Jump to content
2019 Temmuz ve 2023 Mart arası tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeniden kayıt yapınız ×

Cem Boneval

Blogger
  • Toplam İleti

    16.806
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Kazandığı Gün

    714

Cem Boneval tarafından yazılan her şey

  1. Cem Boneval

    Kürtaj

    Olayın başka bir boyutu: Dünya nüfusu 7 milyarı aşmışken bu insanoğlunun bu kadar bilinçsiz üremesi gerekiyor mu gerçekten? Yiyeceği, içeceği, yeşili, oksijeni, suyu pervasızca tüketen, hem de geleceğe yönelik zerre kadar kaygı duymadan bu türün üremesi doğru mu? Hiç mi kaygı duyulmayacak yaşama katılan cana, ona sunulacak imkanlara, bu kadar sorumsuz olma hakkını kim veriyor? Neyse dellenmeyeyim ve kapatayım konuyu burada.
  2. Otosan duy sesimizi, aslında o da yetmez Ford Europe kulak ver (ordan izleyen var mı Yako?) Henüz 1.0 otomatik üretimi yok da... Nedir bu otomatik vites basiretsizliği? Şu bendeki 1.6 EB bile ne kadar uyumlu olurdu otomatiğe... ben bile bunu söyledikten sonra!
  3. Cem Boneval

    Kürtaj

    Fikir belirtme arzumuz bu konuda da belirginleşiyor. Kürtaj konusu uzmanlarca incelenmesi ve yorumlanması gereken bir konudur, halka sormazsınız, soramazsınız, çünkü bu konuda cevap verecek ehliyeti yoktur. Sorarsanız da isteği doğrultusunda hareket etmek için değil ona doğruyu göstermek ve bu konuda bilgilendirmek için ne kadar çaba göstermeniz gerekeceğini anlamak için sorarsınız. Konuda bilgilenmek isteyenler için aşağıya bakın bu konunun uzmanları ne diyorlar... 1. Türk Tabibler Birliği Basın Açıklaması Sezaryen, kürtaj, Uludere; hekimleri, hastaları, sağlığı kullanmak: HİÇ OLMAZSA SINIRI YOK MU? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı, 26 Mayıs 2012’de basına yansıyan bir açıklamada bulundu ve özetle şunları söylemiş oldu: • Sezaryenle doğum; ülkenin nüfusunun artmaması için ve para kazanmak için yapılan bir işlemdir. • Kürtaj ile gebeliğin sonlandırılması ile yeni doğmuş bir bebeği öldürmek arasında fark yoktur; her ikisi de cinayettir. • Kürtaj ile gebeliğin sonlandırılması, sezaryen “bu milleti” dünya üzerinden “silmek” için uygulanan planın bir parçasıdır. • Uludere’de 34 kişinin öldürülmesi bir cinayettir. Kürtaj girişimi bir cinayet biçimidir. Dolayısıyla bir kürtaj girişimi ile Uludere olayı birbirine eş derecede ağır ahlaki sorunlardır. Bu sözler üzerine; “Tam olarak ne söylenmeye çalışıldı?”, “Kişisel görüş mü açıklandı?”, “Sezaryen nasıl bir nüfus planlaması aracıdır?”, “Bir “milleti” yeryüzünden silmek mümkün müdür?”, hekimler/sağlıkçılar nelere “alet” oluyor? gibi sorular doğması üzerine, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ertesi gün basına bir açıklama, daha doğrusu tercüme yaptı: ‘Başbakan sezaryenden söz ederken elbette anne ve bebek yaşamının kurtarılması için tıbben zorunlu olduğu durumlar dışında yapılan girişimler kastediyordu’. ‘Gebeliğin sonlandırılmasına dair görüşleri ise, korunmasız cinsel ilişkiyle oluşan gebelikler ile ilgiliydi’ Meseleye akıl ve bilimin penceresinden bakmakta ve yanlış bilgileri düzeltmekte yarar görüyoruz. Dünyada anne ölümlerinin üçte bire yakını güvenli olmayan düşüklerin sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Düşüklerle/kürtajla ilgili katı yasaklamaların olduğu ülkelerde yasa dışı ve güvenli olmayan koşullarda girişimler/düşük talebi ve başvuruları artmaktadır. Ülkemiz geçmişte modern yöntemlerle korunamadığı ve sağlıklı koşullarda kürtaj yaptıramadığı için kendi kendine çocuğunu düşürmeye çalışan birçok kadının ölümüne şahit olmuştur. Nüfus artışının teşvik edildiği dönemlerde Sağlık Bakanlığı’nın bünyesinde oluşturduğu komisyonun hazırladığı raporda sağlıksız koşullarda gerçekleştirilen kürtajların yüksekliğine vurgu yapılmakta ve anne ölümlerinin yüksekliği arasında ilişki kurulmaktadır. Ülkemizde 1983 yılında kabul edilen 2827 sayılı Aile Planlaması yasası ile üreme hakkı ile ilgili önemli gelişmeler sağlanmış, Türkiye’de kadın sağlığında çok olumlu gelişmeler gerçekleşmiş ve anne ölümleri dramatik bir biçimde azalmıştır. Şimdi bu yasanın değiştirilmesi planlanmaktadır. Bu plan adım adım ülkemizin hafızasında kamu yararına ne varsa silinmesi ve hafızanın yeniden yaratılması çabalarının bir parçasıdır. Yasa sonrası en önemli kazanımlardan biri seksenli yıllarda anne ölümlerinin en temel nedeni olan istenmeyen gebeliklerin tıbbi olmayan yaklaşımlarla sonlandırılmasının azalması olmuştur. Yasa sonrası isteyerek düşüklerin artabileceği yönünde ortaya atılan endişelerin yersiz olduğu zaman içerisinde görülmüş ve isteyerek düşük hızının doksanlı yıllardan itibaren belirgin bir biçimde azaldığı izlenmiştir. Sayılarla ifade etmek gerekirse 1993 yılında 100 gebelikte 18 iken 2008 yılında 100 gebelikte 10’a gerilemiştir. 