

    Meğer şöyle olmuş.

    ...Rauf'un manita Kaan'larda toplanıp VHS seyredeceğimizi biliyormuş (Rauf söylemiş) muhabbet edilirken o da bizim aslında ne yaptığımızı ağzından kaçırmış. Arkadaşlar da gaza gelmiş...

    - Vay! Bizi ekerler ha?

    ...intikam için böyle bir tezgah kurmuşlar. Gidip telefonu boşa sallandırmışlar, teyp'e tevrattan parçalar okuyup telefonu hoparlör'e yaklaştırıp o kaydı bize dinletmişler ve de biz telefonda inleyip ağladıkça altlarına işeyene kadar da eğlenmişler.

    Anlayacağınız pish tezgaha gelmişiz.

    Sonuç : Hafta arası başka bir evde bu defa 20 kişi seyrettik Paris - Dakar'ı ... intikam konusuna gelince, intikam alındı tabi.

    Kapıcı ne oldu derseniz? Adam Kaan'ı babasına şikayet etmiş, Peder bey'de Kaan'ı bir güzel dövmüş ... ama tabi hikayenin bu kısmı bizi ilgilendirmiyor. Öyle deil mi?

    ...peki ya sizin "intikam" ne oldu? diyen çıkacaktır ... alındı tabi ama bu başka bir hikaye.
  3. Kaan Yagizer
    ...sene iyi geçmiş, Ford bizi eşlerimiz ile birlikte "teşekkür" gezisine çıkarmaya karar vermiş. Ford ve bayi çalışanları, Setur operatörleri falan derken yaklaşık 300 kişiyiz.
    İki uçağı silme doldurduk, beleş gezi'nin verdiği overdose neşe ile yola çıktık. Otel baba, hatta fazla baba ... Excelsior otelden çok müze gibi, odalarda ağır kadife perdeler, filmlerde falan gördüğümüz kenarları sütunlu (ya da artık ona ne deniyorsa) yataklar falan.

    ...bize bir kaç alternatifli program yapmışlar. Benim de sadece ilk günüm dolu, komite toplantısı var ... Hatun'da Vatikan'ı görmek istiyor. Ona dedim ki...
    - Hacı sen Vatikan'a git, ben de komite toplantısına katılayım. Ama geri kalan programları pas geçeriz, Roma'yı sana ben gezdiririm.

    ...kırmadı beni, sadece vatikan programına katılmayı seçti ... dolu dolu üç günümüz var ve o zamanı güzel geçirmeyi kafamda planlamışım. Mesela Pantheon'a gidip oradaki resmi rehberi "tavanı niye kapatmadınız ki? Ortası delik kalmış ... paranız mı bitti?" diye ayar edicem ama daha önemlisi Pantheon'un karşısında ki Dolche Vita'da oturup Expresso içicem vs.vs.

    Her gittiğim yerde otelime veya konakladığım yere yakın mekanları şöyle bir gözden geçirir, genelde "esnaf lokantası" kıvamında bir iki "beslenme" noktası seçerim. Komite toplantısı pazarlama programının sunumu fazla uzamayınca erkenden bittiği için kendimi otelden dışarı atıp arka sokaklara ... yani Excelsior'un üzerinde bulunduğu ana cadde'den (via) uzaklara doğru başladım yürümeye.

    Bir de baktım aradığım mekanı bulmuşum ... tataaaaa

    Restore edilen bir binanın altında, daracık bir merdiven ile inilen bodrum kat ve onun da altında ki mahzen denebilecek salon tam da aradığım şey. Bu Ristoranté aile işletmecisi ... baba şef garson, anne kasaya bakıyor, oğlan çocuk ve iki kuzen yemek yaparken kız kardeş ve yeğen servis ile ilgileniyor.
    ...kapıdan girdim ki anne ile kızı kavga ediyor ama yemek servisi aksamıyor ve tümü italyan olan müşteriler durumu sallamıyor.

    Kadın ingilizce bilmiyor ama kocasında biraz hayat var. Akşam için iki kişilik yer ayırtıp çıktım dışarı... acele etmeden otele döndüm, bu arada mezeci/soğukçu arıyorum ... neden derseniz parmesan'ı çok severim ve hazır gelmişken biraz alayım diyorum.
    ..buldum da, vakumlanmış paketlerde 7-8 parça parmesan ile italyanların evde yemek yerken tükettiği "masa şaraplarından" iki tane aldım, otele mutlu mesut döndüm.

    Masa şarabını almışım, parmesan tamam ... mekanı da bulmuşum ... ohhh yani.

    Akşam üzeri hatun geldi, yorulmuş biraz ... Vatikan'ı da sevmemiş (aynen) akşam için nehir kenarında yemek programı var ama ben ısrar edince o gün bulduğum aile lokantasına giyme fikrime O.K verdi.
    ...millet otobüslere doluşup nehir kenarına giderken biz üzerimizde rahat kıyafetler ile çıkıp -özel- mekanımıza doğru yola koyulmuştuk bile.

    ...restoran tam tahmin ettiğim gibiydi. Bir sayfadan oluşan menü ... üç - dört çeşit pizza, iki - üç çeşit pasta ... iki çeşit tatlı ve açık şarap.

    Ortam temiz ama şaşalı değil, arka planda sicilya müzikleri (mandolin) çalıyor ve aile kavga halinde ... çat - pat italyancamla kavgayı takip etmeye çalışıyorum. Siparişimizi alan kız benim lasagnia talebimi iletiyor ama "bu defa düzgün pişir" diye de ekliyor. ocağın başındaki kuzen'de ona "sen iyi yemekten ne anlarsın ki.." diye cevap veriyor anne onlardan bir ton fazla bağırıp "gürültü yapmayın saygısızlar" diyor, baba o karmaşada sesini biraz yükseltip (başka nasıl duyuracak ki?) calzone söyleyince kız - anne ve kuzen ona "sağırmıyız biz? neden bağırıyorsun?" diye geri bağırıyor.

    ...ama yemekler muh-te-şem ... açık şarap hafif biberli gibi ancak yemek ile çok güzel gidiyor. Çok geçmeden hatun itiraf ediyor.
    - mekan dandik ya, yemekler de boktan olur sanıyordum ama yok abicim, nefis hepsi.

    Otele dönerken biraz yolu uzatıyoruz, tepeleme dolmuşuz ya ... diğer türlü uyku tutmayacak, belki biraz yürümek iyi gelir diyoruz.

    Başlıyor günlerimiz böyle geçmeye ... sabah kahvaltı edip çıkıyoruz dışarı. Programa falan takılmadan geziyoruz, akşam üzeri de otele dönüp biraz dinlendikten sonra bizimkilere (artık işletmeci aileye böyle diyoruz) gidip masamıza oturuyoruz.

    Seyahatin dördüncü akşamında "gala" yemeği var. Rahmi Bey Roma'nın en güzel mekanlarından bir tanesini bizler için kapatmış. Villa Milani denen bu işletme sadece güzel yemek değil, aynı zamanda da tüm şehrin panaromik manzarasını sunuyor.

    http://www.tripadvisor.com.tr/Restaurant_Review-g187791-d4504580-Reviews-Villa_Miani-Rome_Lazio.html

    ...diğerlerinden sıyırdık ama gala yemeğine de gitmemek olmaz.

    Cicilerimizi giyip otobüse biniyor ve altı - yedi otobüslük kafile halinde yola çıkıyoruz. Mekan'ın manzarası gerçekten enfes, kış olmasına rağmen şansımıza hava açık ve söz verildiği gibi roma ayaklarımızın altında serilmiş.

    ...masalara dönüp yerleşiyor ve menü'ye bakıyoruz.
    - O ne lan? ...elimde olmadan atar'a bağlıyorum. Menü - ekşi kremalı yabani kuşkonmaz çorbası , trüf mantarlı ördek sote falan şeklinde. Hatun ile göz göze geliyoruz...
    - aç kaldık sanki? ... diyor ... valla öyle, aç kaldık a.q

    Teşekkür konuşmalarından falan sonra afiyet olsun diyorlar, yemekler servis ediliyor ama ıhhh ... çorba ber-bat ... bu ne yaaa? Hanıma fısılıyorum ...
    - kaçalım mı kız?
    - kaçalım valla ... bizimkilere gidelim
    - taam.

    Gidip bir setur görevlisi buluyor ve ondan bize taksi ayarlamasını talep ediyorum ... masaya dönüp hanımı alıyorum ve fazla dikkat çekmeden (low profile) uzuyoruz.
    - isterseniz biraz bekleyin ... başkaları da otele erken dönmek istedi, onlar için otobüs ayarladık ... diyorlar.

    İyi de biz otele değil, pizza kemirmeye gitmek istiyoruz.
    - yok, teşekkürler ... biz taksi ile devam edelim ... diyorum.

    Arkadaşlar ile biraz geyik yapıyoruz (onlar otobüsü bekleme kararı almış...) sonra da taksi'ye binip sicilyalı'ların mekanına akıyoruz. Yemek nefis, Milani'de önümüze konan -şey-den en az on kat daha güzel ... gene eşek gibi yiyip yürüyerek otele dönüyoruz. Daha kapıdan içeri giriyoruz ki başlıyor telefonum çalmaya.
    - Alo?
    - iyimisin? ... nerdesin?
    - İyiyim oteldeyim ... ne oldu ki?

    ...telefon kapanıyor ama bir kaç saniye sonra gene çalıyor, bu defa arayan patron ... iyi olup olmadığımızı soruyor ... ne oluyor ya?

    Sonra öğreniyorum ... bizden hemen sonra kalkan ve milleti Villa Milani'den otele getiren otobüs kaza yapmış, yoldan aşağıya uçmuş.

    http://arsiv.sabah.com.tr/2006/02/08/gnd106.html

    ...hadi be?!?

    Hanımı otel'de bırakıp hastaneye topukluyorum. Kötü haber üzerine kötü haber geliyor ... o gece resmen bir kabus. Sabah Ali bey (Koç) Roma'ya gelip bize katılıyor, T.C. Büyükelçilik çalışanları da resmen üzerimize titriyor.
    ...Ali bey bize özel uçaklar ayarlıyor, pasaport kontrolünden dahi geçmeden ülkeye dönüyoruz ... yaralılar ve vefat eden arkadaşlar ise daha sonra ambulans uçaklar ile getiriliyor.

    Herkes şok tabi ... iyi başlayan bir gezi nasıl olur da böylesine b*k* sarar? Kimsenin aklı almıyor...

    ...günler sonra taksi'ye binme kararımızı ... otobüs teklifini red edişimizi konuşuyoruz. Ortak noktamız ise şu.
    - Sicilyalılar biraz daha kötü yemek yapmış olsa biz de büyük ihtimal ile o otobüste olacaktık...

    Kısmet işte ... ya da kısmetsizlik. Canımızı kaliteli yemeğe borçluyuz (bir anlamda)
  4. Kaan Yagizer
    Buno (Bunalım Hakan) bir kız'a fecaat yanık, kız da ona bosch değil ama bir yandan da kendini ağırdan satıyor. Buno hiç bir fırsatı kaçırmıyor, her türlü desteği ve de aklı (..ki buna gerçekten ihtiyacı var) alarak yazıyor da yazıyor ... kız Sainte Pulchérie'de okuyor (acaip sosyetik bir okuldur) ... bizim eleman üni'den erken kaçıp onların çıkışa yetişicem diye dili bir karış dışarıda Taksim'in yolunu tutuyor. Diyeceksiniz ki tutuyor da ne oluyor? ...hiç! Kız okul çıkışı servis'e binerken iki satır muhabbet ediyorlar, o kadar.

    ... Buno'nun kız kardeşi olası yengesini tanıyor, aynı arkadaş grubundalar. Bu sayede Buno Manitu'nun sosyal aktivitelerini takip edebiliyor ve alakalı - alakasız ortamlarda kızın karşısına çıkıp "ceee" yapabiliyor.

    Aslında biz de eğleniyoruz, neden derseniz? Hakan'ın gösterdiği amacını aşan çaba büyük ihtimal ile kızın bir tarafını extra kaldırıyor ve de abla bu sayede hiç kasmadan Buno'nun saçmalıkları ile kafa buluyor.
    ... ama kabul etmek lazım. Buno azimli...

    Affetmiyor ve asla işin peşini bırakmıyor.
    ...azim ile s*ç*n taşı delermiş ... kız'da en sonunda pes ediyor ... tamam diyor.

    Hakan manitu'yu FB Klübünde düzenlenen yaz partisine (havuzbaşında canlı müzik + yemek) götürecek. Arkadaşları olarak biz de seviniyoruz, neden sevinmeyelim ki? Herif ortalıkta inleyip dolaşıyordu, belki biraz rahat ederiz.

    ...araya adam falan sokup buna düzgün bir masa ayarlıyoruz. Piste ne yakın, ne uzak. Böylece müzik dinlenebilecek ama aynı zamanda da muhabbet konabilecek. Havuz'a görece uzak ama deniz kenarına yakın, böylece ortam romantik olacak...

    Hakan berber'e gider Conan saç kesimini medenileştirir ve de çenesinde 11'er den maç yapan sakalını temizletirken biz de ona bir araba buluyoruz. Buno'nun babasında bi Renault12 var ama daha düzgün bişi lazım ... bulduğumuz araba ise Chevrolet Nova

    ...h.sonu geliyor ve sırtını sıvazlayıp takım elbise giydiği için garipsediğimiz Buno'yu b*k rengi emanet Nova ile yolluyoruz. Biz de çınar altına geçip (f.bahçe girişindeki çay bahçesi - kave) başlıyoruz hesabına king çevirmeye.

    Ses seda yok ... demek ki sorun da yok. (bkn.no news, good news) ... sonra Hakan'ın kız kardeşi beliriyor tepemizde.

    - Hakan'a bakmaya gitsenize...
    - Ne oldu ki?
    ...şaşırıyoruz tabi. Eleman'ın FB Klübünde yemek yiyiyor olması lazım, neden gidip bakıcaz ki?
    - Abim Kızıltıoprak karakolundaymış ... annem duymasın, siz bi ilgilenir misiniz?
    ...ilgilenmesine ilgileniriz de ... niekine?

    Kızıltoprak karakolu tanıdık, semtin p*çl*ri olarak zırt-pırt oraya gittiğimiz için amirinden memuruna herkes bizi tanıyor, biz de onları. Atlayıp gidiyoruz tabi. Bizi gören kapıdaki bekçi doğru şekilde yönlendiriyor... Hakan nöbetçi amirin odasında oturmakta.

    - Hayırdır?
    ...cevap yok. Ama Buno'nun canı sıkkın. Amir kaş - göz işareti yapıyor ...
    - gitmeyin üzerine, bu akşam kalsın, siniri yatışsın ... sabaha salarız.
    ...eh ! peki! ...en azından Buno iyi durumda.

    Dışarıda konuşuyoruz ... biri diyor ki ...

    - Fark ettiniz mi?
    - Neyi?
    - Buno ıslaktı
    - Nasıl ıslak?
    - ne bileyim? denize mi düştü acaba? resmen ıslaktı herif...

    lan?
    ... Nova orada (emanet) arabada hasar falan da yok. Demek ki araba ile düşmedi suya ...ee? ne oldu buna?

    Sabah erkenden (börekçiye uğrayıp su böreği alarak) karakola gidiyoruz ... çay gelsin diye bekliyor ve kahvaltı ediyoruz. Çok geçmeden bir iki evrak düzenleyip Hakan'ı salıyorlar.

    ...bizim oğlanın ağzını bıçak açmıyor ama...

    ...üsteliyoruz ... yok, çıt yok anam!

    - olm ne oldu?
    ...tıSSSS

    Bu dönüp evine gidiyor ... alalala? ne oldu be?

    ...herkes bir şeyler uyduruyor.
    - Dans ederken kızı suya atmıştır bu hayvan, sonra da pişman olup arkasından atlamıştır.

    ...bir başkası diyor ki...
    - kız buna çektir git dediyse denize atlayıp intihar etmeye kalkmıştır.

    ..vs.vs. ama işin gerçeği ne? ...bilen yok.

    Atlayıp evlerine gidiyorum. Zaten uzak da değil ... kız kardeşi karşılıyor beni.
    - kapattı kapıyı, hiç birimiz ile konuşmuyor.

    ...alalala?
    - cigaran var mı?
    - var...
    - gel bi...

    kapının önüne çıkıyoruz. Hakan'ın kız kardeşi olup biteni kendi arkadaşlarından duymuş ... cigara içerken anlatıyor.

    Hakan iki dirhem bir çekirdek kızı almaya gidiyor. Buraya kadar her şey normal ... Nova'yı tam apartmanın dış kapısına çekip aşağıdan zile basıyor ... kız balkona çıkıp buna "bi saniye" yapıyor. Annesini balkona çağıracakmış meğer ... "ben bununla dışarı çıkıyorum" hesabı Buno'yu anasına göstercekmiş.

    Bizim Buno biraz geri çekilip bekliyor ... apartmanın kapıcısı'da o sırada bahçeyi suluyor. Bizim Buno arabayı tam dış kapıya çekmiş ya, ona ayar olmuş.

    - Kardiş! Girişi tıkadın, ordan çeksene arabayı ... diyor.

    Buno gergin, Buno'nun hormonlar coşmuş durumda. Kapıcı o an aklının kapsama alanında değil.
    - *kt*r g*t lan, kırarım boynuzunu deyyus ...diyor Kapıcıya.

    ...yahu! öyle söylenir mi? Eleman apartmanın sorumlusu, sen de tabir-i caiz ise onun krallığına dalmışsın ve de elemana atarlanıyorsun. Artık düşünerek mi bunu yaptı bilmem ama kapıcı küfürü yiyince elindeki hortumu Buno'ya doğru çeviriyor ve balkonun altında müstakbel kayınvaldesini görmek için bekleyen Buno'yu tepeden tırnağa ıslatıyor.

    ...Hakan önce ne olduğunu anlamamış. Sonra bakmış ki kapıcı buna hortum ile su tutuyor. Kendi bunu doğrulamıyor olsa da bir efsaneye göre Conan gibi nara atıyor!
    - Crom, ölüleri say!
    ...ve kapıcıya dalıyor.

    Dalıyor derken cidden dalıyor ... kapıcıya ağız - göz girişiyor Buno. Gürültüye evden kapıcının karısı ve oğlu fırlıyor, onlar da karışıyor kavgaya ve foursome hesabı ön bahçede yermisin? yemez misin? kavgaya tutuşuyorlar.
    ...kız yanında annesi ile birlikte balkona bir çıkıyor ki Buno apartman hizmetlileri ile Malazgirt 2.0'ı başlatmış. Anası bunun kolunu tutup kızı içeri sokuyor.
    - Ne işin var bu serseri ile? ...diyor ve kapı kapanıyor.

    Kapanan sadece kapı değil tabi ... Buno dediklerine göre o an tamamen kopuyor ve kapıcı, kapıcının karısı ve hatta kapıcının ergen oğlunu fecaat dövüyor. Konu komşu yardıma geliyor ama Buno bir kere "berserk" mod'a geçmiş ... polisi çağırıyorlar, o arada da bizim eleman ile aralarına mesafe koyuyorlar.

    Polis Hakan'ı karakola, kapıcı ve ailesini de hastaneye gönderiyor ... sonrası malum ... tutanak, alkol raporları ... herkes birbirinden davacı falan - filan.
    ... ama olan oluyor ve kız bir daha Hakan'ın gözüne dahi bakmıyor.

    Bakmıyor ama bizim Buno'da bu huy oluyor. Hani Matador'un salladığı pelerin Boğa'da ne tepki yaratırsa kapıcının markete falan giderken kullandığı sepet onda aynı etkiyi yaratıyor. Adam o anın ve red edilmenin acısı ile f.bahçe/kalamış/dalyan civarında ne kadar kapıcı varsa yolu kesiştiğinde kavga çıkarıyor. Kolunda sepet olan adam gördüğü zaman Buno'nun ağzı köpürüyor, yanında onu zapt edecek biri yoksa Hakan kuduz köpek gibi saldırıyor ve ne olup bittiğinden haberi olmayan kapıcı'nın haşatını çıkarana kadar adamcağız'a dalıyor.

    Anlayacağınız "arıza" DNA'sına kadar işliyor ...pıFFF
  5. Kaan Yagizer
    ...yaz günü, daha veletiz (yani fiii tarihinde geçiyor bu hikaye) biri çıktı dedi ki ...
    - Bizim yazlığa gidelim mi?
    - Nerde sizin yazlık
    - Çanakkale'de..
    ...çok yol değil, gidilir tabi. Pedere yaLakalık yaptım, o zaman Doğan SLX'imiz var (hem de 5 ileri ... peHHH) genişletilmiş h.sonu için arabayı ondan kaptım. Beş kişi ... ben - hakan, kız arkadaşlarımız ve bir yancı (o da hatun/ev sahibi) Cuma günü sabah namazını müteakiben ç.kale'ye çuf-çuf edeceğiz.

    Hakan'ın lakabı -bunalım- herif (..ki kendisini acaip severim) suratında depresif bir ifade ile dolaşıyor, hem de 7/24 ... hayattan bıkkın, ultra c00l ve tepkisiz bu yüz ifadesi nedeni ile adama bunalım (ya da kısaca buno) diyoruz. Ama aslında Hakan'ın bunalım ile falan alakası yok ... çizgi kahraman Conan vardı ya , Hakan onun yanlış zaman diliminde dünyaya gelmiş ruh ikizi ... kafasında toplam 5A'lık (amper) bir cam sigorta var ve o sigorta -çıt- ettiğinde Hakan komple arıza! moduna geçiyor.
    ...ama can bir arkadaş. İçi - dışı bir, yamuğu olmaz. Bela var ise sırtını Hakan'a dayar ve k*ç*nd*n endişe duymazsın ... o derece yani.

    Sabahtan buluştuk (Hakan o gece bizde kalmıştı) kızları ve beraberlerinde getirdikleri 8,541 tane bavul+çantayı arabaya doldurduk... klasik atarımızı yaptık.
    - ne gerek var ki bu kadar eşyaya ... bi hafta sonu kalıcaz yaw
    ...ve klasik cevabımızı aldık.
    - bunların hepsi lazım bize, siz anlamazsınız.
    ...kapattık çenemizi, bastık marş'a...

    Yazlık nerede?
    - ben tarif ederim ... ç.kale'nin hemen dışında bir koy var, orada.
    - iyi
    ...tırtır gidiyoruz işte, kaset çalıyor ... orta karar muhabbet dönüyor. Eceabat'a kadar sıkıntısız gelip orada durduk ... evde bir şey yokmuş, işte su - kola - bira - şarap - ekmek - pril - patates - ayçiçeği yağı - hıyar falan aldık eceabat'tan ... arabanın içi pazarcı kamyonetine döndü. Herkesin kucağı, ayağının altı falan dolu ... kaset çalıyor Buno kucağındaki karpuza vurarak tempo tutuyor, kızlar arkada ultra detone şekilde La Chante Mi Cantare söylüyor ..bilmem o parçayı hatırladınız mı? (bi ara marş gibiydi... asansörler dahil her yerde çalardı) ben de o gürültüde arada sırada gelen yol tarifini kaçırmamaya çalışıyorum.