2008 yılında dönemin Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan “KADININ STATÜSÜ VE SAĞLIĞI İLE İLGİLİ GERÇEKLER” başlıklı raporunda da belirtildiği gibi; “isteyerek düşükleri daha da azaltmanın yolu, onu yasa ile yasaklamak olmayıp, gebeliği önleme yöntemlerinin yaygın ve ulaşılabilir olarak verilmesidir”. Dolayısıyla kürtaj hakkı kadınlar için bir yaşam hakkıdır. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının en çarpıcı sonucu sağlık hizmetlerinden yararlanmada ortaya çıkmakta, kadının statüsünün düşük olması en fazla doğurganlık davranışını etkilemektedir. Üreme hakları ile ilgili uluslar arası gelişmeler, insanların üreme yeteneğine ve bunu ne zaman ve nasıl gerçekleştireceklerine karar verme özgürlüğüne sahip oldukları noktasında birleşmektedir. Buna göre, bireylerin ve çiftlerin çocuklarının sayısı ve aralığına özgür ve sorumlu bir biçimde karar vermelerine olanak sağlanmalıdır. Bu amaçla gerekli bilgiye sahip olabilmeleri, üreme ve cinsel sağlık standardına en iyi düzeyde ulaşabilmeleri, şiddet, baskı ve ayırımcılık olmaksızın kararlarını verebilmeleri ve üreme çağı boyunca üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanabilmeleri temel insan hakları kapsamında ele alınmaktadır. İstenmeyen gebeliklerin oluşmaması için Aile planlaması hizmetlerinin nitelikli ve erişilebilir olması gerekir. Sağlıkta Dönüşüm programı ile gündeme gelen katkı, katılım payları, kullanıcı ödentileri bu hizmetleri de bedelli hale getirmiştir. Ülkemizde doğurgan çağ kadınların % 27’si geri çekme gibi etkin olmayan geleneksel bir yöntemle korunmakta, % 26’sı ise hiçbir yöntem kullanmamaktadır. Bu veriler ülkemizde istenmeyen gebeliklerin olma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir. Öte yandan uygulanan sağlık politikaları nedeniyle Aile Planlaması hizmetlerinde karşılanmayan gereksinim hızla artmaktadır. Karşılanmayan gereksinim demek istenmeyen gebelik riski demektir. Hem Hükümetin uyguladığı sağlık politikalarıyla aile planlaması hizmetleri de dahil birinci basamağı ücretli hale getireceksiniz, aile planlaması hizmetlerinde karşılanmayan gereksinim artacak, hem de istemediği halde kadınlar doğurmak zorundadır diyeceksiniz. Bu kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Çünkü biliyoruz ki kürtajın yasak olduğu ülkelerde kadın ölümleriyle sonuçlanan uygun olmayan koşullarda kürtaj girişimleri söz konusudur. Bu nedenle temel bir insan hakkı olan üreme hakkı kapsamında üremenin zaman ve sıklığına karar verme ve istenmeyen gebeliğin sonlandırılması hakkı aynı zamanda kadınların yaşam hakkıdır. Tarih boyunca kadınların cinsellikleri ve doğurganlıkları denetlenerek nüfus politikaları oluşturulmuştur. Nüfusu arttırma ve azaltma girişimleri kürtajın yasaklanması veya serbest bırakılması girişimleriyle paralellik taşımaktadır. Tarihte faşizmin hüküm sürdüğü ülkelerde aile planlamasının da engellenmesinin söz konusu olduğunu biliyoruz, bir sonraki hamlenin bu olacağı kaygısını taşıyoruz. Kürtajı yasaklama girişimi kadını birey olarak görmeyen bir anlayışın sonucu olarak, kadının bedenini, cinselliğini, doğurganlığını denetleme arzusudur. Bu denetim aile içinde erkek şiddeti yoluyla sürmektedir. Devlet de zor yoluyla kadının bedenini ve cinselliğini denetleme arzusunu ifade etmektedir. Kadın bedeninin denetlenmesi, yeni muhafazakarlığın 3- 5 çocuk yoluyla kadınları eve kapatma, aile yoluyla denetleme ve devletin ortadan kalkan sosyal rolünü kadınların sırtına yıkma girişiminin de bir parçasıdır. Eve kapatılan kadının görünmez kılınan emeği ile devletin çocuk, yaşlı, hasta bakımı gibi tüm sosyal sorumluluklarını taşıması beklenecektir. Eve kapatılan kadın birey olarak kendini gerçekleştirme, ifade etme olanaklarından yoksun kalacak, ekonomik açıdan eşine bağımlı olacaktır. Sezaryen normal doğumla gerçekleşemeyen doğumlarda annenin ve bebeğin sağlığını korumak amacıyla uygulanması gereken cerrahi bir girişimdir. Asla normal doğuma ne anne ne bebek sağlığı açısından üstün değildir. Türkiye’de sezaryen oranları 1988’de %5.7, 1998’de %21 ve 2010 yılı itibariyle %45’in üzerinde olup gerçekten de oran olarak dünyada en önde gelen yüksek oranlar arasındadır. OECD verilerin göre Türkiye’de sezaryen oranı 2006’da %29.7 iken 2009 yılında %42.7’ye yükselmiştir. Bu artış ne tesadüftür ki sağlıkta dönüşüm programına denk gelmektedir. Sağlıkta dönüşüm programının hastayı müşterileştiren, müşteri memnuniyetini en öne koyan, performans puanları/ciro endeksli, talebi kışkırtan, ameliyat sayılarının artışıyla övünen, özel hastane patlaması yapan süreciyle ilişkisi değerlendirilmelidir. Ancak sezaryen uygulamasını cinayetle eşleştirmek sınır ötesi müdahaledir. Çünkü tıbbi gereklilikle uygulanan sezaryen doğumlar annenin ve bebeğin yaşamını kurtarmak için eldeki en önemli olanaktır. Sağlık hizmetini talep/kar üzerinden değil, gereksinimler üzerinden kurgulamadıkça sorunları çözmek olanaksızdır. Başbakan haksız yere hekimleri hedef göstermekte ve sağlıkta artan şiddeti daha da arttıracak bir söylemin baş aktörü olmaya devam etmektedir. Sonuç olarak sezaryen, kürtajla gebeliğin sonlandırılması ve yaşamın değerine dair tartışmalar Tıp Etiği alanında da sürmektedir. Tartışmaya herkes katılabilir; fikrini söyleyebilir. Katılanlar belli makamlardaki kişilerse beklenti bilgiye dayalı ve sorumlu bir yaklaşımla tartışmaya dahil olmalarıdır. Bir kez daha bilinmelidir ki istenmeyen gebeliğin sonlandırılması bir sağlık hizmetidir. Sağlık hizmetidir; çünkü anne ölümlerini ciddi biçimde azaltır. Bu nedenle biz hekimler bu hizmeti sunmaya yasalar çerçevesinde devam edeceğiz. Bunu yaptığımız için ne biz cani olacağız, ne de hastalarımız. Hiçbir bilimselliği olmayan “üç çocuk-beş çocuk” söylemiyle kadınları istemleri dışında çocuk doğurmaya zorlamak, zaten dezavantajlı konumdaki kadınları daha da güçsüzleştirmek, sağlıksızlaştırmak anlamına gelmektedir. Hastalarımızın haklarını ve hekimlik onurunu savunmaya devam edeceğiz. Ve sürekli tekrarlayacağız: Bizlere ve gebeliğini sonlandıran kadınlara cani diyerek, “Milleti ortadan kaldırıyorlar” diyerek, ULUDERE’DEKİ KATLİAMI UNUTTURAMAZSINIZ. TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ, KADIN HEKİMLİK VE KADIN SAĞLIĞI KOLU, ANKARA TABİP ODASI, HALK SAĞLIĞI UZMANLARI DERNEĞİ *** 2. HALK SAĞLIĞI UZMANLARI DERNEĞİ YÖNETİM KURULU Görüşü Sezaryan bazı durumlarda yaşam kurtaran bir cerrahi yöntemdir. Ancak bazı istenmeyen yan etkileri sakıncaları da vardır. Bu nedenle normal doğum hem anne sağlığı hem de bebek sağlığı açısından daha doğru bir seçimdir. Sezaryan ancak tıbbi gereklilik var ise başvurulması gereken bir doğum şeklidir. Ülkemizde geçmişte de yüksek olan sezaryen oranları, son yıllarda daha da artmıştır. Bu artışın altında normal doğumun anne ve bebek sağlığı üzerine olumlu etkilerinin yeterince bilinmemesi ve sağlık kurumlarında normal doğum koşullarının iyi olmaması yatmaktadır. Diğer faktörler arasında sağlık hizmetlerinin ticarileşmesi, hekimlerin mesleki etik ve deontolojik değerlerinden uzaklaştırılması bulunmaktadır. Kürtaj aile planlaması yöntemi değil, zorunlu bir ihtiyaçtır Türkiye’de, mevcut yasal çerçeve içinde bireyler ve aileler, tamamen özgür iradesi ile isteğine bağlı olarak 10 haftalığa kadar gebelikleri sonlandırabilmektedirler. Bu işlemin temel amacı istenmeyen doğumları ve anne ölümlerini azaltmaktır. Doğurganlığın düzenlenmesi konusuna gelince, Türkiye’nin de çekincesiz imza attığı uluslararası bütün belgelerde “insan hakları” kapsamında ele alınmakta ve bireylerin, ailelerin ne zaman hangi aralıklarla, kaç çocuk sahibi olmak istediklerine dışarıdan hiçbir etki yönlendirme ya da zorlama olmaksızın özgürce karar vermeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Türkiye’deki tarihsel gelişmeler diğer ülkelere de örnek olacak nitelikte olmuştur. Şöyle ki; Türkiye’nin nüfusu artırmaya yönelik bir politika izlemeye başladığı 1920’li yıllardan sonra nüfus artış hızı giderek artmış, aile planlaması yöntemleri de ülkede yasak olduğu için, aşırı doğurganlık sonucu oluşan istenmeyen gebeliklerini kadınlar “canları pahasına” sonlandırmak zorunda kalmışlardır. Mevcut kaynaklara göre 1950’li yıllarda Türkiye’de, “sağlıksız koşullarda”, çoğu kez de kadının kendi müdahalesi ile yapılan düşüklere bağlı olarak bir yılda 10 bin anne kaybedilmiştir. Bu durum karşısında özellikle hekim camiasının önderliğinde, büyük çabalar sonucu ilk nüfus planlaması yasası toplumun da talebi ile 1965 yılında kabul edildi. Kabul edilen yasa ile; Geriye dönebilen aile planlaması yöntemleri ile ilgili bilgilendirme ve eğitim programları ve klinik hizmetler yasal olarak serbest bırakıldı. Ancak isteyerek düşüklere, kadın ve erkekteki cerrahi sterilizasyon yöntemlerine sadece tıbbi zorunluluk varlığında izin verildi. Ancak bu yasaya rağmen, izleyen yıllarda, isteyerek düşüklerin, tıbbi nedenler dışında da yapılması devam etmiş ve anne ölümleri içerisindeki payı ne yazık ki ciddiyetini korumuştur. Örneğin yasal olarak yasak olmasına rağmen 1981 yılı için isteyerek düşük sayısının 300 bin, bunun yaklaşık 50 bininin yani kadının kendi müdahalesi ile olduğu hesaplanmıştır. Bu gerçekler karşısında Dünya Sağlık Örgütü ve Sağlık Bakanlığının da desteği ile savunuculuk çalışmaları yürütülmüş ve sonuçta yine aynı temel amaca yönelik yani istenmeyen gebeliklerin önlenmesi ve anne ölümlerinin azaltılması için 1983 yılında 2827 sayılı yasa TBMM’de kabul edilmiştir. Bu 2. Yasanın olumlu etkisi, Türkiye çapında 5 yıl aralıklarla düzenli olarak yapılan araştırmalarda hemen ortaya çıkmış olup, etkili aile planlaması kullanımı hızla artmış, anne ölüm oranı belirgin ölçüde azalmış ve düşüğün anne ölüm nedenleri arasındaki payı %0.5 lere düşmüştür. Önceki yıllarda anne ölümleri içinde düşüklerin payının nerede ise %50’ler civarında olduğu düşünülürse Türkiye 1965 ve 1983 yıllarında kabul edilen yasalarla ailelere gebelikten korunmaları için imkanlar sunulurken sağlıksız düşükler ve buna bağlı anne ölümleri de önlenmiştir. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008 sonuçlarına göre düşük yapan kadınların yüzde 3.0’ı düşüklerini hekim olmadan yapmışlardır. Kendi canını tehlikeye atma pahasına bu yöntemlere başvuran kadınlara “düşük yapmak yasaktır” demek yerine ona yardımcı olmak ve sağlıklı ortamlarda ihtiyacına cevap vermek devletin ve hekimlerin görevi olmalıdır. Düşüklerin yasal olduğu bir durumda bu kadar sağlıksız düşük oranı varken, yasal olmayan durumda bu oranların daha da artması kaçınılmazdır. Kürtaj karşılanamamış aile planlaması hizmetlerinin sonucudur Kürtajın başlıca nedeni toplumda bir insan hakkı olan üreme sağlığı hizmetlerinin yeterince verilmemesidir. Kürtaj sayılarındaki artışın en önemli nedeni ise, sağlık ocaklarının kapatılarak aile hekimliğine geçilmesidir. Bu süreçte aile planlaması hizmetleri aksamış, gerilemiş olduğuna ilişkin gözlemler vardır. Aile planlaması hizmetlerinin erişilebilirliğinin yetersizliği kürtaja talebi artırmıştır. Burada asıl üzerinde durulması gereken kürtaja talebi artıran aile planlaması hizmetlerinin yetersizliğidir. Yasaklamak çözüm getirmeyecek, sorunları artıracaktır Kürtajın yasaklanması, başta anne ölümleri olmak üzere, töre cinayeti, intihar, çatışma ve geçmiş dönemlerde yaygın olarak başvurulan ve kadını ölüme götüren kendi kendine düşük yapma, gizli yollarla düşük yapma gibi önemli sağlık ve sosyal sorunlara yol açabilir. Türkiye’nin çekincesiz olarak imza atıp yerine getirmeyi taahhüt ettiği uluslararası belgelerde de çok açık olarak ifade edildiği gibi insan haklarının ayrılmaz bir parçası olan aile planlaması, “Kişilerin istedikleri zaman, istedikleri ve bakabilecekleri sayıda çocuk sahibi olmaları, çocuğu olmayanların ise çocuk sahibi olmaları için yardım alabilmeleridir”. Yine uluslararası belgelerde vurgulandığı gibi devlet