    Koy girişinde bir motel var, onun yanından yamaca tırmanan şose'ye sardık ve toplam üç evden oluşan bir ev öbeğinin önünde durduk. Bahar sonu, yaz başı ... diğer yazlıklar henüz boş. Motel'de de yaz'a hazırlık yapan bir kaç işçi var o kadar. Yani ortam -sakin- ötesi.

    ...indik arabadan, eşyaları toparladık ve taşıdık. İşte kendi çapımızda yerleşiyoruz eve. TiVi'nin anten kablosu kopmuş, Buno kabloyu takip edip dama çıktı. Sonra da aşağı düştü ... kızlar mutfağı falan yerleştiriyor. Ben arabaya atladım, Buno'yu Eceabat'a Eczaneye götürücem, eksik bir iki şey var, onların da listesini yapmışlar. Bastık gaza ver elini Eceabat.

    çarşı içinde Buno'nun sağını - solunu düzeltip ona bakım yapacak bir eczane bulduk. Kafasındaki küçük patlağa bakıp -sağlık ocağına git istersen- dediler ... saLLa ya!, bizim eleman sağlamdır. Yalandan bi hediye paketi yaptılar buna. Bakkala uğrayıp eksikleri aldık, elektrikçiden yirmi metre TiVi anten kablosu yaptırdık ve basıp eve geri döndük.

    ...baktık ki kızlar evi paspaslıyor. Biz de anten kablosuna giriştik ... onlar işlerini bitirene kadar TiVi devreye girmiş, TRT1 dışında bir şey çekmiyor (konum gereği) ama ne önemi var ki. Ama benim aklıma bir şey takılmış ... ev sahibine sordum.
    - Ya gelirken levhalara gözüm takıldı ... bu koyun ismi ne biliyorsun di mi?
    - Hee ... Morto
    - Morto ne demek biliyor musun peki?
    - Yooo!
    - Ölüm demek...
    - Valla mı?
    - Hee

    Cidden Morto -ölüm- demek ... Çanakkale savaşları sırasında binlerce insanın can verdiği bir mekandayız yani. Kim tutup buraya yazlık yapar ki? Nasıl bir akıldır bu?
    ...çok bıdı-bıdı yapmadım tabi. Sonuçta h.sonu güzel vakit geçirmeye gelmişiz. Ama huzurlu falan da değilim yani.

    Hava kararırken biz terasa masayı kurduk, kızlar yemek yaptı (iyrençti!) hava tertemiz ama serin, üstümüze battaniye falan aldık, ışıkları kıstık .. arka planda teyp kafasına göre takılıyor başımızın üzerinde kent ışıkları tarafınca gölgelenmemiş samanyolu, az ötemizde ise deniz ... ortam Uber!
    - ya ne diicem!?

    Baktım Hakan'a ... herif koltuğunun altındaki manitası ile mırmır edeceğine gene bi saçmalık peşinde.
    - ne?
    - şimdi burada tonla eleman ölmüş dimi?
    - evet ... yani sanırım
    - nerde bunun mezarları?
    - bilmem ... buralarda bir yerdedir her halde
    - mezarlığı soyalım mı?
    - ya bi s*kt*r git Buno

    ...bu sustu, ben battaniyemin altına geri döndüm...
    - kaan
    - e*e*n, ne var? (hırladım bu defa)
    - ciddiyim olm ... manyak deli demir haçlar falan var o mezarlarda, birer tane araklıyalım olm.
    - neden ölüyü rahatsız edelim ki? yapmam öyle bir şey sana da yaptırmam ... geç onu.

    ...konu kapandı (nah kapandı)

    hava iyice soğuyunca girdik eve, herkes odasına çekildi. bir süre sonra da vurduk kafayı uyuduk.
    - kaan, kalk ... kalk
    ...sabahın körü be!
    - hay a*an* ... ne var be? ...diye uyandım. Hakan'ın manita yanında ev sahibi ile tepemizde dikiliyor. Biz de biraz -uygunsuz* durumdayız tabi. Toparlandım az.
    - hakan kaza geçirdi ... gel çabuk.
    - hay bin kunduz! of beee

    kızları kovaladım, giyindim ve çıktım dışarı.
    ...evler hafif bir yamacın dibine yapılmış. Yamacın öbür tarafında da (meğer) harbiden mezarlık varmış. Kafasına takıldı ya, sabah gün doğar doğmaz bizim Buno atmış kendini dışarı, ev sahibinden aldığı tarif ile mezarlığa gitmiş. Abana abana bir mezardan haç sökmüş... öyle dandik bir haç'ta değil bu. Kocaman, ağır ve bir buçuk metrelik falan döküm demir'i sırtlanmış.



    ...eve geri dönerken de yamaçta bir ayağı kaymış ... kayış o kayış. (bkn.şemsiyenin açılması)

    Buno yere düşüyor, haç'a kafa atıyor ... yuvarlanıyor ... haç Buno'ya bir tane patlatıyor ... bir kere daha yuvarlanıyor ... haç'a gene çakıyor ... yani yamaçtan aşağı paldır-küldür iniyorlar ve demir haç bizim Buno'nun ağzına özenle bi güzel s*ç*y*r.

    Sonuçta maç Demir Haç : 20 Hakan : 0 şeklinde gerçekleşiyor.

    ...bir gittim ki Buno evin dibinde inleyerek ve kafa göz patlamış (gene) yatıyor.

    - eşşedü ... falan diyor bu!

    Buno'dan arta kalanları toparladık, kızlar hala geyik yapıyor
    - Altına gaste kağıdı koysak mı?
    ...cevap vermiyorum ama aslında fena fikir de değil hani...

    Aynen Eceabat, gittik eczaneye ... eczacı çıktı bizim elemana baktı.
    - cık! dedi ... buna elimi sürmem. limanda sağlık ocağı var oraya gidin.

    Gittik...

    ...Buno'yu muayene ettiler, isterseniz ç.kale devlet hastanesine gidin dediler. Bir ağrı kesici yaptılar bizim elemana, kafasında iki patlak var, bir tane'de sol tarafında. Onları diktiler, tetanoz iğnesi yaptılar bir de bize "kendi isteğim ile hastaneye gitmedim" diye kağıt imzalttılar. Bi de reçete yazdılar ... saldılar.
    - Gece kusarsa, çok derin uykuya falan dalar gibi olursa uyutmayın, hastaneye götürün ... dediler.

    Hakan'ı koyduk arabaya, eczaneye uğradım ... ilaçlarını aldım. Aynen eve döndük.
    ...bunu yatırdık salona, herif hala ...
    - demir haç'ım nerde? ...falan diye inliyor. Şeytan diyor al bi yastık bas suratına.

    Çıktım dışarı, haç bıraktığımız yerde. Sırtlandım ... tırmandım yamacı ... biraz yürüdüm ... mezarlık önümde. Hakan bunu bir mezardan sökmüş ama .... hangisinden? Etrafta bin tane haç var, hangi mezara saygısızlık yapmış ki bizim hayvan?
    ...ara - ara ... en sonunda buldum tabi.

    Sırtım kırılmış, İsa kendi haçını bütün Kudüs sokaklarında taşımış ... o an bunun ne kadar b*kt*n bir iş olduğunu daha iyi anlıyorum. Yalandan yerine oturtuyorum haç'ı ... Buno abanırken dibindeki mermer kaideyi kırmış, tam yerinde durmuyor ama elimden ne gelir ki?
    ... özür dileyip (arkadaşım adına) bir de yalandan dua okuyorum ... çarpılmanın, lanetlenmenin gereği yok ... di mi abi?

    Eve dönerken pis, yorgun ama görece rahatlamış hissediyorum.
    - dönmemiz lazım!
    ...diye karşılıyorlar beni..
    - neden?

    efendim Hakan'ın manitası Hakan'ın annesini aramış, durumu anlatmış. Kadıncağız telaşlanmış, yeminler ettirmiş. Hemen getirin oğlumu diye tutturmuş.
    - ee? daha karpuz kesicektik? ...nasıl yani?!? ...cidden mi?
    ...Hakan da başlamaz mı sızlanmaya
    - ölüyom ben, gidiyom ... annemi - babamı göreyim öyle öleyim bari.

    ...hay *b*n ... offf ya, off.
    Toparlandık tabi. Eşyaları toparla, Hakan'ı toparla ... evi toparla. Canım burnumda ... yanağıma öpücük konduran manitaya bile hırlıyorum, o derece yani.
    ...şarkı falan çalmadan döndük İstanbul'a, Hakan'dan arta kalanları evine bıraktım. Bir de sanki oğlanı o hale ben getirmişim gibi fırça yedim annesinden. Laf dilimin ucuna kadar geldi ...
    - senin oğlan mezar soyuyordu teyze, sen ne diyorsun? ... ama sustum, çünkü bir onu severim, muhterem teyzedir ... iki oğlanın durumu harbiden b*k, morali bozulmuş.

    ...herkesi evine döküp ben de evin yolunu tuttum.
    Epey bir süre -suratsız- dolaştığımı söylememe gerek yok tabi. Bir kaç gün sonra Hakan'ı görmeye gittim. Kapıdan girdim eleman sordu.
    - Haç nerde?
    - Götürüp geri bıraktım tabi.
    ...aaa?

    Eleman bana küstü be! ... inanmazsınız ama mezardan çaldığı demir haç'ı yerine geri koydum diye adam benimle aylarca konuşmadı. Neymiş efendim? Onu hak etmiş ... uğruna kan bile dökmüş...
    ...var mı böyle bir dünya?
  6. Kaan Yagizer
    ...sosyalleşicez ya, malum bu aralar moda oldu. Dedik ki Pazar günü buluşalım, kahvaltı edelim sonra da Go-Kart'a gideriz, eğleniriz. Yaw falan dedim ama ısrar büyük ... peki.

    Ülen diğer Ford bayileri ile sosyalleşsem ne olcek, sosyalleşmesem ne olcek?
    ...zaten beni sevmezler ki (ben de onları sevmem...ayrı)

    Neyse...

    Gittik sahilde kahvaltı yaptık, sonra da atladık arabalara Topkapı'da (kapalı alan) yeni açılmış (o zaman yeniydi, hala duruyor mu bilmem) mekan'a toplu olarak geçtik. Saat erken, pazar günleri 12,00'de açıyorlarmış ama mekan sahibini tanıyor bizim arkadaşlar, adam kıyak çekmiş (sağolsun) bizim için erken açmış.
    ...ee? daha iyi ... biz bize cartlıyacaz işte

    Getirdiler kaskları ... birer tane kask seçtik, arabalara geçtik. Millet biniyor go-kart'a, çalıştırıyorlar ... gidiyor.
    ...gidiyor da ... ben binemedim ki alete.

    Yahu alet ufacık, ben de kocaman bi herifim. Bacaklarım sığmıyor, dizlerim çenemde. Hadi bacaklarım sığdı ... kıçım sığmıyor be. Fiber koltuk iskeleti yanaklardan kasmış, göyya oturuyorum ama popom mindere değmiyor ki ... elemanın biri geldi, omuzlarımdan bastırıyor aşağı ... pOp ettim, koltuğa oturdum.
    ...oturdum da bu defa da sırtım/omuzlarım sığmıyor.

    41 numara ayakkabıya 45 numara ayak sığdırıyor gibiyim.
    ...neyse

    Garip bir şekilde ... tarif etmek gerekirse at -şeyine- kelebek konmuş gibi bindim gok-kart'a, çalıştırdılar. Gaza bastım ... ıHHHHH

    5 beygirmidir nedir? Alet çim biçme makinesi hızı ile gidiyor (benim altımda) 120 küsur kiloyum, eziyorum go-kart'ı ... eşeğin sırtına binmiş fil misali go-kart'tan garip sesler geliyor ve max. hızım 5km/h'i aşmıyor.
    ...aşmıyor ama diğerleri öyle değil ki!

    Elemanlar ufak - tefek, sırım gibi ... pis herifler yanımdan Uno'dan yol çalan Ferrari misali geçiyor. Spin atıyorlar, virajda yanlıyorlar ...ben ise çuf-çuf tramvay misali sağ şeritten ufak ufak gidiyorum.

    Serdar diye bir eleman var (kulağı çınlasın) bayiler arasında en sevmediğim kişi ... neden bilmem o beni seviyor (en azından öyle söylüyor) ...defalarca belirtmişim -hislerimiz karşılıklı değil, ben senden zerre hazzetmiyorum- demişim ama eleman sallamıyor, nedense kanı ısınmış bana (zevksiz adam)

    ... bu Serdar yanımdan her geçişte, yani bana her -tur- takışında niHaHoHo falan yapıyor, yani dalga geçiyor.
    Genel olarak insanları sevmem ama o durumda Serdar'dan ekstra hoşlanmıyorum ... go-kart yürüse onu virajda sıkıştıracağım, belki arka çaprazdan vurup go-kart'ını devirecek ve onun arabanın altında kalmasını ve boynunu kırmasını sağlayacağım ama ne mümkün?

    ..benim alet yürümüyor ki?
    Ülen yere inip tek ayağımın üzerinde seke-seke gitsem büyük ihtimal ile daha fazla hız yaparım.

    ...demek ki başka bir çare bulmak lazım... ama ne?

    Sonra "ceton" düştü ... bir yandan gidiyorum, bir yandan da bunun gelmesini bekliyorum. Gözüm arkada ... bir baktım bu geliyor ... gene kahkahalar atıyor ... niHaHoHo falan diyor.
    ...tam yanımdan geçerken uzanıp bunun go-kart'ın takla barını yakaladım.

    niHaHoHo sırası artık bende ... Serdar önce uyanmadı ... alet yanlıyor, gaza basıyor ama ilerleme yok.
    - Ne oluyo be?

    ..sonra bir baktı ki beni de çekiyor

    - bıraksana be!
    - ne bırakıcam ya ... niHaHoHo sırası ben-de artıkkkkk

    Öyle yapışmışım ki bunun arabaya, kurtulamıyor bir türlü. Biraz debelendi, baktım döndü elime vuruyor. Neymiş onu bırakcakmışım ... nah bırakırım. Kasıyorum arkadaş ... bı-rak-mam ... kaynak ile bile sökemezsiniz ... o derece yani.

    ...sonra dedim ki ... dur buna bir pislik daha yapayım.

    Taaaaa şirdenden çektim b*lg*mı ve tükürüğü ağzımda toplayıp tüm gücümle Serdar'ın suratına tükürdüm. Elime vuruyor ya ... tükürüğü yiyince afallayacak tabi.
    ...en azından plan bu!

    Unuttuğum nokta kafamda -KASK- olduğu ... ufak bir detay işte.
    ...attığım o efsanevi tükürük kask vizörünün (camının) içinde patladı ... şaşırdım, parmaklarım gevşedi ... Serdar kurtuldu ve bir niHaHaHo çekerek uzadı gitti. Önümü göremediğim için ben de yolun kenarındaki lastiklere yapıştırdım.

    İşletmecinin elemanları geldi, beni aletten çıkarmaya çalışıyorlar ama nafile. Kıçım koltuğa sıkışmış ... şarap şişesindeki mantar gibi resmen yerime kaynamışım.
    ...üç kişi koltuk altlarımdan tutup çekerek beni aletten çıkardığında resmen bir PAT sesi çıktı desem bilmem inanır mısınız?

    Kolum yanmış (sonradan bepanten sürdük ... itişip kakışırken egzost'a falan dokundum her halde) kıçım çürümüş, kaskım tükürük içinde ... ben de s*ç*r*m go-kart'ına havasındayım. Koştum start noktasına, orada 10 kiloluk bir yangın söndürücü var ... adamlar -aman- diyene kadar kaptım yangın söndürücüyü attım kendimi piste.

    Gelene veriyorum karbondioksit itkili köpüğü, spin atıp dağılıyorlar .. etrafı y.söndürücünün sis'i kaplamış ama o gün o saate kadar eğlenmediğim kadar eğleniyorum.

    Mekan sahibi ve köpük yiyen arkadaşlar aynı fikirde değil tabi (niye? ... ne güzel eğleniyorduk aslında) aldılar elimden yangın söndürücüyü, pisti falan temizlediler. Mekan sahibi ile de biraz tartıştık ... o gazla hafiften atar yapınca adam hepimizi kapı dışarı etmez mi? ... hehehehe ... bi ara kavga çıkartalım dedim ama bayi arkadaşlar benim tersime -efendi- tipler.
    - saçmalama, yakışık alır mı öyle şey? ...dediler.

    gözüm kesse gene kavga edicem de bunlar bana el vermez ki ... delikanlılık yapıcaz diye on kişiden dayak yemenin de alemi yok. Ben de gidip Serdar'ın arabasının kapı koluna iş*d*m ... maksat ödeşme olsun tabi. Anlayın nasıl içimde uhte kalmış ...

    ...öyle bir Pazar eğlencesiydi, o biçim sosyalleştik işte (zaten o zamandan sonra bir daha toplanıp birlikte aktivite falan da yapmadık ... acaba neden?)
  7. Kaan Yagizer
    -spoiler-
    midesi kaldırmayan okumasın
    -end of spoiler-

    Zamanında Amerika ile Meksika (büyük ihtimal ile ottan b*ktan bi nedenle) savaşmış, kim kazandı bilmiyorum! Hakçası santim de sallamıyorum (bkn.bana ne be?) ama savaş sonrasında sınır çizilmiş ki bu da bizi hikayemize götürüyor.

    Elemanlar haritayı önlerine koymuş, zaten arada iki tane doğal sınır (Rio Bravo ve Rio Grande) var .. nehirlerin arasında kalan kısma da koymuşlar cetveli CART diye bir çizgi çekmişler ve racon kesmişler.
    - Sınır budur abi, uyar mı?
    - Eywallah.

    ...o an fark etmedikleri ya da sallamadıkları nokta ise adı üzerinde bir noktaymış. Sınır çizgisi orada yaşayan az miktardaki meksikalı dışında (belki onlar bile aynı kafadaydı) kimsenin umursamadığı bir köyün, Tijuhana'nın üzerinden geçmiş. Amerika'ya bi tükürük (ama sağlam tükürüceniz) uzaktaki bu mekan bildiğiniz -piç- olmuş .. köy ne meksika'da, ne de amerika'da .. öyle iki arada bi derede kalmış.

    Arkadaşlar dediler ki (genelde öyle olur zaten)
    - Lan tatil geliyor, tijuana'ya kaçalım (dandini yerel tatillerden birisini ... ki galiba başkanlık günüydü) h.sonu ile birleştirelim, hepimizde uçuş milleri var. Üzerine biraz para verdik mi San Diego bileti alırız, oradan da bi araba kapıp çufçuf Tijuana.

    ...aslında fena fikir değil, uyar dedim.

    Normalde Türk vatandaşının Meksika için vize alması lazım (en azından hikayenin geçtiği tarihte öyleydi) ama Tijuana için hiç bir şeye gerek yok ... Amerikan kara sınırından çıkıyorsunuz (çıkış acaip kolay, el salla - geç) Meksika'ya girmeden önce Tijuana'ya ulaşıyorsunuz ... Tijuana'dan arabaya binip güneye doğru az ilerlerseniz bu defa yolu Meksika sınırı kesiyor ...

    ..diyeceksiniz ki Tijuana ne iş?

    Şöyle anlatayım ... sınır çizgisi boyunca yayılmış ve iki paralel caddeden oluşan bir şerit gözünüzde canlansın. Bu şeride çıkıp sol tarafa bakınca sırası ile bar - bar - dövme salonu - k*rh*ne - bar - lokanta - dandik bir kilise - otopark - bar - kumarhane - lokanta - bar ve k*rh*ne görürsünüz ... sağ tarafta ise manzara pek de farklı değildir ... bar - bar - dövme salonu - k*rh*ne - bar - lokanta - dandik bir kilise - otopark - bar - kumarhane - lokanta - bar ve k*rh*ne hizmete hazırdır.

    Amerika'nın tersine 18 yaşındakilere alkol satılan, görece ucuz, pis , dandini, güvenli olmaktan uzak yani tam bir "yetişkin" eğlence mekanı ... deyim yerinde ise Disneyland for Adults 'tur Tijuana.

    ...biz de her normal turist gibi gittik, aracımızı park ettik , dandini bir hotel bulduk, yerleştik, üzerimize az miktarda nakit alıp pasaport/cüzdan/saat vs. yani para edecek her şeyi hotelde bu amaç ile kiralanan kasalara bırakıp çıktık sokağa.

    ...yedik, içtik, eğlendik, kavga ettik (dayak yedik tabi) hotele dönüp temizlendik ... biraz uyuduk sonra çıktık dışarı yedik - içtik - eğlendik, ben mekanik boğadan düşüp kafamı yardım ... polikliniğe gidip kafama dikiş attırdık, kısacası eğlendik işte.

    bir gün, iki gün, üç gün böyle geçti ... geröekten kurtlarımızı döktük.
    - hadi artık medeniyete dönelim abi, zaten para bitti gibi.
    - eywallah

    toparlandık, az miktardaki eşyamızı arabaya (kiralık) doldurduk, yola çıkmadan önce de birer taco grande ile bira (tabi ki meksika) içip çevirdik arabanın burnunu sınıra.

    ...sınırda bizi karşıladılar, şöyle bir arabaya ve belgelerimize baktılar.
    - Beyler yanınızda bir şey getirdiniz mi? ...diye sordular.

    biz de (y*vş*ğız ya)
    - belsoğukluğu ... diye cevap verdik polis abi güldü, biz güldük ... geçtik.

    Arabayı kullanıyorum, San Diego'ya Interstate ile gideceğiz, ardından da bir gece orada kalıp sabah ilk uçak ile Newark'a yollanacağız. en azından plan bu ... ama ne derler bilirsiniz! "Tanrıyı eğlendirmek istiyorsanız plan yapın"

    ..laylaylom arabayı kullanırken sağ koltukta oturan arkadaş benim sağ boşluğuma aniden bir tekme attı, hem de sağlam bir tekme ... ben de boş bulundum tabi, sağ elimle ona bir tane (gene sağlam) çaktım ... araba beş şeritli yolda yalpaladı, millet korna çalıp küfretti ve ben de arkadaşa kazıttım
    - ne vuruyor len davar?

    baktım eleman şaşırmış, ağzını tutuyor (ben ezbere sallayınca ağzına denk gelmiş) ... o halde demez mi?
    - ne vurması?
    ...arka koltukta oturan arkadaşlar da onu doğruladı.
    - sana vurmadı ki kaan

    ??? nasıl yani....???
    sonra bir şey t-shirtümün altında hareket etti. Zar zor sağa çektim, t-shirt'ü sıyırdım ... o an ilk aklıma gelen (bilmem hatırlarmısınız?) Alien filmiydi ... hani parazit gemi tayfasının göğsünden delik açıp çıkar ya ... işte aklıma ilk o geldi.
    Baktım karnım şişmiş ve ben bakarken resmen içimde bir şey "gurulgurul-haldırhuldur" diye hareket etti.
    ...eşşedü ....hemen benzinciye çektim (Allahtan çok yakında bir tane vardı) kendimi hela'ya attım, oturdum ve ...

    ...OMG

    tarif edilmez, sadece yaşayan bilir.
    ...öyle bir basınç var ki resmen itfaiye hortumu gibi, bir kaç ay evvel JPL'e (Nasa'nın jet itiş labratuarlarına) gitmişim, oradaki itici roketler aklıma geldi ... "şimdi havalanır, çatıyı delermişim!" diye aklımdan geçti.