ve hükümetler ailelerin ihtiyacı olan “doğurganlıklarını gereksinimlerine uygun olarak düzenleme” hizmetlerini en yüksek standartta vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirmek hükümetlerin Anayasal görevlerindendir. Sezaryan ve kürtajı cinayet olarak görmek tehlikeli bir yaklaşımdır Sağlıkçılara yönelik şiddetin arttığı bir dönemde böylesi bir söylem sağlık çalışanlarına yönelik olumsuz tutumları artırabilir. Sezaryan ve kürtajın bir cinayet olup olmadığı, ya da başka bir deyişle suç olup olmadığı daha çok hukukçuları ve yasa koyucuların ilgi alanıdır. Buna karşın bugün kürtaj yasal bir işlemdir, bundan dolayı hekimler ve aileler suçlanamaz. Suçlayıcı yaklaşımlar yerine çözüm arayışına girmemiz önemli ve öncelikli olmalıdır. Sonuçlar ve Önerilerimiz Kürtaj aileyi ve hekimi üzen, rahatsız eden bir uygulamadır Kürtaj zorunluluktan doğan bir gereksinimdir Kürtaj karşılanamamış aile planlaması hizmetlerinin sonucudur Kürtaj yaptırma kadının üreme hakları arasında görülmektedir Sezaryan ve kürtaj oranları yüksektir, nedenleri araştırılarak düşürülmelidir Kürtajı yasaklamak güvensiz düşükleri ve anne ölümlerini artırır Kürtajı önlemenin yolu aile planlaması hizmetlerini yaygınlaştırmaktır Güvenli kürtaj olanakları erişilebilir ve ulaşılabilir olmalıdır Aile planlaması hizmetleri ücretsiz olarak tüm bireylere ulaştırılmalıdır Cinsel sağlık, üreme sağlığı tabu olmaktan çıkartılmalıdır Cinsellik ve üreme konusunda yaygın ve örgün eğitimler verilmelidir Ne zaman ve kaç çocuğa sahip olacakları insanların özgür iradelerine bırakılmalıdır Dönüşüm sürecinde aksayan aile planlaması hizmetleri yeniden gözden geçirilmelidir Hekimlik mesleğine, etik değerlere zarar veren uygulamalardan vazgeçilmelidir *** 3. TÜRK JİNEKOLOJİ ve OBSTETRİK DERNEĞİ (TJOD)’ den KAMUOYU’NA SEZARYEN VE KÜRTAJ HAKKINDA AÇIKLAMA Sezaryen oranlarındaki artış: Tüm Dünya’da ve Türkiye’de sezaryen oranlarında artış görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nun önerdiği % 15 ‘lik sezaryen oranları hemen hiç bir ülkede tutturulamamakta ve artış sürmektedir.. OECD’nin 2009 yılı sağlık raporunda, OECD ülkeleri arasında ortalama sezaryen oranı % 25.7 olarak bildirilmiştir. Türkiye, İtalya ve Meksika ile birlikte OECD içerisinde en yüksek sezaryen oranlarına sahip ülkeler arasındadır ( % 40 ve üstü ). Bu ülkeleri % 33’lük oranlarla ABD ve Kore izlemektedir. Sezaryen, tıbbi gereklilik halinde anne ve bebek yaşamını kurtarıcı bir operasyondur.Dünya’da artan sezaryen oranları,doğumla ilgili mediko-legal sorunlar, ilerlemiş anne yaşı, doğum korkusu, anne isteği, makat gelişleri vb. gibi nedenlerle ilişkilendirilmektedir ki, Türkiye’deki durum da buna benzerdir. Tıbbi gereklilik dışında sezaryen oranlarının azaltılması için tüm dünyada çalışmalar sürmektedir. Bu çabalara karşın, anne isteği ile sezaryen yapılması pekçok batı ülkesinde yasal olarak uygulanagelmektedir. Türkiye’de ortalama sezaryen oranları yüksektir ve düşürülmesi için önlemler alınması gerekmektedir. TJOD, sezaryen oranlarının artış nedenleri ve düşürme stratejileri ile ilgili olarak 2 yıl önce Sağlık Bakanlığı ile ortak bir çalışma yapmış ve önerilerini sunmuştur. Bu öneriler arasında, ebe doğumlarının arttırılması, gebe okullarının yaygınlaştırılması, medya kampanyaları, ağrısız doğumun yaygınlaştırılması ve hekimin malpraktis korkusunun azaltılmasına yönelik çalışmalar vardır. Bu çalışmaların sonucunda zaman içerisinde bir düşüşün gerçekleşebileceği öngörülmüş ve 2013 yılı için %35 oranı hedeflenmiştir. Sezaryen oranlarını düşürmeye çalışmak önemli olmakla beraber bunu gerçekleştirmek için hasta hakları ile hekimin hukuki sorumluluğunu ihlal edecek uygulamalardan kaçınmak daha önemlidir. Hekimi ve kurumları cezalandırmaya yönelik uygulamaların ise bir yarar sağlamayacağı açıktır. Bugün tüm dünya, yüksek sezaryen oranlarını tartışmakta ve çözümler aramaktadır. Sorun yalnızca ülkemize özgü olmayıp, bir insan hakkı olan “üreme hakkı”ile de yakından ilişkilidir. Kürtaj İstenmeyen gebeliklerin güvenli koşullarda sonlandırılması ve buna bağlı olarak oluşan anne ölümlerinin engellenmesi, Birleşmiş Milletler’in Binyıl amaçları içerisinde olup ( Millennium Goals ), dünyada ciddi bir sağlık sorununu oluşturmaktadır. Dünya’da her yıl 46 milyon kadın düşük yapmakta ve bunların % 49’u güvenli olmayan koşullarda gerçekleşmektedir. Güvenli olmayan düşükler yüzünden ölümlerin %95’i Afrika ve Asya’da, %4’ü Latin Amerika’da görülmektedir ki , bu ülkelerde isteğe bağlı düşük yasalarla kısıtlanmıştır. İsteğe bağlı düşüklerin kısıtlanmadığı dünyanın gelişmiş bölgelerinde, düşüğe bağlı anne ölüm oranları % 1 civarındadır.Yine, isteğe bağlı düşüğün kısıtlandığı ülkelerde, düşük oranlarının kısıtlanmaya rağmen daha yüksek olduğu görülmektedir. Ülkemizdeki hukuki durum ve üreme hakkı: Ülkemizde isteğe bağlı düşük uygulamaları, 1983 yılında kabul edilen “Nüfus Planlaması Kanunu” na göre yapılmaktadır. Bu kanuna göre,ülkemizde 10 haftaya kadar olan gebelikler isteğe bağlı sonlandırılabilmekte, 10 haftadan sonraki gebeliklerde ise, anne hayatını tehdit eden durumlar ya da bebeğin yaşamsal anomalilerinde, yine hekimlerin alternatif sunması ve ailelerin onayıyla gebelikler sonlandırılabilmektedir. Bu kanun sonrası , güvenli olmayan ortamlarda yapılan düşükler azalmış ve anne ölüm oranlarında anlamlı iyileşmeler görülmüştür. Türkiye’deki tüm uygulamalar bu kanun çerçevesinde yapılmaktadır. 2004 yılında Kahire’de yapılan International Conference on Population and Development (ICPD) toplantısında, üreme hakkı “ insanların üreme ve bunu ne zaman ve ne sıklıkla yapabileceğinin kararını verme hakkına sahip olduğu” şeklinde tanımlanmıştır. Yine aile planlaması yöntemleri konusunda bilgilenme, bu yöntemlere kolay, ucuz olarak ulaşım da bu hak içerisinde vurgulanmıştır.Türkiye’nin aktif olarak rol aldığı toplantı sonrası alınan kararlar onaylanmış ve Sağlık Bakanlığımız aktiviteler planlamış ve bunları Ulusal Eylem Planlarına aktararak uygulamaya koymuştur. Türkiye’de uygulanan planlar başarılı olmuş, anne, bebek ve çocuk ölümlerinde dramatik iyileştirmeler sağlanmıştır. Türkiye 2005 Anne Ölümleri araştırmasına göre doğrudan anne ölümlerinin %2.3’ü erken gebelik döneminde gerçekleşmektedir ve uygun olmayan koşullarda düşüğe bağlı anne ölümü istatistiksel olarak önemli bir parametre olmaktan çıkmış çok ender gerçekleşen bir vaka şeklini almıştır Elbette kürtaj, bir aile planlaması yöntemi değildir. İstenmeyen gebeliklerin önlenemediği, modern aile planlaması yöntemlerinin uygulanamadığı durumlarda, gebenin ve eşinin isteği ile 10 haftanın altında yasal olarak uygulanan bir girişimdir. İstenmeyen gebeliklerin önlenmesi ve gerektiğinde güvenli düşüğün sağlanabilmesiyle, kürtaj oranları belirgin şekilde düşmektedir.
  4. Cem Boneval

    Kürtaj

    Bugün ülkenin sorunlarına yaklaşım kamuoyu önünde mahalle kahvesi havasında sürdürülmekte, hatta bazı kahvelerde daha akil tartışma ve sonuçların olduğu bile söylenebilir. İşin bu kısmı başarıyla sergilenen bir oyundur. Kapalı kapılar arkasında ise egemen zümre sonsuz egemenlik planları çerçevesinde ustaca toplum mühendisliği planlarını geliştirmekte ve uygulamaktadır: Beyinsiz ve itaatkar bir zümre yaratarak onlara hükmetmek. Bunları ülkemizdeki iktidara yönelik bir eleştiri olarak yazdığımı düşünmeyin, genel geçer çağdaş yönetim biçimi budur ve ülkemizde de değişik dönemlerde değişik partilerce farklı başarı düzeyleri ile uygulanagelmiştir. Bugün kürtaj, yarın Çamlıca'ya cami, sürekli gündemi meşgul edecek ve arka planda çalışanlara nefes aldıracak çerezler sunulmaya devam edilecek. Kamuoyunda böyle bir konuda fikir beyan etmek için de konu hakkında bilgili olmaya gerek yoktur, ilgi çekici olmak yeter. Bu bilgi ve amaç kirliliği ortamında yolunu bulmak da giderek zorlaşmaktadır.
  5. Aracın rengi de önemli, açık renklerde daha belirgin olan bir ton farkı oluyor uzun süre kalırsa. Ancak eğer tüm kaput kaplandı ise bu fark edilemeyebiliyor. 6 ayda bir değiştirme taşların kaplamayı yırtarak çirkin görünmesinden ve daha da önemlisi firmaların cebinizdeki paraya göz dikmesinden kaynaklanan bir zorlama. Delecek taş film dinlemez zaten... Ben de taşlara özgürlük diyenlerden olmakla beraber yapılmış olanı da sıkılıncaya kadar sökmezdim herhalde.