    ...yarım saat kadar sonra ve hela tıkanınca zar zor toparlandım, iki rulo tuvalet kağıdı ile temizlendim (elden geldiğince) ve yüzümü falan yıkayıp (kafayı komple musluğun altına sokmuştum) çıktım dışarı. Kafama göre espri yapmaya hazırım "hayat sigortanız yoksa benden sonra bu helayı kullanmayın" diyicem ama nerdeee?

    bizim kiralık araba helanın önünde duruyor, motor çalışıyor ve dört kapı açık ... korku filmi gibi bir sahne yani.

    zar - zor markete gittim. benim durumumda sıvı alınması (bolca) gerektiğini biliyorum, oradan bir galonluk (yaklaşık 3 litre) Mountain Drew maden suyu aldım, direk kafaya diktim ve arabaya varana kadar da çoğunu bitirdim.

    arabada yarı baygın bir cigara yaktım ve cigara+mountain drew ile kendime gelmeye çalıştım.
    ...çok geçmeden tayfa geldi.

    durumları benden b*k, ya da ben de benzer durumdayım ama kendimi göremediğim için bunu bilemiyorum. arabaya yığıldılar, içecek bir şey istediler ben de tüm yardımseverliğim ile onlara marketi işaret ettim.
    - gidin alın d*ll*malar ...dedim.

    öyle yaptılar.
    ...yarım saat kadar sonra sordum
    -araba kullanabilecek halde olan var mı?
    ...yokmuş.

    böylece yolculuğumuz başladı.
    gideceğimiz mesafe 25 - 30 kilometre ... ama gidemiyoruz ki.... Interstate üzerindeki her benzinciye uğruyor, tuvaletlerine taa t*v*na kadar s*ç*yor, sonra marketten çikolata - mountain drew, cherry cola vs. alıp içiyor ( o gün var ya en az 10 litre sıvı almışımdır, hem de iki - üç saatte ) bayılıyor, sonra yeniden arabaya binip bir sonraki benzinciye doğru devam ediyoruz.
    ...arka koltukta biri ağlıyor...
    - böyle b*k içinde ölmek istemiyorum
    ..biri söyleniyor
    - artık kıçımı hissedemiyorum

    ...o halde (nasıl becerdiysek) San Diego'ya varıp en yakın hastanenin acil servis girişinde başladık korna çalmaya, hepimiz b*k içindeyiz, hepimiz hem üzerimize hem de arabanın içine s*çm*şız ve artık beş metre daha gidecek halimiz kalmamış (neden sınırı geçtikten sonra ambulans çağırmadık? ...açıkçası aklımıza gelmedi... öyle bitmişiz yani) bizi bizden arta kalnaları) toparladılar, aynen içeri.

    Doktor geldi, durumumuza baktı.
    - Tijuana?
    - Aye
    - Az pişmiş ya da pişmemiş açık yiyecek tükettiniz mi? (Raw Material)
    - Aye
    - Verin serumu, mikroplu dizanteri.

    Üç gün ve dört gece + 58.121 serum sonra kendimize geldik ... çıkan hastane masrafı sigortamız tarafınca karşılandı (yoksa bitmiştik, hala orada koridorları paspaslıyorduk) uçak biletimiz yandı, kiralık araba için epey bir "temizlik" bedeli ödemek ve ayrıca ceza faturasını karşılamak zorunda kaldık.

    ...ama bunların hiç bir bana durumumuzu öğrenen ve bizimle bir aydan fazla "dalga" geçen iş yerindeki arkadaşların alayları kadar koymamıştı. (bkn.karizmanın deridnden çizilişi) elemanlar bizi dükkana döndüğümüzde ellerinde paketlerce -yetişkin bezi- ile karşılamıştı.
    ...ne rezillik...peHHH
  8. Kaan Yagizer
    ...George ya da camia'da bilenen adı ile George of The Jungle Edinbourgh'lu bir eleman. Hatırlayan çıkar mı bilmiyorum? George of The Jungle bir çizgi film'di.

    https://youtu.be/EaXWy-HQefc

    ...bizim George hem tip olarak o beceriksiz Tarzan'a benziyor (iri yarı - elvis saç kesimli) hem de en az adını ödünç aldığı George of The Jungle kadar ... nasıl desem? Kısmetsiz.

    Peki George nasıl deyim yerinde ise "efsane" oldu? ... tabi ki hakkını vererek, onu anıtlaştıran olayların her biri için emek harcayarak. Örnek mi? ... kolay.

    George Malezya'da iş alıyor, çok da karmaşık bir iş değil bu. İşin özünde iyi bir saha mühendisi olduğu için halledebileceği, kalibresine uygun bu iş'i fazla zaman harcamadan hallediyor. Malezya'da iki ay kadar kalıp sonlandırma'yı yapıyor ve proje kapamasının onayını alıp geri dönmek için hazırlanıyor.
    ...hazırlanıyor da ... bizim GoJ (George of The Jungle) kauçuk plantasyonlarında fazlaca zaman harcamış, hava güzel, ortam sakin, yiyecekler lezzetli ama ormanın ortasında ki kauçuk plantasyonunda GoJ'un talep ettiği türden eğlence! yok.

    iş bitti, proje teslim edildi ya ... eve ... yılın yarısının yağmurlu, geri kalan yarısının da bulutlu geçtiği İskoçya'ya dönmeden önce Tayland'a geçeyim, bir hafta .. on gün dinlenip - eğleneyim diyor. Kuala Lumpur'dan Londra yerine Bangkok bileti alıyor ve kısa bir uçuş ile sincity'e (Bangkok'un lakabı) ulaşıyor.

    Hemen her falang gibi (thai'ler batılılara öyle diyor) gidip orta karar ve -guest friendly- bir otele yerleşiyor, eşyalarını otel kasasına koyuyor ve eğlenmek için dışarı çıkıyor.

    ...hikaye böyle başlıyor ve bir anlamda da bu şekilde bitiyor.

    diyeceksiniz ki ... nasıl?

    Şöyle...

    İki gün kadar sonra housekeeping GoJ'un odasına giriyor ... odada berbat bir koku. Ama öyle, böyle değil ... kadın hemen koşturup otel yöneticisini çağırıyor (müşteri öldü ve çürümeye başladı sanmış) bakıyorlar ki bizim GoJ yatakta yatıyor. Hem de ne yatma?
    ...herif yatağa böbreklerini ve bağırsaklarını boşaltmış ama uyumayı sürdürüyor.

    Camı pencereyi açıp GoJ'u uyandırmaya çalışıyorlar ama nafile ... GoJ gözünü açmıyor. 1155'ten turist polisini çağırıyorlar. Onlar gelip kontrol ediyor ... bizim GoJ resmen koma'ya girmiş. Ambulans çağırıyorlar ve GoJ'u sedye ile hastaneye kaldırıyorlar.
    ...eleman günler sonra kolunda serum, burnunda tüp ve altında ördek ile uyanıyor.

    Kabaca bir hafta'yı uyuyarak geçirmiş ve neredeyse hiç bir şey hatırlamıyor.

    ...bir bar'a gitmiş, bir hatun ile tanışmış ... otel'e davet etmiş (hatunu) yolda 7/11'e uğramışlar ... içecek bir şeyler almışlar. Oda'da aldıklarını buzdolabına koymuşlar ... sonra...

    ...sonrası yok işte.

    GoJ günler sonra hastane'de uyanıyor. Otelde'ki kasa boşaltılmış, pasaport - saat - cüzdan - kredi kartı vs. gitmiş. Ama işin ilginç yanı hırsız GoJ'un bütün ayakkabılarını da çalmış. Adamın gömleği, pantalonu duruyor ama dolabında, ayağında falan bulunan bütün ayakkabılar gitmiş.

    ...thai gazeteleri GoJ'un hikayesini yazıyor. Bir anlamda bizim Tarzan kamu malı oluyor, hatta seyahat sitelerinde falan nam'ı geçmeye başlıyor ... uyurken böbrekleri çalınan eleman gibi bizim GoJ'da -şehir efsaneleri- arasına giriyor.

    ...anlayacağınız GoJ bir tür bela paratoneri, mıknatısı ... tabi bu sadece bir örnek. Ne de olsa kimseye boşu boşuna "efsane" demezler.

    Sonuç : Kolay efsane olunmuyor ... çaba harcamak lazım :)
  9. Kaan Yagizer
    Tamer'in koreli bakkal'a attığı kazıktan haftalar sonra evde oturmuş yaklaşan super bowl için 9,999 taksit ile aldığımız JBL projeksiyon tivi'yi seyrediyordum ki O.Ç.Tamer arz-ı endam etti.
    O Tamer ki ömrü hayatında iki taş parçasını üst üste koyup namus'u dairesinde bir kuruş para kazanmamış, bildiğiniz çakaldır ... heyecanlanmış.
    - parayı vurucam olm! ...diye tepiniyor.
    ...merak ettim tabi?
    - ne oldu? ... diye sordum.

    Birileri ile tanışmış, adamlarda epey bir miktar "kaçak" italyan malı ayakkabı (hepsi marka ... santoni, scrosso vs. ...alayı el imalatı) varmış ve bunları satmak istiyorlarmış. Bunun da Falls'ta (New Jersey'in dışında bir mekan ... Tinton Falls) eskiden tanıdığı bir hatun varmış, bu hatun oradaki ayakkabı outlet'inde çalışıyormuş.
    ...elemanlar buna kaçak ayakkabıları gösterince Tamer o hatunu aramış ve ondan bilgi almış.
    - sen ne anlarsın ki ayakkabı işinden, vardır bi bityeniği ... bulaşma! ..dedim ama sallamadı, herifin gözünü para bürümüş.

    - olm elemanlar çiftini 100-150 dolara veriyor, outlet'te ise etiket fiyatı 350-400 dolar ... adamlardan malı alıp orada satıcam. Paraya para demiycem ... diye tepiniyor.
    - ee? benden ne istiyorsun...diye sordum.

    Arabamı istiyormuş, ayakkabıları alıp N.J'ye götürecekmiş. Pek gönüllü olmadım tabi, çünkü Tamer adı üzerinde O.Ç ... ona güvenilmez ki ... ama herif bir kere yapışmış yakama. Bırakmıyor ...
    - Al be al ... Allah belanı versin diye anahtarları attım kafasına, çektirdi gitti.

    Akşam oldu, Tamer ortalıkta yok ... gece boyu da eve gelmedi. Sabah oldu ... işe gidiyorum ... herif yok. İşe gittim, oradan çıkıp okula uğradım, eve geldim .. üzerimi değiştirdim ... çıktım ... eleman yok ... hatun ile takıldım ... eleman yok ... eve döndük, vurup kafayı uyuduk ... eleman yok.

    Tamer o hafta sonu (super bowl h.sonu) çıktı ortaya. Bana 50 dolar attı.
    - araba aşağıda, depoyu fulledim ... arabayı da yıkattım. Bu da kira bedeli.
    ...vay be ... herif harbiden bulmuş parayı. Baktım cebinde bi tomar dolar .. hem de nakit.
    - naaptın be? ...diye sordum.

    Elemanlardan almış ayakkabıları, götürüp satmış. Eski hatunu ona yardım etmiş, iki dakikada okutmuşlar malı.
    - ee? dedim
    - şans yüzümüze güldü olm, şimdi Atlantic City'e gidiyorum ... kumar masasında parayı ikiye - üçe katlıycam.
    - olm kumarhaneye karşı oynanır mı? sen malmısın? seni katlarlar orada ... dedim ama sallamadı, çekti gitti.

    bana ne? ...haybeden 50 dolar almışım ... onu da hemen aşağı inip bookie'yi bulup (evin altındaki bar'da) Ram's'a yatırdım. Nasıl olsa para haybeden gelmiş, Ram's'ta 1,5/3 veriyor ... kazanırsam cebim biraz para görecek (kazandım) kaybedersem de nasıl olsa o para haybeden gelmiş (O.Ç.Tamer'in parası) havasındayım.

    Ben o pazarı evde maç izleyerek ve leşlenerek geçirirken Tamer 'de doğu yakasının kumar cenneti Atlantic City'de barbut atıyordu. Bilin bakalım ne oldu? (sonuçta) ... Ram's kazandığı için bookie'den paramı aldım, pazar akşamını suratımda bir gülümseme ile geçirdim ve pazartesi günü Tamer eve kuruşsuz geri döndü.
    ...bütün parayı kumarhane'de bırakmış, eve geri dönüş tren parasını bile kız arkadaşı ödemiş ... o derece sıfırlamış yani.

    - salla, bir kaç parti daha ayakkabı satarsın ... gene para kazanırsın! ...dedim.
    - nah satarım! ... diye cevap verdi?
    - neden ki?

    meğer Tamer kumarhane'de sadece kar ettiği miktarı değil, elemanlardan aldığı ayakkabıların ana parasını da, yani sermayeyi'de tüketmiş.
    - bana 7-8.000 verirmisin? elemanlara o parayı atarsam bana daha fazla mal verirler ..demez mi?
    - ya bi s*kt*r git ... diyerek kesin şekilde tersledim bunu. Tamer'e değil borç vermek, ona topal eşeğimi bile emanet etmem.
    - iyi be... bulurum bi çaresini, zaten o d*ll*m*lar beni nereden bulup çıkartacak ki?
    - olm .. akıllı ol, herifler seni yakalarsa ezerler ... dedim ... ama sallamadı tabi.

    ...aradan günler geçti. Tamer 5.caddede dandik ipek kravat satıyor, east side'a gidip turistlere harita ve I Luv N.Y t-shirtleri falan kakalıyor. Sonra bir telefon çaldı.
    - alo?

    Arayan riverside hastanesi ... dandik bir halk kliniği/travma merkezi. Dediler ki burada biri yatıyor ve sizi yakını olarak bidirdi.
    - eŞŞedü???

    atladım gittim tabi ... bir de baktım ki bizim O.Ç.Tamer acil serviste yatıyor. Bunu bir dövmüşler, bir dövmüşler ki ... efsane! Elemanın kafa olmuş diyarbakır karpuzu kadar, gözleri öyle kapanmış ki önünü göremiyor, ağzı ... burnu kırılmış.
    ...bunu yakalamışlar, iyice bir dövmüşler ... sonra da soyup ayakkabısız, pantalonsuz, donsuz acil servisin önüne atmışlar.
    - gece burada kalacak, sabaha kadar beyin sarsıntısı falan geçirmezse yollarız. ...dediler.

    ...gittim baktım, bizim eleman bitmiş, tek taşa dönüyor.
    - ölecek mi? ...dye sordum (bi umut işte)
    - yok ölmez ama epey bir yatar, sonrasında da belki estetik ameliyat gerekir ...demezler mi? (bkn.pıFFF)

    ...bastım gittim eve.
    Sabah işe gittim, akşam üzeri de evden giyecek bir şeyler alıp hastaneye yollandım. Baktım Tamer ölmemiş, onun taburcu işlemlerini yaparlarken elemanı giydirdim ... ondan arta kalanları arabaya koyup eve bastım.

    Bunu yatırdım ... yatış o yatış ... eleman arada ona bıraktığım noodle'ı falan yemek ve ç*ş* kalkmak dışında başını yastıktan havalandırmadan belki on gün yattı. On gün sonra kalktığında da yüzü Godzilla gibiydi ... dişleri kırık, burnu kırık, kaburgası çatlak ... her tarafı hala çürük.
    ...ama artık konuşabiliyor.

    - ne oldu?
    ...ayakkabıcılar meğer "ciddi" abilermiş ... ve bir gün bu tezgahı kapatıp eve dönerken bizim elemanı kaldırmışlar. Bir güzel dövüp önüne adisyonu koymuşlar ... bizden aldığın malın bedeli bu, haftada şu kadar para ve o para için de bu kadar faiz ödeyeceksin. Ödemezsen, ödemeyi geciktirirsen bu defa da bacaklarını kırarız ... demişler.
    ...auwwww

    sonra aklıma geldi...
    - sen böyle adamları tanımazsın, ben de tanımam ... peki sen bu "ciddi" abiler ile nasıl tanıştın ki?
    ...ne dese beğenirsiniz?
    - Mr.Kim bizi tanıştırdı.

    başladım gülmeye ... ceton bende anında düştü tabi.
    ... olay şu şekilde gerçekleşmiş.

    Mr.Kim Tamer'den nefret ediyor. Ondan intikam alması lazım ... ama nasıl? Eleman bizim O.Ç.Tamer'in karakterini (ya da karaktersizliğini) çözmüş ... bu zaaf'tan faydalanmaya karar vermiş. Tamer'e gitmiş ve demiş ki ...
    - ben seninle barışmak istiyorum, seni para kazanacağın adamlar ile tanıştırayım ... sen de bana kötü davranmayı bırak.

    Tamer bunu kabul etmiş (bkn.aşırı ve nedensiz kendine güven) ve Mr.Kim'in tanıştırdığı -ciddi- abiler'in iş teklifine balıklama atlamış. Sonrası malum ... bizim eleman nefsine hakim olamadığı için işi batırmış (...ki zaten bu da Mr.Kim'in umduğu şeymiş) ve -ciddi- abiler de başlamış Tamer'i aramaya.
    ...eee? Mr.Kim Tamer'i tanıyor ... evinin yerini biliyor (üst kat) ...nerede işporta tezgahı açtığını falan hep biliyor ...tabi hemen almış -ciddi- abileri, Tamer'in yanına götürmüş ve abiler onu paketlerken de bol bol kahkaha atmış.

    ...vay be! İ**e Kore'liye bak ... adam resmen suikast planlamış.
    Eleman ile konuşuyoruz, adam gülmekten yapıp ettiklerini anlatamıyor, o derece eğleniyor yani.
    ...yalan yok ...ben de güldüm, sonuçta Tamer kendi kendini yakmış ne gülmeyecem ki?

    Hikayenin sonu : Tamer aylarca kazandığı her kuruşu -ciddi- abilere taşıdı, ta ki onlar "tamam, borcun kapandı" diyene kadar gık çıkarmadan çaldı - çırptı ve borcunu ödedi. Abiler ona öyle söylediği için Mr.Kim'e asla bulaşmadı (sıkıyorsa bulaşsın) ve arada sırada -sola dönülmez- işareti gibi duran burnu için (öyle yamuk kaynamıştı burnu) söylense de halinden pek şikayetçi olmadı.

    ...burnundan dolayı artık çok pis horladığı için o kış sonu başka eve taşınma kararı almış ve kararımı da uygulamıştım. Doğal olarak O.Ç.Tamer'i epey uzun bir süre görmedim ... bağlantımız kopmadıysa da epey zayıfladı ... ama bu ayrı bir hikaye tabi.

    Sonuç : Kore'li : 1 / Tamer : 1

    ...kıssadan hisse = Rakibinizi asla küçümsemeyin.
  10. Kaan Yagizer
    ...yaz akşamı , havada hafif bir meltem olmasa aslında iyice yapış yapış olacağız ama Allahtan azıcık esiyor hava.
    Parayı, pass'ı falan boyundaki keseye koymuşum. Ne de olsa Pire'nin yankesecileri meşhur, onları gereksiz yere memnun etmenin alemi yok, öyle değil mi?
    Üç kişi gemiden inmişiz, telsizci, üçüncü ve ben ... Marina'ya gidip güzel bir masa donatalım kendimize diyoruz. En azından lumbar ağzındaki muhabbet bu yönde.
    Ticari liman pire'ye biraz uzak olduğu için taksi ile kent merkezine yakın bir yerlere ulaşıp sonra yola yürüyerek devam etme kararı almıştık ... iyi ki de öyle yapmışız. Yunanistan'ın trafiği kimi zaman bizden beterdir, o akşam da işte öyle müstesna akşamlardan biri.
    Kente dalıp hafif yokuştan aşağı, denize doğru yürürken sokaklarda normalden daha fazla insan olduğunu fark ediyorum. Sadece insanlar da değil, ufak "teneke" orkestralar kafalarına göre -kakafonik- müzik yapıyor ve millet cici elbiselerini giymiş, sokaklarda dans ediyor.
    ...hay bin kunduz ... festival'e denk gelmişiz.

    Off yaaa!

    Marna'ya bir indik ki ... auwww ... orada durum daha da vahim. Lokantalar, meyhaneler ağzına kadar dolu... bizim masa kurma hayali yalan olmuş.

    Yunanlılar normalde akşam yemeğine 21,00 gibi oturur ve masadan da 00,30 - 01,00 gibi kalkar, yani bizim alışkanlığımızın tersine lokantalar bir masatyı gecede birden fazla kere satamaz. Bunu bildiğimiz için görece erken yola çıkmış ama festival olduğunu bilmediğimiz için (o zamanlarda millet masaya erken oturur) açıkta kalmıştık.
    ...Burger King'e gidecek halimiz yok ki ... karnım da aç, ne yapalım?

    Mecburen etraftaki büfelere falan dadandık, bir şeyler yedik ... birer eşek birası kapıp deniz kıyısındaki park'a gittik.



    ...işte milet eğleniyor, canlı müzk falan da var ... biz de takılıyoruz öylesine. Kafamızdaki plan bu değildi ama ne yapalım? Oturup ağlayacak halimizde yok ki.

    Sonra -danK- bir şey resmen kafamda patladı ....! NOLUYO LAN!!
    ...kim vurdu diye baktım, beyaz elbiseli, saçı çiçeklerle süslü bir hatun geberiyor gülmekten ... elinde mukavva (veya onun gibi bir şey işte) boru kılıklı bi alet var, kurdeleler falan sarılmış o mukavvaya ... göz göze geldik ... boruyu gözümün önünde salladı, döndü arkasını gitti.

    - Naptın kadına be?!? ...diye sordu arkadaşlar, napicam ya? Öyle oturuyorum işte ... tanımam etmem manyağı. Akşam vakti bulaşmayayım şimdi falan dedim, poşetten bir bira daha çıkardım, açtım ... ikinci biramın ortasındayım ki ...

    -danK- ...bir kere daha .... aAaAaAaAa dedm ... s*k*r*m ortasını, nedir lan bu!
    - ben yolarım bunun saçını başını abicim ... diye atarlandım.

    Arkadaşlar saçmalama falan diyerek sakinleştirdi beni ... hatun hala geberiyor gülmekten. Şeytan diyor, al oradan bi taş, akıt pekmezini ... kendi halimde oturuyorum, ne bulaşıyorsun yahu?
    - bu gelecek, bak görürsünüz ... taktı kafaya ... gelecek gene.

    ...ya saçmalama, olmadı gidelim ... kavga çıkarmayalım falan dedilerse de sallamadım. Bir kere daha kafama vu-ra-ma-ya-cak ... nokta.
    Kalktım yerimden gidip hemen yakındaki bayiden bir TaNea (bizim Hürriyet gibi bir gazete) aldım ... ortadan katladım, içine azıcık bira döktüm, bir kere daha katlayıp bacağımın altında iyice sıkıştırdım.

    Takılıyorum ama gözüm hatunda, bir kere daha gelirse .....
    ....geldi de, on dakika falan ya geçti, ya geçmedi ... baktım kuşa dalacak kedi misali ufaktan yanaşıyor, menzile girmesini bekledim (bkn.avcıya pusu atmak) tam elindeki kurdelalı mukavva'yı kaldırmıştı ki bacağımın altından çektiğim TaNea'yı Bizans tekfuruna "bu babam için, bu da emmim için ..ama esas bu köyün delisi için..." dalan Kara Murat tadında tam da ağzının ortasına çaktım.

    ...resmen çTONK! etti gazete, deli yunanlı hatundan "ohş" diye bir ses çıktı, ben de zafer nidası patlattım -niHAHoHo- böyle bir afalladı, şaşırdı, olduğu yerde sallandı ... elimdeki gazeteyi gösterip havladım ona.
    - Malaka!!! (pis bir küfürdür...)

    ...döndü gitti.
    muHaHaHaHa!!! kim demiş intikam tatsızdır diye?

    Epey bir güldük ... geyik de yaptık sonra.
    - senden iyi tenisçi olur, nasıl çaktın öyle gelişine?
    ...falan - filan.

    Sonra kalktık, bir taksi bulana kadar yürüdük ... arkasından da gemiye döndük. Sabah kalktık, kahvaltı ediyoruz ... çocuklar benim vukuatı anlatmaya başlamaz mı?
    - ya ne gerek var? ...falan dedim ama efendi kaptan'a ballandıra ballandıra anlatıyorlar.

    - sonra efendi kaptanım, bir de baktık bizim üçüncü böyle resmen havada perende atıp Jackie Chan gibi hatuna bi çaktı... baktık ki aPLa ayakkabılarından çıkmış ... Allah bilir hala yere düşmemiştir ... o derece yani.

    efendi kaptan bunları dinledi dinledi ... sonra bana baktı ve basit bir soru sordu.
    - üçüncüm, Haloa nedir biliyor musunuz?
    - bilmiyorum efendim .. dedim (bilmiyordum harbiden)
    - peki ... dedi sakince, ama hava değişmiş. Sessizce kahvaltıyı ettik.

    Doğal olarak araştırdık .... Haloa nedir? Neyin nesidir? Meğer Haloa kadınların festivaliymiş, kadınlar o gün/gece boyunca başta serbest konuşma ve canları ne çekerse yapma olmak üzere bir çeşit -dokunulmazlık- kazanırmış.
    ... işin daha da kötüsü, o mukavva boru vardı ya? Hani üzerine kurdelere sarılı olan ... o şey ile seçtikleri erkeğe vurur ve onu kendisi ile birlikte -eğlenmeye- çağırırlarmış.

    Yani ben iki kere davet alıp, davet'e icap etmemişim ... üçüncü davet denemesini ise şiddet ile cevaplamışım.
    ...kısmet nasıl tepilir? Islak TaNea ile kısmetin ağzının ortasına vurularak

    Sonuç : İşte cehalet böyle bir şey

    http://en.wikipedia.org/wiki/Haloa_%28festival%29
  11. Kaan Yagizer
    Beyrut limanı ... iç savaş devam ediyor ve liman bölgesi neredeyse terk edilmiş durumda. Yanmış bir çimento mikseri'nin gölgesinde bazen piknik yapıyoruz. Darı kamyonları gelip yüklerini alıyor ve karanlığa kalmadan geri dönmek için limanı acele ile terk ediyorlar. Kimi kuzey'e bekaa'ya doğru gidiyor, kimsi ise batı'ya ... mülteci kamplarına.

    - Ne buldum? Biliyonuz mu?
    Kamarotumuz biraz yarım akıllı olduğu için onu pek sallamıyoruz. Aslında iyi çocuk ama bilirsiniz işte, aklı lodos yemiş yosun gibi gidip - geliyor. Bir poşet taze ceviz almışız, gölgede oturmuş çekiç ile ceviz kırıp eŞek öldüren olarak tabir edilebilecek nefasetteki lübnan şarabı ile taze ceviz yiyiyoruz.

    - ne buldun?
    bizimkisi sırıttı, başladı olduğu yerde tepinmeye...
    - bakın!

    ...baktık. Elinde pembe renkli beyaz bir kutu. Kutu beyaz şeritler ile süslenmiş ve üzerinde bir de isim var ... "Nike"
    - nereden buldun lan bunu?

    başı ile arkasında bir yerleri işaret etti...
    - oradan!

    üsteledik...
    - daha ne kadar var peki?
    - bi konteyner dolusu...

    toplu bir "haSSSSSSSS" çekip ayaklandık, yapıştık kamarot'un yakasına...
    - hemen göster o konteyneri...

    Konteynerlerin üzerinde gönderici / alıcı veya gideceği adres bilgisi (güvenlik nedenleri ile...) yazmaz. Sadece onu taşıyan geminin uluslar arası kimlik numarasını ve bir de konşimentoda ki referans numarasını görebilirsiniz.

    ID : 13841083
    Ref : QW12AC165t782VyV16 ... gibi.

    Elinizde bir yük takip cetveli varsa ya da bu tür "gizli" ticari bilgiye ulaşma şansına sahipseniz bu harf/rakam dizini ile o konteynerin içinde ne bulunduğu bilgisine ulaşabilirsiniz. Aksi durumda ... avucunuzu yalarsınız.

    Yani bizim durum kabaca şu ...

    İç savaş nedeni ile kaos'a düşmüş bir ülkenin (Lübnan) en işlek limanında (Beyrut) yarım akıllı bir her*el* tarafınca (bizim kamarot) bir konteyner Nike ayakkabı keşfedilmiş. Liman defalarca bombalanmış, görevliler ya kaçmış ya da taraflardan birisine katılmış ... bir miktar BM askeri var ama onlar konteynerlerin, ya da konteynerlerden arta kalanların güvenliğini sağlamak ile falan ilgilenmiyorlar.

    ...yani ayakkabıları -millileştirebiliriz- nıHaHoHo!!!

    Kamarotu takip ederek konteyneri bulduk. Sol üst köşeden bir isabet almış, büyük ihtimal ile şarapnel ... kapağın üst kısmı sardelye kutusu gibi açılmış. Aradan baktık ... içerisi gerçekten silme ayakkabı dolu.





    ...parayı bulduk leyn!!! ...havasındayız.

    Parayı bulduk ama geminin geri kalanının desteğini almadan o iş hallolmaz. Hemen topukladık geriye ... gidip lostromo'yu bulduk, durumu anlattık. Adam eski kurt, neler görmüş geçirmiş ... hemen gidip baktı konteynere....
    - çenenizi kapatın, ne yapacağımızı ... nasıl yapacağımızı ben söylerim ... dedi.

    ...başladık beklemeye. Sabırsızlanıyoruz tabi, hesap falan da yapıyoruz.

    - Konteyner içten içe 12,5 metre uzunlukta, 2,5m genişlikte ve 2,5metre yükseklikte. Silme dolu olduğuna göre en az 14,000 kutu alır. Şarapnel yedi, yağmurda malın bir kısmı ıslandı diyelim ... kötü hesap yapalım ... 10,000 kutu sağlam kalmış olsun. Türkiye'de 100 doların altında Nike yok, biz yarı fiyatına sattık diyelim ... ne yapar bu? Yarım milyon dolar ... kaç personel var gemide? 32 ... yani adam başı düşer 15,000dolar.
    - iyi para be!
    - öyle valla...

    Anlayacağınız 15,000 doları cebime koymuş gibi keyifleniyorum. Haber gemide yayılmış, insanlar şimdiden o para ile yapacaklarını düşünmeye başlamış. Kimi karı - kız ile ezerim, nasıl olsa haybeden geldi diyor ... kimi peşinat yapıp memlekette bir arsa falan alırım havasında.

    - sol tek!
    Lostromo'nun verdiği haber buydu...
    - konteynerin içindeki bütün ayakkabılar "sol tek" ... kapağı açtık, malı kontrol ettik. Sonra da durum anlaşılmasın diye sıkıca kapattık.
    - ee? ne yapıcaz şimdi?

    Lostromo kaçın kurrası ... onda çözüm bitmez.
    - Sağ tekleri belli ki başka bir konteyner ile yollamışlar. Büyük ihtimal ile konteynerin rengi ve nakliyeci firması da farklıdır (güvenlik için) , ama gene de onu bulabiliriz.
    - Nasıl?
    - Kapağın üzerindeki gemi I.D'si le (I.D : Kimlik)

    Lostromo haklı, başka renk ve başka konşimento numaralı olsa da iki konteyneri aynı gemi getirdiyse kapaktaki I.D numarası da aynı olacaktır. Yani yapmamız gereken bizim bulduğumuz Nike konteynerinin kapağında yazan "ID:13841083" bilgisine sahip diğer konteyneri veya konteynerleri bulmak.
    ...işin ucunda yarım milyon dolar var, bulmazmıyız yahu?

    Başladık aramaya...

    Kimseye çaktırmadan ikili - üçlü devriye çıkarıyoruz limana. Bir yandan işimizi yapıyor, diğer yandan korsan yavrusu havasında liman sahasını hallaç pamuğu gibi atıyoruz.

    ...yok lan yok!

    nerede bu ikinci konteyner?

    bir hafta kadar sonra (ikinci arama turunun sonuna doğru) teoriler üretmeye başladık.
    - belki ikinci konteyner gönderilmeden savaş çıkmıştır...
    - belki sağ tekleri gümrükten çektiler ama sol tekleri alamadan durum b*k* sardı

    ... aslında dilimiz varmıyor ama esas ihtimal herkesin aklında.
    "Sol konteyneri "A" gemisi ile ve Sağ konteyneri de "B" şirketi ile yollamış olabilirler mi?"

    ...eğer öyleyse ikinci konteyneri hayatta bulamayız.
    Pes etmek yok tabi ... aramayı sürdürdük ... sürdürdük ... sürdürdükkkkk
    - yok, yok, yok....

    ... her birimiz limanda en az 1,000Km yol yapmıştır diyeyim (yaya olarak) durumumuzu siz anlayın (içler acıklısı)

    Nerdeyse bir ay boyunca liman bölgesini aradık, yanmış anterpolara bile girdik ama yok, yok, yok... yapılabilecek tek şey manyağa vurup dalga geçmek.
    - sadece sağ tek satan dükkan açsak iş yapabilir miyiz acaba?
    - içine ampul falan taksak bu ayakkabıları dekoratif amaçlar ile satabilir miyiz?

    ... ne b*kt*n bir durumdur bu? Heves nasıl kursakta kalır?
    İşimiz bitip çektirip giderken kimsenin ağzını bıçak açmıyordu, herkes sanki cebinden 15,000 dolar eksilmiş kadar mutsuzdu, savaş alanından eve sağ salim dönmenin keyfini bile yaşayamıyorduk dersem bilmem inanır mısınız?
    ...pIFFFF (bkn.gitti paracıklar)
  12. Kaan Yagizer
    Sub-Sahara (kabaca: Sahra Altı) gavurlar! Sahra çölünün güneyindeki "araplaşmamış" Afrika'ya böyle diyor. Aslında bu terim genelde Kuzey-batı bölgesi, yani Nijerya - Nijer - Burkina Faso - Gana - Togo - Moritanya vs. için de kullanılıyor. Anlayacağınız Afrika'nın genelinde görülen karmaşa terminolojide de yerini almış.



    Vize'mi almışım (sanki oralarda kalmak istermişim gibi bir de vize uygulaması koymazlar mı? ....komiksiniz be!) ...üstüne benim gariban -sarı- defteri de mühürletmişim. Sarı defter ottan - b*kt*n yerlere gidiyorsanız yanınızda olmazsa olmaz bulunmalı. Ateşli Humma, Dizanteri , Uyku Hastalığı, Malarya, Tifo , Kolera vs.vs. özellikle Batı Afrika/Sub-Sahara bölgesi bu hastalıkların kol-kola girip sınır tanımadan halay çektikleri bir coğrafya. (bkn...tey-tey-tey çeken virüsler)



    THY ile Akra'ya (Accra) uçacağız, orada bir gün mola ... ardından kuzey/kuzey batı'ya topuk. Bize Akra'da katılcak olan arkadaş ile birlikte Abidjan'a uğrayacak (Fildişi Sahili) ve Abidjan'dan sonra da gene kuzey'e Monrovia'ya yöneleceğiz. Akra'dan Abidjan 500km falan, oradan da Monrovia 1,000km kadar çekiyor. Dönüşte Abidjan'da aracı bırakacağız, THY Akra'dan kalkıp önce Abidjan'a uğruyor, sonra da İstanbul'a uçuyor ... haybeden 500km daha yapmaya gerek yok.

    ...öyle de yaptık. Uçuş millerini kullanarak bizim -ezik- biletleri upgrade ettirdik, pilotun az gerisine kurulup koca k*çl*rımızı deri koltuklara serdik ve İstanbul'dan Akra'ya efendi gibi uçtuk. Premium yolcusu olduğumuz için gümrükten hızlıca geçip kendimizi dışarı, havalanının köhne binasının kapısında bizi bekleyen arkadaşın yanına hemencecik attık.

    ..hoş beş, bavul yerleştirme vs. sonrasında laguna'ya geçip (Akra'da bir bölge) DNR'da masa kurduk ... DNR her ne kadar ismi -kitapçı- gibi olsa da aslında bir Türk restorant'ı ... günde 20 saat, haftada 7 gün açık ve sub-sahara'da iş yapan her türk o mekanı bilir. O derece yani. Evden uzakta ev yemekleri + beleş wifi ... DNR bilinmez mi?

    Ne yaparız? Nasıl yaparız? falan diyoruz ... bir yerli şoför ve Akra'da ki bağlantımız ile birlikte tek araç ile çıkmaya karar veriyoruz.

    Abidjan'da iki kamyon ile buluşacağız, gemi ile Fildişi Sahiline gelen mallar ile birlikte Liberia'ya gidilecek. Gece'yi Akra'daki kanka'nın evinde geçirip sabah erkenden L.Cruiser'e doluşuyoruz ve çok geçmeden Akra arkamızda kalıyor.

    Aracı Philip (yerel bağlantı) kullanıyor, muhabbet edecek çok fazla bir şey de olmadığı için burnumu cama dayıyor o bildik (...ve sevdiğim) Afrika'yı seyretmeye başlıyorum. Kabile renklerine bürünmüş kadınlar yol kenarında meyve, sigara, masa örtüsü, duvar saati ve tütsülenmiş bir şey eti satıyorlar ... her kavşak seyyar satıcılar ile dolu. Biz de biraz muz alıyoruz ama fazla yemiyorum, yeşil muz'a abanırsan motor conta yakar ... tecrübe ile sabit.

    ...en iyisi şişe suyu + cigara. Öyle devam ediyorum.

    2,500km yol normal koşullarda hiç br şey değil, kassanız bir günde yaparsınız (Türkiye'de) ama mekan Afrika olunca konu değişiyor ... o coğrafyada 2,500km bir hafta'da demek olabilir, bir ömür de.

    Gana sınırında pasaport kontrolüne fazla takılmadan geçiyoruz, pasaportların içine konan 10USD yol barikatının kolayca kalkmasını sağlıyor, çıkış damgası alıp geçiyoruz. Fildişi tarafında da transit vizesi ve damgası alıyoruz, bu defa 50USD buharlaşıyor ve o buhar pasaportlarımıza vize+damga olarak geri dönüyor.

    ...yeniden seyyar satıcılar, trafik ve bozuk yollar. Telefonda arkadaşlar ile konuşuyoruz, konteynerleri yüklemişler ... bizi bekliyorlarmış. İyi diyoruz, akşama orada oluruz. Kötü yol kalitesi, Afrikalı şoförlerin berbat direksiyon kontrolü ve sıfır aydınlatma nedeni ile kara kıta'da özellikle geceleri yolculuk yapmak akıl karı değil, ama biraz abanıyor ve hava karardığında Abidjan'a ulaşmış oluyoruz.
    - İyi geldik be... diye birbirimizi tebrik ediyoruz.

    Ibis'te konaklayıp (evet orada da Ibis var) sabah TIR'lar ile buluşuyoruz. Cruiser önde, epey yaşlı ama hala faal durumdaki TIR'lar arkada yola çıkıyoruz. Kuzey batı'ya doğru gittikçe yol kalitesi kötü'den berbat'a doğru yöneliyor ve kimi zaman ortalıkta yol falan da kalmıyor. Allahtan Philip bu rota'yı bir kaç kere kat etmiş, ileride gene yol başlıyor diyor ... nerede? diye soruyoruz ... eli ile ileriyi işaret ediyor.
    - İleride işte ...

    Fildişi kısmen güvenli, Liberia'da ise bitmek bilmez iç savaşlar arasında arada sırada yaşanan o aldatıcı sükunet durumu var ... ama Afrika'da sınırlar görecelidir ... hele ki kabileniz veya geçim kaynaklarınız sınır tarafınca bölünmüşse.

    Haritalar çizilirken kabileler, etnik ve/veya dini yönelimler göz ardı edilerek dümdüz çizgiler çekilmiş. Kabile bir tarafta kalmış, otlaklar ve su ise karşı tarafta (ya da tam tersi) veya bir etnik grup kendini A ülkesinde çoğunluk, B ülkesinde de azınlık olarak bulmuş ... hala süren onca yerel ve iç savaşın en önemli nedenlerinden birisi bu işte ... berbat çizilmiş sınırlar (en azından ilk 5'e girer)

    Doğal olarak Liberia sınırına doğru ilerlerken hafiften geriliyoruz. Sınırın öbür tarafında gene b*kl*k başladıysa öğrenmek istiyoruz ama bunun pek verimli bir yolu da yok. Gidince göreceğiz işte...

    Liberia sınırında bizi kötü haber bekliyor. Sınır görevlileri kaçmış ... Fildişi tarafında araçları park edip askerler ile konuşuyoruz ... bir gün önce silah sesleri gelmiş, sonra bakmışlar ki sınırın Liberia tarafında asker/gümrükçü kalmamış.
    ...durum biraz netleşene kadar bekleme kararı alıyoruz. Araçları fildişi ordusunun kendi araçlarını tuttuğu duvarla çevrili avlu'ya çekip (toprak duvarlar) karakolun arkasındaki café'ye yerleşiyoruz.

    André ... café'nin sahibi - işletmecisi ve şefi bize kırık dökük ingilizcesi ile biraz daha bilgi veriyor. Mel ve Kru'lar arasında "hayvan hırsızlığı" nedeni ile çatışma çıkmış. Mel ve Kru'lar bölgedeki etkin kabileler ... iş büyümesin, sonradan hükümet suçlanmasın diye sınırı kapatıp askerleri geri çekmişler.
    - Bir kaç gün bekleyin, belki de bir hafta ... her şey normale döner... diyor.

    Normal ile kastettiği ne bilinmez? Ama kendimizi ve malzemeyi kabileler arasındaki bir çatışmanın ortasına atmayı düşünmediğimiz için öyle yapıyoruz. André konuk sever bir evsahibi ... bizi, bizden de öte yanımızdaki dolarları pek seviyor. Mangal yapıyor ve Fildişi'li askerleri de mangal'a davet ediyoruz. Yanlarında bolca bira getiriyorlar ve birlikte kafa çekip keçi eti pişiriyoruz.
    ...hala beyaz adam'dan çekiniyorlar, çekinmiyor olsalar da nasıl desem? saygı ile yaklaşıyorlar ... ama buzları kısa zamanda kırıyoruz. Bizim -kasan- tipler olmadığımızı kısa zamanda fark ediyorlar.

    Günler kısa zamanda rutin'e oturuyor. Akşam hamakta (cibinlik gererek) uyuyoruz, André zaten café'nin arka tarafında ailesi ile birlikte yaşıyor. Kahvaltıyı hazırlıyorlar, hep bilikte karnımızı doyuruyoruz bazen karakol'dan da askerler geliyor. André'nin karısı küçük tatlı mısırları acaip güzel pişiriyor ve bende onları pek seviyorum. Günün geri kalanında André'nin radyosundan haber ve müzik dinleyerek café'de takılıyoruz. Genelde king atıyoruz, bazen de uyukluyoruz. Akşamları topluca yemek ve içki, kimi zaman biraz hoş vakit geçirmek isteyen -yerel- misafirler de uğruyor ... takılıyoruz işte.



    beşinci günün sabahı Liberia'lı askerler görev başı yapıyor ... ortam sakinleşmiş (görece) fırsat bu fırsat diyerek André ile vedalaşıyor, fildişinden çıkış yapıp pasaport içine konan -destek- belgeleri ile birlikte sınırı geçiyoruz.

    Teoride Monrovia'ya kadar önümüzde ki yol açık ... Philip "iki günde gideriz" ... diyor ... "ya da üç" ama en fazla "dört"

    Yol çalılıklar arasında kimi zaman görünüp kaybolan bir çizgi .... akşam olurken bir yol kenarı istasyonunda konaklıyoruz ... varillerden el pompası ile mazot alıyor ve 5 dolar karşılığı tutulan bekçilerin korumasında geceyi orada geçiriyoruz.
    - bekçi diye tuttuğumuz bu elemanlar bizi soyarsa ne gırgır olur di mi? ... geyiği dönüyorsa da elemanlar sağlam çıkıyor. Soyulmuyoruz.

    Yolculuk hadisesiz devam ediyor, sırası ile önce ilk TIR, sonra da ikinci TIR arıza yapıyor. Neredeyse yarım günü onları yeniden faal hale getimek için çalışıyor ve ikinci günü de bir başka istasyon'da geçiriyoruz. Teneke bir baraka'da, mangalda pişirilen ve tülben ile süzülen kahve'yi içip (acaip lezzetliydi) bolca KOV sürünerek cibinliklere sarınıyor ve yeniden arabanın içinde uykuya dalıyoruz.

    ...sonunda Monrovia.

    Kent 25 raunt boyunca dayak yemiş boksör gibi. Yıllar süren iç savaşın izleri her binada, her köşe başında kendini gösteriyor. Kent girişinde bizi bekleyen elçilik görevlileri ile buluşup (Koruma Polisleri) onların peşine takılıyor ve İç İşleri bakanlığına gidiyoruz.

    Monrovia'da elçiliğimiz yok (o tarihte...şimdi var mı bilmiyorum) Abidjan oradaki haklarımızı da takip ediyor. Elçilik kaleminden iki görevli bizden önce gelmişler,onlar ve bakan yardımcısı tarafınca karşılanıyoruz.

    Bakanlığın kademesinde TIR'lar boşaltılıyor ... yedek parçalar indirilip depolara kaldırılıyor. Ufak bir teslim töreni yapıyor ve teslim/tesellüm belgelerini imzalatıyoruz. Bakan yardımcısı elçilik görevlilerini akşam yemeğine çağırıyor (bizi davet etmiyor ... aman cennet canımıza minnet) TIR şoförlerine paralarını ödüyor Cruiser'e atlayıp Santa Ana'ya (kent merkezine yakın) gidiyoruz.

    ...su kötü kokuyor olsa da günler sonra yıkanmak ne lüks bir şeymiş be!

    Gece otel'de kalıyor (güvenlik nedeni ile...) ve sabah olunca yeniden Cruiser'e doluşuyoruz. Artık yanımızda tempomuzu düşüren TIR'lar olmadığı için güney'e yolculuk çok daha hızlı ... üç günde geçtiğimiz yolu bir tek güne sığdırıyor ve akşam olurken André'nin mekanına kapağı atıyoruz.

    ...eleman bizi kırk yıllık dost gibi sarılıp sırtımıza vurarak karşılıyor ... hemen mangal yakılıyor, bir keçi boğazlanıyor ve biz de hamaklarımızı geriyoruz.