  6. Km'si, donanım düzeyi, genel duruşu etkiler fiyatı. Kasko değer listesinde 39.000 gözüküyor, herhalde 35.000 altına inmemek lazım diye düşündüm.
  7. ABD'de uzun süredir motor hacmini "Litre" olarak veriyor. 3.7 L olarak algılanmalı. Eskiden "cu in" olarak ifade edilirdi, mesela meşhur Chrysler 472 Hemi gibi, onda da 16.4 ile çarpacaksın, yani 7.7 L olacak.
  8. Öncelikle hayal görmeyelim hiçbir Focus Mk3 (belki ST dışında) koltuğa yapıştıracak bir performansa sahip değil. Koltuğa yapışmak için 300 ve üzeri beygiri koşturmak lazım. Hacmine ve fiyatına göre performans önemliyse 1.6 EB 182 PS fena sayılmaz. 6 ileri kullanışlı bir şanzımanla bu sınıfta performans beklentisini en iyi karşılayan ve bunu kabul edilebilir bir tüketimle sunan tek model. Yakıt tasarrufu temel alınmıyorsa zaten dizel düşünmenin bir anlamı da yok. Zaman içerisinde ürün donanım özelliklerinde ne değişiklikler yapılacağını öngörmek zor, SONY müzik sistemi, büyük ve çok renkli LCD ekranlar, otomatik uzun far, şerit takip, adaptif hız kontrol, trafik işareti tanıma gibi özellikler aylar/yıllar içerisinde eklenebilir. Ayrıca yanılmıyorsam 1.6 EB için stok yok ve sipariş üzerine geliyor. Bir deneme sürüşü size daha çok fikir verecektir. Tabii henüz 15.000 km yapmış bir aracı elden çıkarmak yenileme şevkinize ve maddi olanaklara bağlı. Umarım aynı hevesi babanız da paylaşıyordur... yani koltuğa yapışma falan!
  9. Cem Boneval

    Yeni Citroen Ds5 Reklamı

    Ve yetmezse Fifth Gear'den DS5, yanında yeni KIA Rio ve bonus olarak Ferrari ve daha pek çok sürpriz [media=]http://youtu.be/sKMjZIRnwjM
  10. Focus Mk2 için fabrika çıkışı lastik değerleri 205/55-16, 205/50-17 ve 225/40-18 215/45-17 bu ebadlarla maksimum %2 farklılık gösteriyor ki bu kabul edilebilir bir değer. Standart jant değeri de ET 45 diye hatırlıyorum. Alçaltma da olacağı için maksimum 8.5" jant ile ET 35 denenebilir diye düşünüyorum.
  11. Gösterişli bir ön cansız bir yan ve sıradan bir arka ile birleşerek biraz dengesiz bir tasarım ile sonuçlanmış. Motor ve süspansiyon konusunda yorum yapmak için test sürüşünü beklemek lazım. İç tasarım maalesef olmamış. Birbirinden kopuk ve turuncu ve de küçük iki ayrı ekran basit ve komik. Ses sistemi eğreti oturmuş, konsol genel yapısı da öyle, tasarıma başlayıp hayal gücü sessiz kalınca alelacele bitirilmiş gibi. Göstergelerde koca ve tek benzin göstergesi de rahatsız ediyor, altlı üstlü hararet ile birlikte yerleştirselerdi daha iyi olurdu. Devir ve hız göstergesi iyi. Direksiyon düğmeleri de ürkütüyor, ama mantığı düzgün gibi, tek endişem kazara değme olasılığı, sayı olarak çok ve çok orta yerdeler. Koltuk kaplamaları da fazla alacalı. Genelde pek çok detay düşünülmüş gibi. Fiyat politikasına gelince; Hyundai grubunun alt kuruluşu olan Kia otomobil sektöründe Hyundai'nin biraz daha ulaşılabilir modeli olarak pazara çıkıyor. Türkiye'de aynı fiyata satıldıklarını görünce hiç düşünmeden Hyundai'ye yönelirim. İki seçenek var, ya Hyundai fiyat arttıracak ya da Kia fiyat düşürecek, bu fiyatlarla caddelerde nadir görülen bir araç olmaya aday. Ve kim ne derse desin bu araç da Uzak Doğu Kokuyor, ama doğru yoldalar, hızla öğreniyor ve geliştiriyorlar. Hızlı ve ayrıntılı inceleme için teşekkürler Yakup. Ve Cenk EB 1.0 beklemeye devam et.