    Sabah André bizi "gene gelin!" diye uğurluyor ... mecbur kalmazsak gelmeyeceğiz tabi ... deli mi s*kt* bizi? Ama hakkını vermek lazım, André iyi bir adam ... onun kulağını iyi çınlatacağım kesin.

    Cruise bizi Abidjan'a bırakıp Akra'ya doğru yoluna devam ediyor ... bize de otele yerleşmek, bir gece sonra gelecek THY uçağına kadar 24 saat boyunca dinlenmek ve bol bol banyo yapmak kalıyor.

    ...mallar (hibe) teslim edildi, kimse yaralanmadı - ölmedi - mal kaybedilmedi ... iş programından bir kaç gün sarkma oldu ama Afrika standartlarına göre bu hiç bir şey değil ... medeniyete (neredeyse) attık kapağı, THY bizi eve götürecek ... daha iyisi can sağlığı be!!

    ...di mi? :)
  13. Kaan Yagizer
    ...geceyi berbat geçirmişiz zaten. Telefon hatları falan da berbat, sabah olunca dükkana gittim ... hayır, yıkıntı yok ... ama TiVi'de akan haberler berbat. Berbat ne kelime? İçler acısı... ne yapabiliriz ki? Bilmiyorum... o sırada mail kutuma mesaj düştü. Otosan "kriz insiyatifi" başlatmış ... kurulan masayı aradım, biraz konuştuk ... sonra çocuklar ile de konuştuk ve başladık çalışmaya.

    Önce bir liste yaptık ... listedeki ilk kalem ... araç.

    ... 6x2 olmaz, yolların durumunu bilmiyoruz, aradık taradık kamyon işi yapan bir galericide 6x4 hafriyat kamyonu varmış. Kaça satarsın dedik, bi rakam söyledi ... ne için kullanacağımızı söyledik ... hemen ona maliyet rakamına düştü + bize de açıktan -bağış- yaptı.
    - Hayırlı olsun ... dedik (bizim sektörde öyle iş yapılır, hayırlı olsun der ... pazarlığı bitirirsin.) bir arkadaş yolladık ... kamyonu getirecek.

    Sonra başladık gelen haberlere bakmaya, bizim kriz masası ile konuşmaya. Ne lazım? Neye ihtiyaç var? Onu tespit etmeye çalışıyoruz, bir yandan da İstanbul bayileri ile konuşuyoruz, kim bize katılır? Kim parasal ve/veya malzeme desteği sağlar?

    Çocuklar bu arada Valiliğe ulaşmış, kamyonun şase numarasını ve plakasını vermiş. Birini yollayıp aldırdık ... artık kamyonumuzun valilikten onaylı "Hizmet Aracı" belgesi de var.

    Minibüsler ile toptancılara adam yolluyoruz, bayilerden de malzeme - para ve adam geliyor. Saat üç civarı başladık kamyonu yüklemeye, iki büyük ışıldak, jeneratör, plazma kesici, el krikoları, oksijen kesici, bir ton alet (mesela calaskallar) ... tonlarca su, konserve yiyecek, bebek maması, bez, battaniye ve paketlenmiş gıda. Koca kamyon tepeleme doldu ... Otosan'ın kriz masası ile bir kere daha konuştuk. Zaten bizim genel müdür (Ali İhsan bey...) çoktan oraya gitmiş ... akşam olurken tırmandık kamyonun tepesine, bir kamyon ve iki minibüs ile yola çıktık.
    ...moraller hala bozuk ama en azından bir şeyler yapabileceğiz (ya da deneyeceğiz) evde oturup TiVi seyretmekten, tırnak kemirmekten iyidir diyoruz birbirimize. Ama ne ile karşılaşacağız? Henüz kimse bilmiyor.

    Yollar kalabalık, kimileri depremin vurduğu bölgeden kaçıyor, kimileri ise oraya gitmeye çalışıyor. Hava yeni kararmış ki fabrika inşaat alanına ulaştık. Donanma'da ki acil durum merkezi ile koordineli çalışıyorlar ve gelen gönüllüleri sağa - sola gönderiyorlar. Önce yanımızdaki teknik malzemeyi yere indirip istifledik, sonra da Yüzbaşılar'a geçip soğuk hava deposunda çalışmaya başladık.

    Yanımızdaki malzemeyi depo'nun sundurmasına boşalttık, bir kısmımız depoda ki malzemeyi (genelde sebze) sundurmaya çıkartırken diğerileri de devre dışı kalan jeneratörleri ve soğutucuları çalıştırmak için çabalıyor.

    Fark ettik ki jeneratör yakıtı bitene kadar çalışmış, sonra da durmuş.

    ...fabrika'ya geri döndük, durumu anlattık ve Ali İhsan bey'in onayı ile fabrika girişinin hemen yakınındaki Opet'e gidip adamların yakıt tanklarının kilitlerini kırdık. Nöbetleşe el pompası ile çalışarak önce yanımızda getirdiğimiz varilleri doldurduk, sonra da gene Ali İhsan bey'in talimatı ile Opet'e yönlendirilen belediye iş makinalarının depolarını fulledik. (sonrasında çaldığımız o yakıtın bedeli Otosan tarafınca Opet'e ödendi...)

    Yüzbaşılar'a geri dönüp jeneratörü çalıştırdık ... artık soğuk hava deposu o tatsız ama gerekli görev için hazırdı.

    Geri çağırdıkları için fabrika'ya geri döndük ... biraz yemek yedik, biraz elimizi - yüzümüzü temizledik ... sonra Donanma'ya yollandık. Acil durum su hattı pompaları ölmüş ... gidip baktık ... motorlar sağlam, bobin falan yanmamış ama deprem sırasında denize akan veya denizin altında kalan cüruf su girişini tıkamış. Allahtan hava sıcak, soyunup suya girdik ... girişi kapatan ızgaraları söktük, o arada itfaiye de yardıma gelmiş ...devreye tanker ile su basıyorlar (tersinden) biz dışarıdan kürek ile, onlar içeriden basınçlı su ile abanınca çok geçmeden hat temizlendi.

    ...deneme yaptık ... O.K ... böylece deniz kuvvetlerinin acil durum musluklarından deniz suyu da olsa sonuçta su akmaya başladı. Hala yanan noktaları söndürmek için o su elzem ...

    Ana caddeye çıktık, saate baktık ... yakında sabah olacak. Yanımızda kumanya var. Vakıfbank'ın 7/24 ATM cihazının basamağına oturduk, yanımda Levent diye bir arkadaş ... poşette karışık meyve suyu ve yarım ekmeğe sandviç var. ortalıkta pek ışık yok, yolun karşısındaki ev çökmüş, kendi kafasına göre hafiften yanıyor o kadar. El fenerlerimizi kapatıp ekmeğe yamulduk. Sırtımızı da ATM'e dayamışız.

    ...bir artçı vurdu ... zaten 1,000 tane artçı vurduğu için sallamadık tabi. Cam kırılma sesleri falan geldi, öksürük tuttu bizi de. Feneri alıp yaktım ... ulan?!? Levent bembeyaz olmuş ...
    - Un çuvalına mı düştün hanzo? Bu ne hal? ... dedim levent'e ...

    o da yaktı fenerini... bana çevirdi.
    - kendine baksana sen... demez mi?

    ...baktım, evet adam haklı. Ben de toza bulanmışım. Sonra aklımıza gedi, arkama dönüp baktım.

    Sırtımızı dayadığımız ATM cihazı olduğu yerde duruyor ama onun ve bizim üzerimizde yükselen bina artçı deprem sırasında -geriye- doğru devrilmiş, yıkılmış. Az önce orada olan bina artık orada yok! Bina olduğu yere çökse ... ölmüştük, bina yola doğru devrilse ... ölmüştük ... ama geriye doğru devrilmiş ve bizde çizik bile yok.
    ...pıFFF

    Ne yapılır ki?
    Ne denir ki?
    ...çalışmaya devam ettik.

    Belediye Otobüsü kullandık
    Naaş taşıdık
    İş Makinesi Kullandık
    AKUT çağırdı, temel demiri kesmeye gittik
    Kaymakamlık çağırdı hoparlör sistemini tamir ettik
    vs.vs.

    ...üç dört gün sonra dediler ki...
    - işler kontrol altına alındı, evinize dönebilirsiniz.

    ...öyle yaptık. Boşalan kamyonun kasasına doluştuk, kamyon İstanbul'a gelene kadar tentenin altında uyukladık. Biri beni eve bıraktı ... kapıdan girip doğrudan duşa gittim.
    - Bir çöp poşeti getir ... dedim hatuna
    Duşun altında yıkanırken başladım soyunmaya. Kolumdaki saat, ayağımdaki ayakkabı dahil (hatta içinden ehliyeti alıp cüzdanımı da) yani yıkanırken üzerimde ne varda hepsini çöp poşetine doldurdum .... hatun da poşetin ağzını bağlayıp attı hepsini.

    Yıkanmaya devam ettim .... belki bir saat kaldım duş'ta.
    ...çıktım, bir şeyler yedim ama yok ... çok kötü kokuyorum.
    Yeniden duş'a geri döndüm ... bir saat daha.
    - Ekmek çarpsın kokmuyorsun ... diyor hatun ama koku'yu alıyorum abi (siz anladınız ne kokusundan bahsettiğimi)
    ...o geceyi duş ile yatak arasında geçirdim.

    Sabah dükkana gittim, kokuyorum yahu!
    ...bir doktor arkadaşa telefon açtım ...durumu anlattım.
    - O koku senin beyninde, bedenin kokmuyor. Senden başka o koku'yu duyan da yok, kendine biraz zaman tanı ... koku azalacak, öyle olacağını göreceksin. Ama hemen olmayacak ... sabretmen lazım ... dedi.

    Mantıklı...
    ...koku azaldı (hemen değil ama azaldı) aradan bir ay falan geçtiğinde ise artık o koku'yu algılayamıyordum. (...ki bu iyi bir şeydi) ...aradan kaç sene geçti, bilmem inanırmısınız ama o Ağustos'u düşündüğümde hala malum koku'yu -hatırlayabiliyorum- kimi şeyler hafızamda solmuş, bulanıklaşmış ... ama koku? Hayır ... onu hala hatırlıyorum. :(
  14. Kaan Yagizer
    Ev arkadaşım Tamer ile birlikte Doğu Harlem ya da bilinen adı ile Spanish Harlem'de bir depo'da oturuyoruz. Evimize (üç katlı bir bina) girişteki 7/24 açık bir bakkal ile onun yanında ki bar/batakhane karışık mekan'ın arasından, dar bir merdiven ile (aynı anda iki kişi geçemiyor) çıkılıyor. Her katta iki daire var ve her daire kabaca 350m2'lik bir kare şeklinde. Ara bölme yok, duvar yok ... sadece bir tuvalet, o kadar ... doğal olarak yapabileceğiniz en iyi şey orta kısıma bi divan ile tivi koymak, karenin iki uzak ucuna da yatakları yerleştirmek.

    ...alış verişimizi genelde giriş kattaki grocery'den yapıyoruz, koreli bir aile tarafınca işletilen bu nezih! iş yeri ortalama haftada bir soyuluyor olsa da çalınan mal ve para'yı genel olarak fiyatlara yansıtan Mr.Kim durumu fazla -sallamıyor-
    ...eh, o soyulmaktan gücenmiyorsa bize ne? dimi?



    Oturduğumuz yer pek popüler değil, mahalle sakinleri East Harlem için El Barrio (kabaca bizim mahalle) diyor ve aklı başında zenciler bile semtten uzak duruyor. Yani kiralar ucuz ... ki bizim için de önemli olan bu.

    Çalınacak bir şeyimiz olmadığı için (fakiriz işte, ne olmuş?) , WASP (beyaz - anglosakson - protestan) olayı ile de yakından uzaktan alakamız bulunmadığından sorun yaşamıyoruz. Mahallenin çetesi "Purple" ile iyi geçiniyoruz, zaten onlar da 101 ile 116 arasında deyim yerinde ise kuş uçurtmuyor. Yani Purple ile iyiyseniz, El Barrio'da rahat yaşayabilirsiniz.



    Tamer genelde sabahları Mr.Kim'in mağazaya dalıyor ve nasıl olduğunu bilmesem de merak saldığı Kore turşularına dadanıyor. Mr.Kim pek sevdiği ve övündüğü Kimchi'yi tezgahın üzerinde kocaman cam kavanozlarda satıyor ve bizim Tamer dükkana girip kola alıyor, elini kavanoza ayı gibi sokup turşu çalıyor, sigara alıyor ... turşu çalıyor ... hiç bir şey almıyor ... turşu çalıyor.



    ...hayır bir şeye benzese canım yanmayacak. (bkn.zevk meselesi işte)

    Bir gün Mr.Kim'in canına tak ediyor ... bizim Tamer tam elini kavanoza sokmuş, Mr.Kim tezgahın üzerinden sarkıp öğretmen edası ile buna bir tane çakıyor (elinde maşa var...)
    - Turşu çalma artık, yeter! ...diye bağırıyor bizimkine.

    Tamer gururlu falan değil, gururunu yiyeyim herifte onur denen şeyden bile zerre yok ama nedense Mr.Kim'in ona atarlanması bizim elemana koyuyor. Söylenip dolaşıyor ...
    - Dükkanını yakıcam, hem de o içerideyken.

    ...öyle bir şey yapmaması için onu ikna ediyorum. Mr.Kim'i salladığım için değil, herifin iki üst katında oturuyoruz a.q ... manyak herif kundakçılık yapacak, tavuk gibi tütsüleneceğiz. Başka alternatifler öneriyorum ona ...
    - git iş çıkışı böbreğinden bıçakla guuk'u .... falan türünden daha medeni intikam olasılıkları sunuyorum.

    ...üstelik bu plan tutarsa evde tek başıma kalacağım (Tamer hapisteyken arada sırada ziyaretine giderim ... o ayrı)

    Sonra Tamer'in intikam'ı gerçekleşti .... umduğum/tavsiye ettiğim gibi intikam için bıçak kullanmamış olsa da olay efsaneviydi (bence)
    ...her şey şu şekilde gerçekleşiyor.

    Tamer yüzünde pis bir sırıtma ile bakkala dalıyor ... Mr.Kim onu yeni imal edilmiş! b*k* bakar gibi süzüp soruyor.
    - Ne istiyorsun?
    Tamer kapının önünde duran Cadillac'ı işaret ediyor.
    - Arabanı satıyormuşsun, ben almak istiyorum.

    Mr.Kim ufacık bir herif, Cadillac'ı kullanmak için koltuğa basurluların kullandığı simitlerden yerleştiriyor ve arkasında da bir minder koyuyor ... o halde bile yola direksiyonun arasından bakıyor. Ama Cadillac'ı çok seviyor, her gün onu muhakkak yıkıyor, parlatıyor. Yani arabası onun zayıf yanı ve Tamer 'de bunu keşfetmiş.

    Mr.Kim Cadillac'ı satıp yenisini almaya karar vermiş, hatta sipariş ve ön ödemeyi bile yollamış. Ama Mr.Kim (haklı olarak) Tamer'e inanmıyor.
    - Sende para ne gezer turşu hırsızı, yürü - git ... diyor buna.

    Tamer elini cebine atıp yumruk kadar bir para destesi çıkarıyor. Lastik bant ile bağlanmış nakit tomarını görünce Mr.Kim'in sesi kesiliyor.
    - Arabana iyi bakıyorsun, biliyorum ... ama deneme sürüşü yapmadan satın almam ... diyor bizimki.

    Mr.Kim parayı görünce yutkunuyor ama Tamer'e de güvenmiyor.
    - Arabayı kullan, ama ben de yanında oturacağım ... diyor.

    Zaten Tamer'in istediği de bu ... beraberce Cadillac'a biniyorlar, Tamer koreli de koltuğuna tırmansın diye bekledikten sonra marşa basıyor ve....

    ...yolun karşısındaki duvara yapıştırıyor arabayı, Koreli şaşırıyor ... ne yapıyorsun? demeden ... Tamer geri vitese takıp elektrik direğine vuruyor. Sonra duvara, sonra direğe ... yeniden. Aman - dur - yapma diyene kadar Cadillac'ı dört - beş kere daha vuruyor duvara ve direğe.

    Polis geliyor ... bizimkiler arabadan iniyor ve Tamer elleri havada itiraf ediyor.
    - Araç sahibi yanımda, işte bu bey. Ama aracı ben kullanıyordum ... sanırım gözüm karardı ve bir yerlere vurdum.

    Mr.Kim'de jeton düşüyor ama itiraf çoktan edilmiş ... geçmiş olsun. Meğer Mr.Kim "tek kullanıcılı sigorta poliçesi" yapmış, Cadillac'ı ondan başkası kullanmadığı için aslında mantıklı ama o poliçe kaza'yı yapan Tamer olduğu ve o da bunu Polis'e itiraf ettiği için geçersiz. Mr.Ki orada sinir krizi geçiriyor ve başlıyor Tamer'i kovalamaya.

    Tamer önde kaçıyor, koreli arkasından ona bağırarak ve ağzından köpükler saçarak Tamer'i kovalıyor ve en arkada da polisler ... hem Tamer hem de Koreli'yi yakalamak için koşturuyor.
    ...yakalıyorlar tabi ki...

    Sonuç : Tamer intikamını alıyor, bunun ötesinde Koreli için şikayette bulunuyor ve 30feet'lik "uzaklaştırma" kararı aldırıyor (mahkemeden) ... Koreli sigorta'dan para alamıyor ... Tamer'i dava da edemiyor çünkü kaza sırasında o da araçta ve direksiyonu bilerek/isteyerek o vermiş.

    ...tabi Kore'li "kanını yerde bırakmıyor" ama bu başka bir hikaye ... turşu hırsızı = 1 , kore'li = 0 ...ilk devre bu şekilde bitiyor.
  15. Kaan Yagizer
    ....evde kendi çapımda "sanayi" kurdum ya ( salya - sümük, grip geçmedi hala a.q) geik yapabiliyorum

    Soru şu : Nasıl Lakap kazanılır?
    ...aslında cevap belli, bileğinin hakkı ile.

    Ya da şöyle anlatayım ... ben lakabımı nasıl kazandım?

    ...geçmiş zaman. Kemancı acaip popüler, popüler derken mesela Volvox sahne alıyor, hatırlayanınız var mı onları?

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Volvox_%28m%C3%BCzik_grubu%29

    İstanbul'da olduğum zaman oraya takılıyorum, kapı tayfasından bir-ikisi tanıdık ... biliyorlar beni, çatlak ama genelde dert yaratmaz diye yafta yemişim. Galip abi'de (Tekin) abi diyorum çünkü eleman benden 5-6 yaş büyük ayrıca kafası bir başka çalışıyor. Bodyguard'lar aracılığı ile tanıştık Galip abi ile ... benim saçma - sapan hikayeleri duymuş ; bana da anlat dedi ... öyle de yaptım (bkn.aynen bu blog'da yaptığım gibi) Galip abi'nin barın arkasında ufak bir odası var, ufak derken harbi ufak ... odanın zaten yarısı onun çizim masası, boş yerlere de bir - iki sandalye atmışlar. Mekan'a gittiğimde etrafta takılmıyorum, içkimi alıp geçiyorum arka tarafa, kimi zaman çene çalıyoruz, kimi zaman sadece kafa çekiyoruz.

    ...bir akşam Galip abi'ye Çad'da Libya'lı tutsaklara ne yaptıklarını anlatıyorum (ayrı bir hikaye, zamanı gelince onu da yazarım) o da arada kaşlarını çatıp soru soruyor. Bizim kafalar iyi olmuş ama, bilmem kaçıncı bira+votka'yı içiyoruz. Arada birileri gelip gidiyor... ben pek sallamıyor, kafama göre köşede takılıyorum.

    Sonra (saat iki - üç gibi...) bir kaç tane hanım kızımız geldi ziyarete... diyeceksiniz ki sana ne? ...gerçekten bana ne? sallamadım zaten ... onlarda başladı içmeye, hatta bir sonraki tur'u ısmarladılar (bkn.sevindirik olmak) sonra biri bana sordu.

    - Kaan
    - hıı (ben)
    - sen karşıda oturuyorsun dimi?
    - hıı (hala ben)
    - araba ile mi geldin?
    - hıı (evet anlamında)
    - giderken beni de bırakır mısın?
    - olmaz...
    - neden?
    - olmaz işte...

    Galip abi başladı kıkırdamaya, kızlar ayar oldu tabi. Başladılar üstelemeye...
    - neden bırakmıyorsun kızı? ayıp be..
    - kasmayın, olmaz dedim.
    - neden ama neden? neden?

    dayanamadım tabi...
    - bakın bende kafa bi dünya, arabayı otelin altına mı bıraktım? yoksa AKM'nin parkına mı onu bile hatırlamıyorum. Bu kafa ile çıkıcaz dışarı, sabah ayazı bi vuracak ... kafa olacak tam CİLA ... yarım saat debelenicez arabayı bulalım diye. Sonra arabaya binicez, köprüye gideceğiz ... tabi ben bir yere sıvanmazsam. Ehliyeti kaptırmadan köprüden geçmek zor iş (o dönemde alkol çevirmesi yapıyorlardı) hadi diyelim ki geçtik ... sana sorucam evin nerede diye ... sen bana bir saat anlatmak için uğraşacaksın, ben belki anlayacağım belki de anlamayacağım... diyelim ki anladım... seni eve bırakacağım, sen bana "gel bi kave iç, bu kafa ile daha fazla araba kullanma" diyeceksin, ben de mecburen peki diyicem, başlıycam park yeri aramaya .. büyük ihtimal ile iki mahalle ötede falan bi yer bulucam, çıkıcaz yukarı sen bana kave yapıcan, ben kave'mi içicem ... sen "tavla oynamaya mı geldik? nedir yani?" diyicen, ben gene mecburen sana yumulucam ... düzgün hatunsun, yumulmak sorun değil de benim kafa bi dünya. Ya sana yazarken sızıcam, ya da bi b*k yapamıycam ... kız arkadaşların sana soracak "attın herifi eve, nasıldı?" diyecekler (evet...hatunlar bu geyiği yaparlar) sen de yüzünü buruşturup "yapamadı bişi!" diyicen ... camia ufak, millet birbirini tanıyor ... senin yüzünden adım ib*e'ye çıkacak, kısmetim kapanacak. Onun için yok kızım, bırakmam seni.

    Galip abi'den bir muHAHAHAHA! geldi, kızlar epey bir bozuldu ve içlerinden biri bana bağırdı.
    - Hayvan'sın sen, HAYVAN!

    ...işte ben lakabımı bu şekilde, alnımın akı ile ve de hak ederek kazandım
  16. Kaan Yagizer
    Gene kızışmış ortalık, millet açlıktan ölmesin bari diyerek bir karar çıkartılmış ve Birleşmiş Milletler üye ülkelerden Lübnan’a gıda yardımında bulunmalarını istemiş. Deniz Nakliyat’ta staj yapıyorum, 2000’de özelleştirilmiş olsa da o zamanlar Deniz Nakliyat Milli taşımacılık şirketimiz ve doğal olarak Türkiye’nin Lübnan’a bağışladığı darı onunla taşınıyor.

    Çalıştığım General Doğan 1970’li yıllarda Polonya’da yapılmış, ortadan davlumbazlı 12,500Gt’luk bir gemi … hafiften gözü toprağa bakıyor olsa da damarlarında Akdeniz’de sefer atacak kadar can kalmış (hala) ama o gemi ile Cibraltar’dan çıkacaksan önce vasiyetini vermen lazım … o derece yani.

    http://www.tcl.com.tr/tr/ResimGoster.asp?filo/foto/jpg_big/b_generalzdogan.jpg

    Mersin silo’dan doldurduk darı’yı … bütün gemi yeni pudralanmış bebek kıçı gibi, darı tozu her yere sinmiş, acayip de kaygan. Sanırsınız ki güverte kış olimpiyatlarına hazırlanmış, yanlış adım atan kafa üstü çakılıyor. Yaşam mahallini falan temizlemiş olsak da özellikle merdivenlerde ve üst güvertelerde dikkatli olmak lazım.

    Lübnan garip bir arada kalmışlık yaşıyor … sırtını Suriye’ye dayamış, güneyde de İsrail var. Beyrut deseniz daha da vahim durumda.
    Ağzı kuzey batı’ya dönük bir hilal canlandırın gözünüzde … hilal’in kuzey ucunda Şii Emel, Baas ve benzeri Suriye destekli militan gruplar var … hemen onların arkasında da Suriye ordusu. Liman kısmı BM kontrolünde (İtalya+Fransa) , kentin sırtını dayadığı dağlarda ise Dürzi’ler mevzilenmiş durumda. Bitti sanıyorsunuz ama hayır, bitmedi. Hilalin batı ucunda Sünni milisler ve Filistinliler var ve Hilalin doğu kısmında da Falanj (Hristiyan Falanj) ve onların arkasında da İsrail ordusu.

    Teknik olarak bu güçlerin tümü birbirleri ile savaş halinde … yani Filistinliler hem Dürzi’ler ile savaşıyor hem de Falanj, İsrailliler, Emel ve Suriyeliler ile … diğerleri için de aynı şey söz konusu. Bir çeşit gang bang, orgy durumu söz konusu (Bkn.bahçıvan,aşçıya, aşçı. Şoföre … şoför de artık kime denk getirirse hesabı)

    BM’in baskısı ve açlık nedeni ile bir çeşit De Facto barış söz konusu, gün ışığı varken kimse (çok mecbur kalmaz ise) diğerlerine ateş etmiyor. Deyim yerinde ise birbirlerini görmezden geliyorlar.


    Bizim iş ise şu şekilde ilerliyor.
    Gün doğarken limana girip …ki bu kolay bir iş değil çünkü tam limanın ağzında yarı batık bir İsrail hücumbotu var, ambar kapaklarını açıyor ve sifon tabir edilen (dev elektrik süpürgesi gibi bir şey gözünüzde canlansın) hat ile gelen kamyonlara darı veriyoruz. Herkesin ağzı, gözü kapalı … nefes almayı zorlaştıran pis darı tozu her yere uçuşuyor.

    Akşamüzeri, mesela 15,00 gibi işe ara verip palamar çözüyor ve 10 mil açığa, alarga’ya çıkıp demirliyoruz. Gemide 20,000 ton civarı darı var … bir kamyon en fazla 25 ton falan alıyor, sifon ile kamyon doldurmak ise yaklaşık yarım saat sürüyor. Anlayacağınız o kadar kolay veya verimli bir iş değil bizimkisi. Liman tesisleri bombardıman sırasında harap olduğu için başka çare de yok ne yazık ki.

    Falanj kamyonunu dolduruyoruz, onların arkasında bekleyen Filistinliler sabır gösterip onlardan sonra darı alacak olan Emel milisleri ile futbol oynuyor … garip ve grotesk bir durum söz konusu. Sanki akşamları birbirlerini öldürmeye çalışan insanlar bunlar değil miş gibi davranıyorlar.

    Alarga’ya çıkınca genelde kıç üzerine masa kuruyoruz. Balık tutmuşsak ne ala, tutamamışsak artık buzhanede ne varsa onunla yapılan yemek çıkıyor ortaya.

    Yemek bitince ortalığı el birliği ile toparlıyor, sonra da oturup çay – kahve içiyoruz. Saat 20,00 gibi ilk karanfiller açılıyor Beyrut tepelerinde … biz neresinden baksanız 20 kilometre uzakta olduğumuzdan Dürzilerin ateşlediği Katyuşa roketlerini Beyrut’un karanlık profilinde yapraklarını açan ateş kırmızı karanfiller gibi görüyoruz.

    Sonra roketlerin düşme/patlama sesleri geliyor … uzaktan – pes ve boğuk “bom-bom” … Dürzi’lerin akşam solo’su aynı zamanda müziğin başlangıcı gibi bir şey. Herkes başlıyor birbirine ateş etmeye, seri atışlı izli mermileri kırmızı/turuncu ışık şeritleri şeklinde görüyoruz, obüsleri ise beyaz/gri şimşekler.

    Telsizci (işi gereği) dinlemede … saat 21,30/22,00 gibi dahili haberleşme’den bizi uyarıyor.

    - Gece kuşu geliyor

    Gece kuşu denen uçak gemisinden kalkan Intruder uçağı. 6.filo kuzeyimizde açık denizde yatıyor ve çatışma fazla şiddetlendiğinde ya da limandaki BM askerleri hedef alınmaya başladığında hedef tespit etmek için üzerimizden geçip Beyrut’a doğru uçuyor.

    Çok geçmeden ikinci anonsu duyuyoruz.

    - Şişman kadın şarkı söyleyecek

    Şişman kadın ise Amerikan New Jersey zırhlısı. 6.filonun topçu gücünü temsil ediyor ve onların deyimi ile VW ağırlığında + Cadillac fiyatındaki ağır patlayıcı yüklü mermilerini az önce geçen Intruder’in tespit ettiği hedeflere yolluyor.

    New Jersey’in borda ateşi üzerimizden geçerken tren gibi ses çıkarıyor. Hiç üzerinden tren geçerken bir köprünün altında ya da yakınında bulundunuz mu? Ses bire bir aynı … takataka-tak, takataka-tak diye geçiyor mermiler.

    Sonra küçük yıldırımlar çakıyor dağda, kıyıda … artık Intruder nereyi işaret etmiş ise orada. Çok geçmeden de deniz topçusunun ateşlediği mermilerin sesi geliyor … boğuk bummm-bummmm’lar bunlar.

    Şişman kadının söylediği şarkı o geceki çatışmanın sona erdiğini gösteriyor. 03,00 gibi “genel alesta” çekileceği için, yani herkes uyandırılacağı için yataklarımıza çekiliyoruz. Artık tek duyulan kıyıdan gelen siren sesleri … o kadar.

    Sabah motorlar devreye alınıyor, demir çekiliyor ve Beyrut limanına gidiliyor. Toz için hazırlık yapıyor, ağzımızı – burnumuzu kapatıyor ve ambar kapaklarını açıp gelen Dürzi kamyonuna darı dökmeye başlıyoruz. Kentin içinde bir yerler hala yanıyor, gece birileri BM mevzilerini havan ile vurmuş … askerler delik deşik edilen su tanklarını onarmakta onlara yardım eder miyiz diye sormaya gelmiş … Beyrut’ta sıradan bir gün daha.
  17. Kaan Yagizer
    İnternet kafe'ye yeniden uğrayıp ... bu arada şöyle bir şey'i kastediyorum (bkn.yanlış anlaşılmasın) telefon işimi hallettim ve fabrika'ya uğrayan yeni dostlarımız ile yola çıktık.



    Evsahibim teğmen önce kuzey batı'ya, sonra kuzey'e ... nijer sınır hattına doğru (görece güvenli rota) ilerleyeceğimizi söylemişti. Libyalılar Çad Gölü'ne kadar güney'e inmiyormuş ama değerli kamyonlarını tehlikeye atmak istememelerini anlamam gerekiyormuş. Anlarım tabi, neden anlamayayım ki? Bi halt olursa sadece kamyonlar değil, benim yük'de yalan olur. Fazladan 400-500 dolar için kasmaya niyetim olmadığından mızmızlanmadım.
    ...tecavüz kaçınılmaz ise (siz anladınız gerisini)

    Sadece iki kere arıza yaşayarak (basit arızalar) akşam üzeri Nijer sınır hattına varmıştık. Manzara fazla tekdüze (genelde basık yayvan tepecikler, taşlı / kuru ve susuzluk ile yanmış toprak, bitki örtüsü ise dikenli çalılık ağırlıklı) olduğundan fazla ses etmeden arkada oturuyor. Kimi zaman tuz hapı emiyor, arada sigara tüttürüyordum. Geceyi cibinliğe sarınarak halftrack'ın arkasında geçirmek biraz neşe kaçırıcı olsa da sabah demlenen çay (bedevi usülü) canlandırıcıydı.

    Yola çıktığımızın ikinci günü öğle saatlerinde (50+ derece falandı sanırım) UNHCR'nin göçmen kampına ulaşmıştık. Sadece yarım günlük kaybımız olduğu için keyfim yerindeydi ... tabi kampın ne kadar b*k* yemiş olduğunu görene kadar.

    Kalasların üzerinde kaydırarak yükü indirip konteynerleri kamyon çekme halatı ile birbirine hizalayana ve kaymasın, şakül bozulmasın diye altlarını besleyene kadar etrafa doğru dürüst bakamamıştım. Gün ışığından azami şekilde yararlanmaya çalışıyordum ve bilmeyenler için not ... Ekvator enlemine yaklaştıkça -alacakaranlık- toleransı azalır. Atıyorum İstanbul'da -akşam oluyor- ile -hava karardı- arasında 1 saat varsa bu ekvator'da 20 dakikaya falan düşer.

    Sonunda konteyner'ler güvene alınınca birisinin üzerine çıkıp oturdum ve kampa baktım.
    - Yaklaşık 18,000 kişi var, çoğu kuzeyli göçmenler ... Sudan sınırında da kamplar var, onlar da genelde iç savaştan kaçıp gelenler...
    Bizi karşılayan UNHCR (Birleşmiş Milletler Sığınmacılar Programı) memurunun sözleri iç karartıcı olsa da hiç bir söz gözleriniz ile gördüğünüz şeyi tam olarak tarif edemiyordu.

    -- Çad, kampta su çeken kadınlar--



    Sabah olunca çalışmaya başladık. Motorların nakliye yağlarını boşaltıp doldurduk, transfer sırasında jeneratörün arızalanmaması için konan kauçuk takozları söktük, vakvak ile sistemin havasını aldık ve öğlen olmadan önce bir, sonra da ikinci jeneratörü ateşledik.

    UN'in iki teknisyeni ağır hizmet kablolarını hazırlamıştı zaten, onlar enerji çıkışının ilk siftahını yapar. Teslim/Tesellüm raporlarını düzenler, kamp yöneticilerinin kullanması için kolaylıklar (mesela basit bir yönerge serisi ... sistemi devreye almak ve devreden çıkarmak için ... ya da yakıt borusuna yağlı boya ile tankta kalan yakıt seviyesini gösteren çizgiler çizmek gibi) ilk ışıldaklar yanmaya başlamıştı bile.

    ...kendimi iyi hissettim mi? tabi ki ... işim bitmek üzereydi ve sabah s*kt*r*p N'Djamena'nın görece üstün konforuna ve Hotel Europa'nın s*d*k ısısındaki beleş birasına doğru yola çıkabilecektim.
    ...kendimi kötü hissettim mi? tabi ki ... orada binlerce insan yarın ne olacağını bilmeden ve kamyonlarla gelen tahıl'dan yarım leğen alma umudu ile yaşıyordu ve elimden gelen hiç bi b*k'da yoktu.

    Aradan yıllar geçmiş olsa da hala arada sırada düşünürüm onları (o kadar da sık değil, yeterince sık ama) acaba kaç tanesi evine geri dönmeyi becerebildi? Çok değildir sanırım...
  18. Kaan Yagizer
    - Nasıl bir yer, Hotel yani?
    ...gülme tuttu Lejyonerleri
    - Sabret görürsün dediler.

    Land bir fabrika'ya daldı ... eskiden bira fabrikasıymış, üç - beş yıl önce Libya'lılar -gözdağı- vermek için Fabrika'yı vurmuş, üretim kanadı yıkımdan kurtulmuş ama yönetim ve ambalaj bölümü b*k* yemiş. Lejyon gelip yerleşene kadar fabrika atıl kalmış (ulen bira fabrikası vurulur mu? deyyus Kaddafi işte.) Eskiden ambar olarak kullanılan mekanlara yayılmışlar, deponun bir kanadını da (daha doğrusu kanadın bir kısmını) ülkeye gelecek yabancı teknik personel, doktorlar falan güvende olsun diye ayırmışlar. Yani meğer Hotel Europé bombalanmış bira fabrikasının yıkıntıları arasına kurulmuş ve aslında orada olmayan Fransız Yabancılar Lejyonu 2.Paraşüt Gücünün yatakhanesiymiş.
    ...pıFFF

    Yapacak bir şey yok, bir boş yatak buldum, yatağın altına çantamı attım. Çıktım dışarı ... savunma bakanlığı zaten yürüme mesafesinde. Gidip kaydımı yaptırdım, Çad'da elçilik yok, ben de angajman kuralları gereği en yakın noktaya (Sudan/Hartum) telefon açıp (bir internet kafe'den ... teknolojiye bak be...) nerede olduğumu, yaklaşık ne kadar kalacağımı vs. bildirdim. Sonra da fabrika'ya geri döndüm.

    ...akşamı fabrika'dan kova ile gelen (hani askeri tesislerde kırmızıya boyalı Y-A-N-G-I-N yazan saç kovalar vardır ya, işte onlardan biri ile bira servis ediliyordu) bira'yı reçel kavanozu ile içip lejyon karavanasını yiyerek geçirdikten ve kıdemli personelden (...çok yararlıdır) dedikodu topladıktan sonra vurdum kafayı yattım.

    Sabah havaalanına dönüş, benim ekipman orada yatıyormuş. Giden bir land'ın arkasına atlayıp yola düştük ... kent'i bir kere daha ve bu defa gündüz gözü ile inceledim. Belki bir şeyler vardır, ben kaçırmışımdır ... hayır. İlk intiba doğruymuş ... b*kt*n bir mekanmış.

    Havaalanında enerji paketlerini bulduğumda bir şeyi hemen fark ettim, toplam üç konteynerim vardı (birisi malzeme) mühürlü ve sağlam haldeydiler ... ama bu ekipman üç ay önce gelmişti ve ben arz-ı endam edene kadar kimse gelip gitmemiş, malzemeyi sormamıştı bile.

    Fabrika'ya geri dönüp Amnesty temsilcisinin kurulan kamp'tan teşrif etmesini beklemeye başladım. Biraz etrafta dolaştım (kent güvenli ... çatışma bölgesine silahsız gidilmemesi tavsiye ediliyor olsa da N'Djamena'da sorun yok) yemek falan yedim (lapa gibi bir pilav, eş dedikleri galeta unu ile yapılmış lokma benzeri bir şey ... ki genelde bunu acı bamya sosuna barırarak yiyiyorlar) genelde fabrika'da takılmayı tercih ettim.

    ...sonra beyefendi geldi. İskoçya'lı abi (Amnesty temsilcisi) ile oturup konuştuğumuzda durumun tahmin ettiğimden vahim olduğu ortaya çıktı. Yaklaşık bir günlük mesafeye kurdukları göçmen kampını büyütmeye çalışıyorlarmış ama işler pek de iyi gitmiyormuş. Bana taşıma/nakliye için yardımcı olamayacağını, başımın çaresine bakmam gerektiğini özellikle belirtip dert yanmaya başladı. Hiç bir şey zamanında hallolmuyormuş, Afrika'lılar tembelmiş vs.vs. (bkn.mızmız i*n*)
    - Sana bir - iki bin dolar vereyim ama vinçli kamyon bulamadım, zaten o yüzden malzemeyi taşıyamadık ... buradan Capetown'a kadar (G.Afrika) çalmadığım kapı kalmadı ama paketleri bir türlü nakledemedim. ....demez mi?

    ...kızdım tabi. Binlerce insanın canını bu d*ll*m*y* emanet etmişler, onun da ağlamaktan başka yaptığı bir şey yok.
    - sen bana para ver, ben hallederim ... dedim
    - nasıl halledeceksin? sana söyledim vinçli kamyon yok ki ... diye üstelediğinde de kapağı koydum.
    - ben -brit- değilim, sızlanmak yerinde sorun çözerim.

    Çözüm ayan - beyan belliydi, tabi çözmek isteyene. Sabah fabrikada'kilere sordum ... onların tarifi ve sundukları ulaşım hizmeti ile şanlı Çad ordusunun birinci topçu birliğinin yolunu tuttum. (Havaalanı yolundaydı üstleri...) nizamiyede zar-zor ingilizce bilen birisini bulup "Komutan" ile görüşmek istediğimi söyledim ... bira bekletip sonra içeri aldılar (işte Afrika'da beyaz adam olmanın avantajı), gençten bir yüzbaşının karşısına oturttular. İkram edilen çay'ı içerken kendimi tanıttım, sonra da istediğimi belirttim.

    - Bana en az üç, en fazla beş adet 6x4 kamyon lazım, tabi mürettebatı ile birlikte. Mümkünse bir de 4x4 arazi aracı.
    yüzbaşı elinden geldiğince kibar şekilde cevapladı ...
    - Hayır kurumu olduğumuzu sanmıyorsunuz, öyle değil mi? Savaşan bir ordunun parçasıyız ve başka önceliklerimiz var Mösyö

    Hayır kurumu olmadıklarını bildiğimi, vatan toprağı korumanın önemini küçümsemediğimi belirtip üsteledim.
    - Bütün bu ekipmanı ve personeli kiralamak istiyorum komutanım.
    Adam patladı ...
    - Bizi Avis'mi sandınız?
    - Nakit Amerikan Doları ödesem sizden destek alabilir miyim?

    Yüzbaşı sihirli sözcükleri yani -Cash, U.S Currency- duyunca durakladı.
    - Tabi sizin danışmanlık ücretinizi ayrıca ödeyeceğim.
    - Bir çay daha alır mıydınız?
    - Lütfen...

    Akşam üzeri Amerikan Hükümetinin bağışladığı beş adet GMC 6x4 kamyon ve bir halftrack (yarı paletli personel taşıyıcı) havaalanında yüklemeye başlamıştık bile. Vinç olmadığı için kalaslardan yapılan rampa + kas gücü ile (25 çad askerini boşuna mı kiraladım?) üç yarım konteyneri yükledik (en azından büyük bölümlerini ... her kasada yaklaşık 1 metrelik yük aşması olmuştu ama saLLa, onu kim takar?) geri kalan kamyonlara da biz ve variller (yağ+yakıt) doluştuk.
    ...geceyi topçu kışlasında Çad ordusunun misafiri olarak geçirdikten sonra sabah yola çıktık.

    Kamyon başı 90 dolar yani : 450USD
    Halftrack için 60 dolar : 60USD
    Takım Komutanı için : 150USD
    Takım elemanları için adam başı 10 dolar ... yani : 250USD .... ne yaptı toplamda? 910USD ... komutan'a da bir defalık 500USD komisyon. Bir gün idiş, bir gün dönüş ve iki gün de orada kalış ... 4x910+500:4,140USD (yanımda götürdüğüm yağ+yakıta ödediğim 60USD'yi de eklersek 4,200USD)

    ...tepeden tırnağa silahlı bir askeri birlik için maliyet ucuzdu ... öyle değil mi? İşin gırgırı yanımızda bir de 200mm'lik obüs vardı ve onu bize "bedelsiz" vermişlerdi. (sanırım kamyonun arkasından sökmeye üşendiler)

    mızmız İskoç'a kaPak olsun.

    ---devam edecek---
  19. Kaan Yagizer
    - Kaan
    - ...buyrun benim?
    - Amnesty International'ı duydun mu?
    - Vitamin hapı'mı satıyorlar?
    - Yok be ... İnsanhakları örgütü bu...
    - Duymadım ... eee?
    GE'den enerji paketi almışlar, kurulması lazımmış.
    - Açık kontrat, 8k ... istermisin?
    ...düşündüm. Açık kontrat demek iş 15 dakika'da sürse, 15 gününüzü de alsa da aynı parayı kazanacaksınız anlamına geliyor... yani işi B*k edip teslimat süresini aşarsanız taksimetre size yazar.
    - İş nerde?
    - N'Djamena
    - Orası nerde be?
    - Gidince öğrenirsin...

    AirFrance / Taksim'e voucher yollamışlar, gidip mektubumu aldım. Fransız konsolosluğuna uğrayıp sarı defterimi (aşı karnesi) ve voucher'i gösterdim ... Çad'a teleks çekip cevabını beklediler ... ben de gidip Beyoğlunda oyalandım, akşam üzeri elçiliğe geri döndüğümde yazışmalar bitmişti.
    - İşte biletiniz, yarın yola çıkıyorsunuz ... Fransa üzerinden aktarma yapacaksınız. Bu teleksinizin kopyası (bir anlamda yetki belgem) , size Hotel Eurpoé'de yer ayırtmışlar, havaalanında karşılanacaksınız.

    Eve döndüm (vapurla) ufak bir çanta yaptım ... eczaneye uğrayıp pişik için pudra, dezenfektan ve malarya için ilaç aldım. Sırt çantama bir iki parça şey ... iki sabun, beş - altı çorap, bir şapka vs. attım.

    THY ile De Gaulle'ye uçtum, oradan Orly'e geçip AirFrance ile Çad'a yollandım.

    N'Djamena havaalanı Nazilli garajları gibidir (...gerçi Afrika'nın çoğunda öyledir) uçaktan inip kanat veya kuyruk gölgesine sığınır. Bavulunuz indirilsin (aslında lönk diye aşağı atarlar) diye bekler, sonra eşyanızı alıp bi cigara yakar ve terminal'e yürürsünüz.

    ...gümrük görevlisi klasik "iş için mi geldiniz? yoksa tatil mi?" diye falan sormadı bile (kim oraya tatil için gelirdi ki?) pasaportumu aldı, boş bir sayfa bulup ... çTONK! Terminal kalabalık, gelen - giden çok ama sadece bir iki tane Mzungu var etrafta (kabaca çeviri : Beyaz adam ... biraz daha özenli çeviri .. emelsiz/hedefsiz gezgin) sırt çantamı alıp kalabalığı yararak attım kendimi terminal'den dışarı.

    Taksiler falan var ama ben ne aradığımı biliyorum ... çok geçmeden onları buldum. Çöl kamuflajlı uzun land'ı gölgeye çekmiş ikisi arabanın içinde uyuklayan, üçüncüsü elindeki beyaz kağıt parçasını sallayan askerlere doğru yürüdüm.
    - Hotel Europé?
    - Oui, Oui ... dedi asker.
    ...eywallah çekip land'ın kasasına tırmandım ve sabit ayağa monte edilmiş MAG'ın altına oturdum. Çok geçmeden bir Mzungu daha geldi, asker elindeki kağıdı katlayıp cebine koydu ... land çalıştı, güneş gözlüğünü takıp şapka'yı kafama geçirdim ve -yallah- yola çıktık.

    Diğer Mzungu Hollanda'lıymış, o da Amnesty için gelmiş, su arıtma sistemi kuracakmış...
    - Ben enerji paketi kuracağım, sanırım onunla da su dağıyacaklar ... sen de o suyu temizleyeceksin, mantıklı ...

    Enerji Paketi denen şey aslında şu. Bir (kısa) konteyner tabanı alıp buna 500Kva'lık jeneratör koyuyorsunuz. Sonra elektrik panosu, hava filtresi, yakıt tankı, egzostlar vs.vs. geri kalan her şeyi o konteyner sınırları içine sığdırmaya çalışıyorsunuz. İşiniz bittiğinde konteyner'in duvarlarını geri takıyor, sağlam şekilde kaynaklıyor ve gitmeye hazır hale getiriyorsunuz.

    ...yani böyle bir şey den bahsediyoruz.



    Bunlar C130 tipi orta gövdeli nakliye uçaklarına sığıyor (zaten o amaç ile yapılmışlar) ve hemen her yerde de çalışıyorlar. Anlayacağınız ben enerji paketini taşıyacak, kuracak, çalıştıracak ve teslim edeceğim ki ... diğerleri de benden sonra işlerini yapsın.
    ...sorumluluk büyük ...

    Land'ın arkasından görebildiğim kadarı ile N'Djamena pek büyük bir şehir değil, zaten başka da kayda değer şehir yok etrafta. Dandini binalar, kirli ve tozlu sokaklar. Kıtanın genelini sarmış olan o başa çıkması zor "fakirliğe/yokluğa alışma" hali Çad'da da geçerli. Afrikalı'ların en büyük derdi de o zaten. Millet bir şey yapmak istiyor ama işe girişmek için adamın yüreğinde olması gereken kıvılcım orada değil. -Yeter- noktasına kadar çalışıp sonra bırakıyorlar çalışmayı ...anlayacağınız yarın'ı da yarın düşünürüm hastalığına yakalanmışlar.

    Legion Etrangé (Yabancılar Lejyonu) askerleri ile muhabbet ediyoruz ... yanımda MAG'da dikilen Alman'mış, Türk olduğumu duyunca başladı bana türkçe "Naber Komşu?" çekmeye. Öndekiler ise İspanyol ... ben de onlara sardırıyorum "Vive la mort" çekiyorum arkada. (Vive La Mort, Vive La Guerre, Vive Le Sacre Merchanerié ... Yaşasın Ölüm, Yaşasın Savaş, Yaşasın Lanetli Paralı Askerler diye çevrilebilir.) dedikodu da yapıyoruz. Güney fena değilmiş, başkent eh işte idare edermiş ama kuzey b*kt*nmış ... çöl ve savaş varmış o tarafta. 16" paralel civarındaki hattın (Libya - Çad) sorunlu olduğunu ve orada 7/24 ilan edilmemiş bir savaşın sürdüğünü bildiğimden soruyorum.
    - Siz de karışıyor musunuz çatışmalara?
    - Resmi olarak burada bile değiliz ki ... yani cevap "evet" karışıyorlarmış.

    --- devam edecek---
  20. Kaan Yagizer
    Bizim çaycı Sebo her akşam üzeri yaptığı gibi kendi -tükkanının- önünü ardını güzelce parlatıyor, kirli paspası yıkıyor ve kurusun diye camın kenarına asıp evine gidiyor.
    ...mevsim yaz, paspas bezi normalde sabaha kadar kurur, öyle de oluyor ... ama akşam çıkan esinti artık kuruyan, yani hafifleyen paspası camın kenarından söküp alıyor. Ve her şey böyle başlıyor.

    Genelde hep öyle olmaz mı zaten?

    Sebo sabah geliyor, bekçiler ocağı ateşlemiş, su kaynamış. Çay koyup demlikleri dolduruyor ve etrafı toparlarken bir de bakıyor ki paspas yok ... daha doğrusu metal kısım var da, camın kenarına koyduğu bez gitmiş. Camın kenarına gidip bakıyor "nerde lan bu?" bez az aşağıya, eternit'in üzerine düşmüş. Hafiften kazıtıp paspas demiri ile bez'e ulaşmaya çalışıyor ama ıhhh ... olmuyor.
    ...alt tarafı 50 santimlik püsküllü bez parçası, boş ver geç ... depoda en az 100 tane daha vardır ... dimi? Ama olmazzzzz !!! O paspas a-lı-na-cak !!

    Sebo camın kenarına tutunup kendini yavaşça aşağıya bırakıyor ve eternit'in kenarına iniyor, eternit bu, tepesinde adam dolaşsın diye yapılmamış ki mendebur. İki adım atıyor, eternit çatlıyor, bir adım daha atıyor ... eternit gene çatır - çutur ediyor ... ama Sebo uzanıp paspas'ı alıyor.

    ...Sebo memnun, paspas elinde ... ve çatırt!

    Mondeo yazlıktan gelmiş, aracı sundurmanın altına çekmişler ve yolda tampona bulaşmış, çamurluk ağızlarına sıçramış zift kalıntılarını temizliyorlar. Araç sahibi bizim boya ustasının yanında, acele etmeden, itina ile kuZu'yu yol pisliğinden arındırıyorlar.
    ...derken paldır - küldür bir şey oluyor, kafalarına plastik parçaları yağıyor. Bizim boyacı bakıyor ki Çaycı Sebo Mondeo'nun tepesinde kedi Garfield gibi yatıyor.

    - Şaka yapıyor sandım! ... diye anlatıyor bana (sonradan) hatta Sebo'ya bağırmış ...
    - İn ulan arabanın üzerinden, manyak herif.

    Sonra bakıyorlar ki şaka falan değil bu ... eternit kırılmış ve Sebo Mondeo'nun tavanına çakılmış.

    ... Mondeo'nun aksesuarlarını sayalım ... Alaşım Jant, Elektrikli Camlar, Merkezi Kilit, Klima, ABS, Çaycı, Uzaktan Kumanda, Sis Farları, CD Çalar .... yani kabaca durum bu.

    Sebo'yu hastaneye götürdüler, bizimkiler resim çekip kaza raporu tutturuyor ... araç sahibi bana uğradı, biz de muhabbet ediyoruz.
    - Ne yapacağız? dedi müşteri ...
    - Valla çaycı sizde kalsın, arabanıza'da yakıştı aslında dedim ...

    Gülüştik, sonuçta durum belli ... kasıt yok. Dedim ki ...
    A - Hemen araç bedelini ödeyeyim, aracınızı hasarsızmış gibi satın alayım ya da takas'a sayayım.
    B - İkame araç vereyim, aracı tamir edeyim (sigortadan parasını alacağım nasıl olsa) araca binmeyi sürdür, satacağın zaman bana getir, hasarsızmış gibi alayım. Bunu garanti etmek için de sana ıslak imzalı yazı vereyim.

    "B" seçeneğini istediğini söyledi müşteri (..ki bence de doğru yaptı...zaten bir yıl sonra falan değiştirdik aracını ... bu defa C-Max aldı) yani aramızda sorun yok.

    ...aradan biraz zaman geçti, baktım Sebo iş başı yapmış. Biraz topallıyor ama durumu iyi ... buna takılayım dedim. Seslendim ...

    - Sebo, sana bir pelerin yaptırayım mı? Şöyle Superman'in pelerininden ... arkasında da Sebo'nun "S"si ... ne de olsa artık uçuyorsun, nam yaparsın ... ün yaparsın ... millet bak uçan çaycı sebo geliyor der ... dedim.

    .. biz biraz güldük (itiraf ediyorum, epey güldük) o bu şakayı komik bulmadı (...bence komikti) ama sonra olan şeyi ben de komik bulmadım. Misafirim var, ya da canım kahve çekiyor. Arıyorum çay ocağını.
    - Alo...
    - .......
    - Alo???
    - ......
    - Ya bana kahve versenize...
    - ......
    - Alo?!?
    - ...............................................................dııııt-dıt-dıt-dıt

    Nasıl yani?
    Y*vş*kl*k yaptım , dalga geçtim diye çay ocağı bana ambargo'mu uyguluyor yani?
    ...harbiden mi?

    Bir gün, iki gün ... bir hafta ... efendiliği bozmuyorum ama olacak gibi değil. Çağırdım Sebo'yu...
    - Alo?
    - .....
    - Sebo yanıma gel, ya da kapat telefonu ve İnsan Kaynaklarına git, çıkışını versinler.
    - ...tamam

    ...geldi! Sebo'dan efendi gibi özür diledim (yaptığım gereksiz espri için) o da bana güzel bir türk kahve'si yaptı ... barıştık
    Mutlu Son...

    Not: Uçan Çaycı Espri'si bence gerçekten komikti ama ...
  21. Kaan Yagizer
    THY ile Köln'e uçuyoruz, yalan yok ... epey bir heyecanlıyım. Normalde bayiler bir araya geldiğimizde herkes birbirine yavşar ortam iki dakikada öğretmensiz sınıfta kapalı kalmış ergenler düzeyine kadar geriler ama bu defa pek ses çıkmıyor. Bir - iki kişi şansını deniyor ama yüz bulamayıca onlar da susuyor.

    ...havalimanında toparlanıp bizim için -book- edilen gişeden geçerek otobüs'e biniyor ve park alanında iniyoruz. Hepimize yaka kartları, yol notları, etkinlik programları vs. içeren zarflar dağıtılıyor. Setur ve Ford görevlilerinin cep telefon numaralarını kaydediyoruz ... ADAC yol yardım numaralarını da alıyoruz.

    20 kişiyiz .. bizi 20 Focus bekliyor ... arabalara biniyor, talimat gereği (bkn.hazine avı) Navigasyon'a ilk parti koordinatları giriyoruz ... tataaaa ... haritaya göre Kölner Autobanring'e çıkacak ve kimi yerde ICE (yüksek hızlı tren) rotası çakışan bu rotayı takip ederek şehrin etrafında dolaşacağız.

    Araçlar 2,0TDCI Hatchback, yani otobanda sol şeride çıkma şansımız yok (Alman otobanlarında) ama kendi çapımızda yapıştırıp gazlayabiliriz. Talimat ile marşa basıp kartlarımızı okutup çıkıyoruz ... hadi bakalım ... vira bismillah. Hava alanı lokal trafiğinden kurtulup efendi gibi navi'nin talimatını dinleyerek Bundesautobahn'a çıkıyor ve köln'ün etrafını dolaşan otoyol'da aynen tarif edildiği şekilde yapıştırıyorum.

    ...tahmin ettiğim gibi ... sol şeride çıkmak ancak hayal. Virajlar veledrom gibi ek yapışma sağlamak üzere dikkatle yükseltilmiş, yolda araçların dengesini bozacak dalgalanma ve yamalar yok ... bebek poposu kadar pürüzsüz asfaltta seyir hızımı 200+'a oturtup arabayı akmaya bırakıyorum. Üçüncü şeritte efendi gibi gidiyorum ve arada motorlar + süper spor'lar sol tarafımdan -vaummmmmmm- diye akıp geçiyor. Anlayacağınız keyfim yerinde.

    Navigasyonun işaret ettiği üzere bir süre sonra -ring'i- terk edip güney - güney batı yönüne gitmeye başlıyorum. Kafamda "acaba" ve "harbiden mi?" soruları belirip yok oluyor ... sonra kasmayıp işi gelişine bırakmaya ve sürpriz'in tadını çıkarmaya karar veriyorum.

    Otoyol, normal yola, normal yol bir şerit gidiş - geliş köy yoluna dönüyor ve doğal olarak hızımı trafik kuralları gereği azaltıyorum. Manzara güzel, her yer yemyeşil ... huzur dolu bir ortam bu.

    Sonra ilk belirtiyi yolun sağ tarafında görüyorum ... Volvomotorsports tabelası, ufak bir ofis alanı ve kapalı atölyeler ... artık nereye gittiğimi biliyor olmanın verdiği güven ile sırıtıyorum ... Mercedesmotorsport, BMW , Jaguar ve Ford'un önünden geçiyorum. Navigasyon beni otopark alanına yönlendiriyor. Arabalardan inip Dorint'e check-in yapıyoruz.

    ...belki lazım olur ... ahanda otel bu --> http://www.booking.com/hotel/de/dorint-am-nurburgring-hocheifel.tr.html?aid=318670;label=hotel-68352-de-t1QBAWDD6bbkq9aPwPZwRAS40138321327;sid=a5c22f869d6b4bbd8d8dd9a329e18f93;dcid=4;ucfs=1;srfid=98d4599b663f11752795db63417084743e762effX1;highlight_room=

    Pistte millet yanlıyor ama biz bir sonraki gün, yani trackday'de (halka kapalı, sadece kayıtlı araçlara açık) lastik yakacağız. Odama çıkıp benim için bırakılan şapka, ceket ve pist notlarını kontrol ediyor, sonra da pisti seyrediyorum.

    -yeşil cehennem- az önümde, millet bir tarafından ter akarak tur üzerine tur bağlıyor ve bir gün sonra ben de aynısını yapabileceğim.
    (bkn.heyecandan çişi gelmek)

    Gece bizi yemeğe götürüyorlar ama ne gittiğimizi hatırlıyorum, ne geldiğimizi ne de ne yediğimi ... kafamda yol notları var ... düzlük kuru olsa da ağaçlı kesime girildiğinde yolda her zaman nem ve buz olabilir, dikkat ... düzlük çıkışlarında seyirciler ve fotoğrafçılar olabilir, flaş ile resim çekiyorlar, onlara bakmayın gözleriniz kamaşır ... sarı bayrak yükseldiğinde yapmanız gereken vs.vs.

    ...heyecanlıyım yani.

    Sabah otelde yalandan kahvaltı ediyoruz, fazla abanmıyorum (normalin tersine) neden derseniz sinir yapmışım ... yemek yiyecek halim yok, ikincisi fazla abanıp sonra da kusmak istemiyorum.

    ...bize beş adet ST getirmişler ... I5 motorlu 225ps'lik kuZuları dört ayrı grup halinde kullanacağız. Herkes bir alışma turu atacak, sonra Nordschleife'yi zamana karşı bağlayacak. Her gurubun birincisi tur atlayacak. Sona kalan dört birlikte çıkacak (30'ar saniye ara ile) ... kazanan profesyonel touring şoförü ve resmi yarış aracı ile performans turu atacak.

    ...peH, peH, peH.

    ...feragatnameler imzalandı. "Ben Kaan Yağızer geberir gidersem bundan dolayı mirasçılarım kimseyi dava etmeyecek, sakat kalırsam maddi - manevi talepte bulunmayacağım vs.vs." start düzlüğünün yanında bir cep, hemen onun arkasında da kafe var. Sabah erken olduğu için son gruba kalmaya çalışıyorum ... amaç belli, biraz zaman geçer, güneş çıkar ve piste çöktüğünden emin olduğum çiğ / nem azıcık kalkar derdindeyim. (hem de sıra bana gelene kadar arabalar/lastikler ısınmış olur...)

    - ben daha ayılamadım abi, son grupla gidiim mi? ... dedim .. O.K'dediler ... heyOOOOO
    ...şansımı %0,01 arttırmak için bile çabalarım .... neden çabalamayayım ki?

    Bizimkiler kafasına göre kalkıp gittiyse de piste o gün için (trackday) kayıt yaptırmış ve harbiden -ciddi- performans araçlarını seyrediyorum. Sanki topgear önümde çelikiyor ... lambo'lar, ferrari'ler ... mercedes ve bmw'ler ama en çok porsche'ler ... biri dayanamayıp sordu.
    - Almanya'da bedava'mı dağıtıyorlar lan bunları?

    Her renk ve çeşit Porsche dolu etraf ... harbiden bedava mı dağıtıyorlar lan bunları?

    ...ne kadar geciktirirsem geciktireyim ... sıra bana geliyor. S*kt*r L*n! Pistteyim işte ... yürürken ayaklarımın altında asfaltın hafifçe titrediğini hissediyorum, yoksa o ben miyim? (titreyen)

    ST'nin koltuğu nemli, benden önce oturan arkadaşın bir tarafı terlemiş belli ... oturup emniyet kemerini (4 nokta) bağlıyor, bana anlatılan son dakika notlarını dinlemiyor (dinledim aslında, ama kafam dolu olduğu için bir bok anlamadım) ve yürü dendiğinde deneme turuna başlıyorum.
    ...off ... offf

    Pist zor, zevkli ama zor işte. İnişler, çıkışlar, düzlükler ve ani virajlar ... viraj çıkışı düzelt, yeniden viraj ... çık düzelt yokuş aşağı, çık düzelt viraj, çık düzelt düzlük .... gazla ... gazla ... viraj, viraj , viraj ... ananııııııı ... düzelt, kontra ver, düzelt ... gazla şeklinde.



    ...kabaca böyle bir şey ... onu kat ederken neden koltuğumun ıslak olduğunu daha iyi anlıyor ve büyük ihtimal ile o koltuğu biraz daha ıslatıyorum.
    ...ama yalan yok, çok çok çok çok çoooooook zevkli

    Ölmeden yapılması gereken şeyler diye bir liste hazırlarsanız o listeye muhakkak ring'i de ekleyin (bence)

    Sonuç : Evet ... gün sonunda Official Touringcar(Mondeo) + pro.pilot ile turu ben attım.


  22. Kaan Yagizer
    Annemlerin evinde ilk haftayı bitirmişim, en az bir ay daha yatarım diye planlamış olmama rağmen ve yüksek sesle itiraf etmiyor olsam da hafiften daralmaya başlamışım. "O**racaksan bahçeye çık be olm!" ya da "Yemek yerken dirseklerini masaya dayama" türü söylemler nasıl söylesem? Bana hiç iyi gelmiyor.
    ...elim cebimde yaptığım yürüyüş'ten döndüğümde bir de ne göreyim? Simsar not bırakmış ... hemen aradım tabi.

    - Abi beni aramışsın, Kaan ben.
    - ...iş kazası var, Sohtorik'te...gidermisin?
    - sıfır mı? değiştirme mi? (sıfır : gemiye yeni kontrat ile çıkma, değiştirme : kaza geçiren elemanın ekibine katılma ve onlarla birlikte işi bırakmak demek.)
    - dokuz'a dört kalmış, yani değiştirme. (yani dokuz aylık kontrat'ın beş ay'ı gitmiş, geride dört ay kalmış)
    - uyar ... ücret?
    - şu kadar ... benim komisyon da ... malum (genelde simsar yapılan kontrat'tan %5 ile %7 arasında bir şey alır ... yani bu vak'a da diyelim ki 5,000dolar maaş alacağım, dört ayda ne yapar? 20,000 USD ... yani simsar benden en az 1,000USd kesecek ... ne güzel iş? öyle değil mi?)
    - tamam...ne zaman gideceğim?
    - acentayı arayacağım, sen bilmem kim bey'i gör ... o halleder işini (simsar'ın acentada çalışan bilmem kim bey'e sakal atacağını, bu işlerin hürmet! gösterilerek halledildiğini size söylemiş miydim?)
    - taam

    kapattım telefonu, pasaportu alıp kıç cebime soktum, gemi adamı cüzdanını da ... anneme bai-bai dedim ... pıRRR (bkn.yola çıkışı apartmanın önünde epey gürültülü bir 0**ruk ile kutlama)
    ...gittim acentaya, eleman zaten beni bekliyor. gemici cüzdanımı ve pasaportumu aldı, kaydetti...kopya çıkardı falan - filan, kontrat imzalattı, sonra bir şoför çağırdı ve dedi ki.
    - bunu hava limanına götürün

    bu? ... dallamaya bak ya!

    ...neyse ... küfretmedim tabi. Enspektör'e kazıtıp sonra kara liste olmanın alemi yok diye düşündüm. Aldım evrakları, bana uzattığı harcırah parasını cebe attım. Baktım Üç aşamalı bilet düzenlenmiş.... İstanbul - Heatrow , Heatrow - JFK ve JFK - Tocumen (Panama) ... üçü 'de "mail order" denen cinsten, yani yapmam gereken desk'e gidip voucher'i göstermek ve bileti almak.

    Şoför yolda biraz gevezelik eder gibi oldu ama benim kafa "bu!" söylemine takılmış ya, pek keyfim yok. Adam baktı ki benden pas gelmiyor, o da kapattı çeneyi.

    Yeşilköy'de sorun çıkmadı, zaten yanımda bagaj yok (el çantası bile) geçip oturdum uçağa .... bekle - bekle - bekle - bekle .. ulan? Yaklaşık bir saat sonra anons yaptılar, kalkış öncesi kontrollerde bir sıkıntı tespit edildi, kaldırın kıçınızı da salona geri dönün dediler (aslında tam olarak öyle demediler ama siz anladınız işte...)

    ...acenta'yı aradım ben de
    - bilmemne bey'i istiyorum.
    - bağlıyorum, bekleyin.
    - alo?
    - usta ben kaan, benim uçak yalan oldu. ne zaman kalkar bilmiyorum, bağlantıyı kaçırabilirim, haberin olsun.
    - uçuş numaranı söylesene bana
    - falan - filan
    - taaam, yarim saat sonra ara beni
    - taam.

    yarım saat sonra aradım, ne olur ne olmaz çapraz rezervasyon yaptırmış bana ... BA kendi hatasından dolayı aktarmayı kaçırma ihtimalimi fark edince yokuş yapmamış, yani benim uçak daha fazla gecikiyor olsa da bana ilk uçakta yer ayırtacaklar.
    - gemiyi sıraya sokuyorum, oyalanma ... tamam mı?
    - taam

    Gemiyi sıraya sokmak şu anlama geliyor, Panama kanal girişinde açıkta demirleyen gemiler önce kanal yönetimine geçiş bedelini öder (en az 30,000 ... en fazla 500,000 dolar) ve bir sıra numarası alır. Sıra size geldiğinde ayrıca pilot'a para öder ve geçişi başlatırsınız ... eğer bir nedenden dolayı (mesela eksik makinist ... deniz kurallarına göre eksik zabitan ile sefere çıkılamaz) sıranızı geçirirseniz ... puFFF ... paranız yanar, yeniden para öder ve sıranın sonuna geri dönersiniz (kaybedilen zaman + para)

    BA neden sonra bizi uçağa geri çağırdı, doluştuk tabi ... haldır-huldur uçutuk, dandik kabin servisine söylendik ve paldır - küldür Heatrow'a indik. Ben transit'e geçtim ... millet gümrük'e yöneldi ... desk'ten biletimi aldım, 3 saat sonra kapı açılacak ve dört saat sonra da JFK'ye uçuş başlayacak.
    ...peHHH

    Geçtim bir köşeye, salon zaten ağzına kadar dolu. Saksıların arasına kıvrıldım ... hoRRR biraz uyudum.
    ...rüyamda tamtamlar çalıyor, balta girmemiş bir ormanda o garip seslerin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorum ...

    Uyandım tabi ... gerindim, etrafıma falan bakındım ... sonra gözüm saate takıldı.
    ...hASSSSSSSS
    ...uçağı beklerken uykuya daldım ya, o arada uçak gelmiş, milleti doldurmuş ve bensiz gitmiş (bkn.BA için boşuna i**e demiyorlar) ...hay bin kunduz be! ...gidip telefonların yerini sordum, elimdeki üç beş dolarla bir uluslar arası telefon kartı aldım ve İstanbul'u aradım.

    - Bilmemkim bey lütfen.
    Telefona bakan Bekçi abi demez mi
    - Beyim onlar iki saat sonra gelcek, sen sonra gene ara.
    ....dıııt, dıt-dıt-dıt

    Hay ******** !!! ...yapacak bir şey yok, bekledim tabi. 2 - 2,5 saat sonra gene aradım.
    - Bilmemkim bey lütfen!
    - Kim aradı diyelim?
    - Çarkçı Kaan
    - Bağlıyorum Efendim
    - ... buyur çarkçım, vardın mı Amerika'ya?
    - yooo!
    - ...................................................................................................................................................niye kine?
    - uyudum, uçağı kaçırmışım...
    - yalan..
    - cık, diil ... öyle saksı gibi dikiliyorum Heatrow'da
    - şaka mısın lan sen?
    - enspektörüm, olur böyle şeyler ... bozma ağzını, bana da kayış attırma. Çeker giderim, o gemiyi de senin bi tarafına sokarlar.
    - ..................................................................................................................................................fesüphanallah, yarım saat sonra ara beni.

    Geçtim bar'a, bi bira içtiim (Bkn.Bira ile Ale arasında hala karar verememiş olmak) sora yeniden aradım elemanı. Santral ve hoşbeş sonrası eleman öksürdü.
    - sana başka bilet ayarladık, hesap tutarsa JFK aktarmasını kaçırmazsın ... desk'e uğra, ismini yazdırdık.
    - eyvallah

    Dediklerini yaptım, help desk'e uğradım. Pasaportumu gösterdim, hemen biri beni Golf arabasına attı. Başladı gitmeye, git - git bitmez. Arada aklımdan geçiriyorum ...yoksa enspektör beni New York'a golf arabası ile mi yolluyor? Sonra eleman durdu, yeniden kimlik gösterdim, biletimi aldım, bekletmeden hemen körüğe geçtik, uçağa göz ucu baktım "hadi be?" dedim ama içine girene kadar emin olamadım tabi.

    ...düz bir koridor düşünün ... sağ ve sol tarafta geniş, deri koltuklar var. iki koltuk sağda ve iki koltuk solda. Yani kabin daracık ... ama uzun. Geçtim, yerime yerleştim ve yüzümdeki sırıtmayı engellemeye, sanki daha önce bin kere Concorde'a binmişim, hatta bakkala ekmek almaya bile Concord ile gidermişim gibi bir ifade takındım.



    4-5 saat önce kalkan BA uçağı saatte 800 - 850 yapıyor, Concorde ise 2,100+ ... Atlantik'in diğer yakasına varmadan bizim uçak BA'ya fark atmıştı bile. Helikopter ile kent merkezine beleş ulaşım vardı (Raincheck yapabilir miyiz? ...dedim ... x***r dediler, olmazmış öyle bir şey) bana da bar'a tüneyip beni bırakıp giden dümbelek BA uçağını karşılamak kalmıştı. Bir ara (sırf gırgırına) enspektörü arayıp JFK'de uçağı kaçırdım (gene) diyeyim mi??? diye aklımdan geçirdim (kesin inme inerdi bu defa) ama yapmadım ... iyi aile çocuğu olmak işte böyle bir şey. :)
  23. Kaan Yagizer
    Ford bizi Mondeo'nun (şu anda ki eski kasa) testleri için Sardunya'ya götürmüş. Aradan bazıları çıkıp "Bizim bayileri oraya götürmeyin, bunlar bildiğiniz gibi insanlar değil ... kaçarlar, toparlayamazsınız" demiş ise kimse onları dinlememiş (...ki aynen öyle oldu, biz de testlerin ikinci günü akşamı uykumuz geldi diye kaçıp Prag'a topuklamıştık.) ...iyi ki de dinlememiş.

    ... arabalar ile yol testi yapıyoruz, Sardunya bol virajlı (bir yanı dağ, bir yanı uçurum) yollara sahip ...yol notlarını alıp çıkıyor (her arabada üç kişi) bir sonraki durak/dinlenme/yemek alanında grupla buluşuyoruz. ilk gün böyle geçti, halka açık yollarda zevkli, güzel manzaralı bol-bol araç sürüşü. Sonra ikinci gün başladı...

    Liman sahasının bir kısmı kapatılıp pist'e dönüştürülmüş ve bu trfiğe kapalı alanda bizden araçları "zorlamamız" istendi. İstasyonlar halinde çalışıyoruz, 4 veya 5 kişinin yanına bir Ford Turing pilotu veriyorlar, onlar bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini gösteriyor ve sonra da onları taklit etmemiz bekleniyor. Günün sonunda bu istasyon çalışmasından en iyi not alan üç kişi ayrıca ödül kazanacağı için herkes dikkatli, kasıyor.

    Öğle yemeği molası dışında ara vermeden çalışıyoruz, yoruluyoruz (biraz) ama ortam çok eğlenceli, bu nedenle millet mızmızlanmıyor. Böyle bir ortamda sıra TIR sollamaya geldi ... kukalar, lastikler ve taşınabilir bariyerler ile bir istasyon kurmuşlar ... rota şöyle ...



    ...alt kısımda marş'a basıyor ve (kırmızı ok yönünde) ilerliyorsun. Sollama noktasına geldiğinde (ilk yatay mavi çizgi) maksimum hız 50km/h ... bunun üzerindeysen (kocaman bir skorbord koymuşlar kenara hızını görüyorsun) kırmızı ışık yakıp seni geri gönderiyorlar.

    Mavi çizgiyi aşınca gazlamak serbest, senin gidiş-geliş yolda TIR solladığın farz ediliyor ... sollamayı kaç saniyede bitireceğin ise istasyonda başarı sağlamak için gerekli kriter.

    İşaretli noktada sollamayı bitiriyor, ani sağ ile şeridine dönüyor ve ikinci mavi çizgiden, yani zamanlayıcıyı durduran hattan geçiyorsun. Aslında basit , ben bile ilk anlattıklarında anlamıştım (o kadar basit yani)

    ...biz başladık tabi. Süreler de beraberinde geliyor ... her sürücünün toplam 2 hakkı var ve daha iyi olan zaman listeleniyor. Gazlıyor, koşarak geri geliyor ve yeniden arabaya binmek için bekliyorsun ... orada en az 7 - 8 kişilik bir grup var ve bu bekleyenler o biçim tezahürat yapıp, birbirini gaza getiriyor.

    Bizden önce İspanyollar bu istasyondan geçmiş, onların sürelerini sorduk "11-12 saniye gibi" cevabını aldık, demek ki bu sürenin altına inmemiz lazım.

    ...ilk deneme ... kötü kalktım ama onun bir önemi yok, 50km/h geçişinde iyiyim (tam tamına 50) sonra bastım pedala, elimden gelse taban halısını delicem, sollama bitiminde ya Allah diyerek frensiz şerit geçişi yaptım (vites düşürüp kompresyonla kasarak) araç biraz kafa salladı ama topladı. Yeniden gazladım ve 11.7 saniye.

    ..pıFFF

    İndim arabadan, memnun değilim tabi ... daha iyi yapabilirdim diye söyleniyorum kendi kendime. Yürüyerek geçtim kuyruğun sonuna, iki önümde bir kız var. 165 falan, at kuyruklu, sarışın ... bizden mi? Değil ... neyse ... salla ... kuyruğa kaynak yapmış dedim. Milleti seyrediyor ve sıram gelsin diye bekliyorum.

    Sıra kıza geldi, bindi arabaya. Emniyet kemerini taktı ... bastı, sola çıktı, gazladı, sağa geçti ve bitirdi.

    - 9.7

    ....buyur?!? yemin et?!? harbiden mi?!?
    kuyrukta ki maço herifler bir anda sus-pus ... bizden sadece tıSSSSSS sesi geliyor.

    Sıra gene bana geldi, kız hem moralimi bozmuş, hem de gazlamış beni. Sola nasıl çıktığına ve sağa nasıl geçtiğine bakmışım ama. Sert manevra yerine aracı hafifçe yönlendirip akmaya bırakmış.

    ...aynısını yaptım. Ani manevra yerine aracın kinetik enerjisini korumaya özen gösterdim ve sollamanın son kısmında ayağımı hafifçe gazdan çekip vites falan düşürmeden, futbol tabiri ile "şık bir bel hareketi" çekerek istasyonu bitirdim.

    - 10.9

    ...bu iyiydi işte dedim kendi kendime hafiften yengeç gibi yürüyorum geri dönerken (bkn.tieyyyttt dağıtırım leyn) baktım kız yanımdan geçiyor. Dönüp led ekrana baktım.

    - 9.5

    haSSSSS....off yaaa!! Soradan öğrendik ki o kız Avusturya Turing Car yarış takımının üyesiymiş, profesyonel şoförmüş ... iyi de o kadar da fark yenmez ki be kardeşim.

    ...anlayacağınız test'leri terk edip Prag'a kaçtıysam (o akşam) bunun bir nedeni var (bkn.yersen)
  24. Kaan Yagizer
    ...yaz akşamı oturuyoruz balkonda. Harem - Selam (ya da artık ismi neyse...) ortamına geçmişiz. Biz yemekten sonra kave - cigara - geyik frekansına oturtmuşuz işi, kızlar da kave - geyik - geyik yapıyor (salonda)
    ...biri kalkıp demez mi?

    - Geçen gün Nevşehir'den geçiyorum, ana caddede bir ilan "Elektrikli Döner Anadolu'da ilk defa Nevşehir'de" ...
    HaHaHaHaHa yaptık önce, sonra bir arkadaş o can alıcı soruya nefes verdi?
    - Elektrikli Döner ne ki?

    ...aHanda!
    Başladık tabi tartışmaya. Kimi elektrik sobası gibi bir sistemden bahsediyor ... ben dirençlerin üzerine ayrıca kok kömürü konmuş olabileceğinden ve sistemin arkasına da bir vantilatör eklenebileceğinden bahsediyorum. Ama daha uçmuş tahminler de var tabi ... mesela elektriği direkt olarak et'ten geçirme ve eti ocak falan olmadan pişirme (tabi bu yöntemin olası bir sakıncası var ... o da döner ustasının ete dokunmaya kalktığında ayakkabılarından çıkacak oluşu)

    tahminler havada uçuyor, bahisler artıyor ve cidden "ulen elektrikli döner nasıl olur?" diye kafa yoruyoruz.

    ...sonra biri
    - Gidip bakalım
    ...demez mi?

    Hay bin kunduz ... tamam bir sonraki gün Pazar ama 750 kilometre yol "elektrikli dönere" bakmak için aşılmaz ki?
    ...yoksa aşılır mı?

    Cevap : Evet

    Bize "geri zekalılar" şeklinde bakışlar atan karılarımızın muhalefetini sallamadan arabaya doluştuk ve dört dallama (biz) Nevşehir yolunu tuttuk. Uykusu gelen yer değiştiriyor ve kasmadan ama istikrarlı şekilde kilometreleri yiyiyoruz.

    Nevşehir'e vardığımız zaman saat epey erkendi, döner için fazla erken ama kahvaltı için değil. Oturup acele etmeden güzel bir kahvaltı yaptık ve mekan sahibi abiye elektrikli dönercinin yerini sorduk (bez afiş kalkmıştı) ...biliyormuş o mekanı. Bize güzelce tarif etti.
    ...sağolsun.

    Hediyelik eşya satan mekanları falan dolaşıyoruz ama içimiz içimize sığmıyor, saat biraz geçse de gidip elektrikli döner'i görsek diyoruz.
    ...belediye çay bahçesinde atılan 79 King partisinden sonra saatlerimize baktık, birbirimize baktık ve kalktık.

    Arabaya binip tarif edilen dönercinin önünde park ettik ve arabadan inerken aramızdan biri günün sözünü patlattı.
    - İşte gerçeklerle yüzleşme zamanı...
    ...peHHH ... sanki yaşamın sırrını çözeceğiz, neden gerilim yaratırsın ki?

    Dönerci güler yüzlü bir abi, eskiden aktarlık yapıyormuş ama işi bırakmış ... eski dükkanını hediyelikçilere kiraya vermiş, o da çarşı içinde başlamış döner kesmeye.
    - İlk zamanlar zorlandım, ama alıştım artık... falan diyor.

    O bize döner keser, lavaşın üzerini süslerken sorduk....
    - Ya sen bir ara bez afiş astırdıydın ... değil mi? "Elektrikli Döner" yazıyordu üzerinde ... haklımıyız?
    - Evet ...sonra alet bozuldu, söküp attık. Aha buraya takılıydı.

    Gösterdiği yere baktık. Döner'in merkez taşıyıcı çubuğunun üzerinde bir dişli yuvası (sonradan parçaları da gösterdi....) tezgahın üst kısmında da bir elektrik motoru. Sistem çalışırken düğmeye basıldığında döner ateşin önünde ağır ağır ve motor tahrik'i ile dönüyormuş. Bizim kafamızda kurguladığımız şeyler ile ilgisi/alakası yok ... sadece eti yavaşça çeviren bir "şey" işte ... ama elektrikli mi? Evet (tabi çalıştığında) yani abinin reklamı yanlış ve/veya yanıltıcı değil.
    ...pıFFFF ....dedik tabi. (bkn.XXL hayal kırıklığı)

    Bin tane senaryo üretmişiz ama bu basit düzenek aklımıza gelmemiş. Teknik açıdan adam haklı, döner'i bir zamanlar elektrikliymiş işte... tabi işin sonunda biz iki dişli, bir metre bisiklet zinciri ve yanık bir bobin görmek için 1,5000Km yol kat etmiş olacağız ki bu bizi en hafif tabir'i ile -enayinin önde gideni- yapar. (Hayır ne bekliyorsak? Adam dünyanın merkezine giden yolu keşfettim diye ilan asmamış ki... bizim sergilediğimiz bu anlamsız ısrarın kaynağı ne?)

    ...adam bizim suratımız düşünce üzüldü, ne oldu diye sordu? Anlattık mevzuyu (kasmaya gerek yok, batmışız zaten) gözlerinden gelen yaş biraz azalınca demez mi?
    - Geleceğinizi bilsem döner tezgahını tamir ettirdim. (Bkn.iyi niyetli insan)

    Dönüş pek rahat değildi tabi ki, karılarımız bizimle epey bir dalga geçti ...
    - Haberleri seyrettin mi? Çekirdeksiz Karpuz yapmışlar.
    - Sus kız, duymasınlar. Görmeye giderler şimdi...

    ...hAhAhA (hiç komik değil) ... biz alternatif olarak "Erkek erkeğe bir yol macerası yaşayalım dedik, döner işin bahanesi" falan dediysek de bizi santim sallamadıklarını söylemeye bilmem gerek var mı? :(
  25. Kaan Yagizer
    Geçmiş zaman, okulu bitirmişim ve burs anlaşmamın gereği Cadillac’da çalışıyorum. Çalıştığım yer o zamanlar GM’in kendisine ait olan ve genelde fabrika işi modifiye işi yapan “alt marka” NorthStar’a ait. NorthStar işe motor serisi olarak başlamışsa da kullanıcılardan gelen talep doğrultusunda ufak dokunuşlar yapmaya başlamış … daha alçak ve sert süspansiyonlar, ne bileyim elektrikli sofa koltuklar veya all leather kaplama vs.vs

    …her neyse, parasızım (hala) okul yeni bitmiş ve saatte 8,5 dolara çalışmaktan avurtlarım çökmüş. Gece mesaisine geçersen sana 11.5 veririz ve haftada en az 50 saati garanti ederiz demişler ki bu benim için obareyyyy!!! Çekilecek bir durum.

    Ama konu ile ilgili olarak şirketin, daha doğrusu sendikanın avukatı ile görüşmem ve onların bana olur vermesi lazım. Randevu aldım adamdan, sendika olur verirse akşamları “tam mesai” yapmaya başlayacağım … bu yemek yiyebilmek için geceleri nöbetçi pizzacıda çalışmaktan çok daha iyi bir opsiyon, kaçırmamam lazım.
    Sabah kalktım, giyindim, traş oldum, okul belgelerimi ve NorthStar’ın mektubunu yanıma aldım, işe gidiş saati geçsin diye evde bekledim sonra da atladım arabaya. Sendika’nın avukatı Manhattan’da, normalde oraya araba ile gitmem ama adam bana yolladığı randevu kabul notuna bir de “bedava” park fişi eklemiş (standart uygulama) yani adam benim araba sahibi, kelli felli biri olduğum kanısına kapılmış (nedense?)

    Arabam var tabi (daha önce de bahsetmiştim) ama o araba ki (okula başladığımda almıştım) efsanevi derecede kötü … hatta “dandik” kelimesinin cisimlenmiş hali gibi bir şey. Kafasına göre çalışır veya çalışmaz, acaip kötü bir şanzıman ve bir o kadar da verimsiz motora sahip. Bu özellikleri barındıran başka araçlar yok mu? Var tabi … ama benim arabam aynı zamanda da –tipsiz-

    Size şöyle anlatayım, o zamanlar bir sevgilim var ve kız orta diklikte bir yokuşun orta kısmında oturuyor. Buraya kadar iyi, kızı alıp dışarı çıkacağız diyelim … NAH! Çıkarız, çünkü benim arabam kızın yokuşunu tırmanamıyor.
    Çare yok mu?

    …var … şöyle.

    Sokağın başına geliyorum, yokuşu geri viteste tırmanıyorum. (malum geri en kuvvetli vitestir) … kızı alıyorum, salıyorum yokuş aşağı. Akşam eve mi bırakacağım? Gene aynı şey … yokuşun başına geç, tak geri vitese.

    …Araba bu!

    http://pl.wikipedia....e_brown_ext.JPG

    AMG Pacer… hamam böceğinin otomotiv sanayindeki kuzeni. Hamam böceği kadar sevimsiz, bir o kadar da yararsız. (işin komik yanı şimdilerde klasik olarak kabul edilmeye başlandı) tabi bu resimdeki araba ile benimkinin kondisyon açısından en ufak bir alakası yok ... bu kuZu cillop gibi, benim ise ... nasıl desem? Daha mütevazi! durumdaydı (epey...epey daha mütevazi)

    Her neyse .. konumuza dönelim.

    Atladım arabaya … bu arada belirteyim arabam “kusmuk” rengindeydi … çıktım 139’a, amacım Holland tüneline kadar ufaktan ve de sağdan akmak, sonra da tünel bağlantısı ile Manhattan’a geçmek. Pacer ile ilgili söyleyebileceğim en iyi şey o araba ile kimsenin hız cezası yiyemeyeceği … araba 30 – 32 mil/h’den hızlı gidemediği için sıkıntı yapmanıza, kilometre saatine bakmanıza gerek yok. Otoyol’a çıkınca sağ şeride geçiyorsunuz, gaz pedalına sonuna kadar basıp yanınızdan geçen 18 tekerleklilerin size ettiği küfürleri (şeridi tıkadığınız için) duymamak adına teybin sesini açıyorsunuz (o teyp ki arabadan daha fazla edere sahipti)
    Neyse, …. Holland tüneline geldim, gişelerden geçtim ve tünele girdim … tünelin ucu Manhattan ….
    …ama o kadar, tünelin ortasına varmadan benim araba öhö – ıhı – pıhh – ohşşş dedi, ardından kelime-i şahadet’e benzer bir ses çıkardı ve geride bıraktığı (yaklaşık 300,000km’den sonra) yolları hızla gözünün önünden geçirip araba cennetini boyladı.

    Lan!

    Tünelde trafik var, sağ şeritteyim ama anında arkamda kuyruk oluştu. Millet kazıtıyor (haklı olarak) ama kaputu açıp baktım ki … auuuuwww … blok resmen yarılmış. (bkn.sıçtık)

    Döndüm arabaya tabi … çok geçmeden baktım NYPD arkamda. Bir bauww çekti, camı açıp ellerimi dışarı çıkardım (o zamanlar da kıllandıklarını mermi manyağı yapıyorlardı) herif duruma baktı. Bana baktı, arabaya baktı ve havladı.

    - Vitesi boşa at

    Dediğini yaptım ve horŞŞŞ … arabamı mahmuzladı. Polis aracının önündeki takviyeli mahmuzlar ile bir yüklendi, başladı benim hamamböceği resmen uçmaya. Herif beni (ve Pacer’i) tünel çıkışındaki cebe kadar itti … arabadan indi ve başladı ceza yazmaya. Trafiği engellemek, başkalarını tehlikeye atmak, yetersiz araç ile seyir vs.vs. adam ağzımı açtırmıyor. Makbuzu kesiyor, imzalatıyor, yenisini yazıyor.

    Lan!

    Polis 5 dakikada 600+ dolarlık ceza yazdı bana be.

    - Ya egzost gazından zehirlendim galiba, bari ambulans çağır … çekici çağır dedim.

    Santim sallamadı lavuk, çekti gitti.

    İndim arabadan (harbiden zehirlenmişim) biraz kustum çimenliğe, sonra bir telefon bulup önce çekiciye, sonra da sendika’yı aradım. Biraz gecikeceğim dedim avukata, adam doğal olarak sordu .. niye diye. Kabaca anlattım.

    - Bırak arabanı, atla bir taksiye gel … temizlenme, olduğun gibi gel.

    ..aha! Dediğini yaptım, beni kir ve kusmuk içinde alan bir taksiye binip sendika’ya gittim. Avukat ana holde karşıladı. Hemen bir iskemleye oturtup resimlerimi çektiler, ceza makbuzlarını aldılar ve sendikanın yeminli avukatı önünde (bir çeşit noterlik kurumu) ifademi aldılar. Ambulans ve çekici istediğimi özellikle belirttim (ifademde) ardından hastaneye gittik. Orada kan tahlili, oksijen verildi vs.vs. raporumu aldılar ve “şimdi git,biz seni ararız” dediler.

    …akşam vardiyası? Diye soracak oldum … sorun değilmiş, hallederlermiş.

    Bir başka taksiye (hastanede biraz temizlenmiş olduğum için bu defa fazla kasmadan) atladım .. hurdacıya gittim. ATM’den para çekip üzerine 75 dolar ödeyerek Pacer’i hurdaya çıkarttırdım (ve hurda belgesini aldım) sonra da trenle eve döndüm.

    Cepte cidden para kalmamış, Manhattan macerası beni resmen sıfır’a düşürmüş … başım dönüyor, hala midem bulanıyor ve leş gibiyim. Yattım uyudum.
    Birkaç gün sonra sendika’dan onay geldi, akşam mesaisine geçtim. Efendi gibi 17.00’da iş başı yapıyor ve gece yarısına kadar çalışıyorum. (böylece artık gündüzleri de ayrıca limanda kaçak olarak çalışabiliyor,eve para getirebiliyordum) Yani halimden görece mutluyum, burs karşılığı mecburi hizmetim bitsin diye bekliyorum.
    Sonra avukatlar aradı … postaya bir çek vermişler. Benim adıma başvuru yapıp belediye’den tazminat istemişler ve daha ileri gitmeden ön duruşmada anlaşma sağlanmış. Kendi komisyonları ve mahkeme masrafları düştükten sonra payıma düşeni de bana yollamışlar.

    Çek yolladılar da … kaç para ki o be?

    …sonra çek geldi.

    Auwww …. 22.000USD … Auwwww ve de auwwww.
    Yakınlarda bir yerde olsam o polisi öpecem, o derece yani J

    …peki Kaan o para ile ne yaptın?
    Ne yapıcam abi? Gidip araba aldım … hem de Lincoln TownCar (Cadillac’ta çalışırken…muHAHAHA)


×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.