  12. Kısa bir tercüme, aşağısı sunucunun ağzından... Şimdi bunu seyredenler yine mi bu sınıf, seyretmeye değmez nasıl olsa gene Golf kazanacak, boşuna zaten Golf sınıfı denilmiyor mu diyebilirler, ama durun, öncelikle daha ucuz modeller var, ayrıca daha sportif bir model var ve en sonunda yeni 3 silindirli Focus var ki sınıfında en ekonomik olma iddiasında. Focus 3 silindirli motor ile otomobil dünyasını karıştırmaya niyetli. Hızlanma ve son hızda en iyi değerlere sahip olmasa bile son derece yeterli ve gerçekten benzinli araçlar arasında en iyi tüketim değerlerine sahip. Motor kullanımda asla 3 silindir olduğunu bekli etmiyor ve çok rahat kullanılabiliyor, özellikle hassas direksiyon sistemi ve fiyatına göre zengin donanım özellikleri dikkat çekiyor. Tenkit edilebilecek tek nokta iç mekan tasarımı, tasarımcılar muhtemelen Star Wars ile Fisher-Price arasıdan bir yere sıkışıp kalmış olmalılar (haaa, haaa, haaa - çevirmenin yorumu). Soınuçta bu üzerinde durulması gereken bir konu değil ve nesnel olarak bakıldığında Focus tam ortada duruyor, 17" jantlar ve 23.400€ makul bir fiyata satılıyor. Buna karşılık Hyundai uzun ve zengin bir donanım listesine sahio i30 için sadece 20.660€ talep ediyor. Motor gücü grubun üst sıralarında ve tek turbo kullanmayan araç olmasına rağmen makul yakıt tüketimi ve performans değerleri sunuyor. Cazip fiyatı, beş yıllık garanti süresi, zengin donanımı ve geniş iç mekanı dikkat çeken özellikleri, buna karşılık göreceli düşük malzeme kalitesi ve sportif mi konforlu olacağına karar verilememiş süspansiyon sistemi iyileştirme yapılması gereken alanlar. Golf hiç bir zaman fiyat olarak cazip olmadı, ama sınıfının kralı olarak böyle bir kaygıyı da hiç taşımadı. Eskimeye yüz tutmuş model artık seri sonu havası yaratıyor, 1.4 122 PS motor grubun en zayıfı olmasına rağmen çok verimli çalışıyor ve başarılı performans değerlerine ulaşıyor. Araçta oturunca kendinizi evinizde gibi hissediyorsunuz, Highline donanım düzeyinde arzu edilen tüm özellikler var. Ancak araç artık eskimeye yüz tuttuğunu detaylarda belli ediyor, navigasyon ekranı Hyundai'de daha güzel, hala mekanik el freni var, anahtarla çalıştırılıyor, rakipleri bu konuda daha modern. Ama bunun dışında direksiyon sistemi, süspansiyon ve motor konularında söylenecek söz yok. 24.460€ ile grubun en pahalı ikinci aracı ama ikinci el fiyatı ile kendini amorti edebiliyor. Megane makyajlanmış hali ile daha şık ve genel olarak tasarımı beğeni kazanıyor. Ayrıca yeni 1,4 130 BG turbo motoru var, ancak karşılaştırmanın yakıt açısından en müsrif üyesi (Çevirmenin notu: Pinti Almanların yüreğini hoplatmaya yeter, yabancı ve müsrif - unut gitsin). Bir Fransız aracındna ne beklersiniz? Konforlu, iyi donanımlı, ucuz ve farklı olmasını. Konforlu sayılmaz süspansiyon oldukça sert, diğer özellikleri de vasat, tek keyifli yanı motoru ki o da maalesef fazla tüketiyor. 23.350€ fiyat da albeniye katkıda bulunmuyor. BMW ise her yönüyle vasatın ötesinde, kompakt sınıfta madalyonun farklı yüzünü gösteriyor: Sportif olmak. Şık, deri iç mekan, adaptif süspansiyon ve güçlü motor en iyi performans değerlerin imza atıyorlar. Sürüş özellikleri en iyi olan model bu, tüketimi de performansına göre makul. İçine oturduğunuzda arabanın bir parçası haline geliyorsunuz, bedeni kavrayan koltuklar, kokpit yapısı, mükemmel direksiyon ve şanzıman benzersiz bir sürüş zevki verse de iç mekan dar, özellikle arkada oturmak istemezsiniz ve buna aile arabası demek de güç, görüş kötü, ayrıca bagaj da grubun en küçüğü. Ayrıca kullanılan pek çok donanım için ekstra para ödemek gerekiyor. 25.980€ fiyat da olumsuz etki yaratıyor. Sıralama yapmak gerekirse motoru dışında göz dolduramayan Megane sonuncu oluyor, Hyundai fiyat/performans şampiyonu olmakla beraber dördüncü, biraz daha fazla parası olan ve sportifliği tercih edenlere hitap eden BMW ise üçüncü oluyor. Grubun birincisi ise Focus, gerçekten genel olarak bakıldığında en iyi araç bu, ancak birinciliğini Golf ile paylaşması gerekiyor, değerini koruması ve 3 yılda bir bakım gerektirmesi (Focus yıllık) ile birinciliğe ortak oluyor. Diğer özelliklerde Golf eskisi gibi grubun tek kazananı olamıyor, neyse ki Paris furarında yeni modelin lansmanı yapılacak, yeni model daha büyük ve daha hafif olacak ve gene sınıfın liderliğini ele geçirecek, ama o zaman kadar bu sınıfta Golf için hayat kolay değil.
  13. Servis parça değişimli, tüketiciye maliyetli bir işe girmeden irtibata geçerek onay alır.
  14. Ben izlemiştim. Aslında Autobild VW tarafından finanse edilen bir yayın kuruluşu, yani en azından böyle algılanmakta. Bu test sonucunda da Golf'ün eski kasası ile artık rekabetçi olamadığı ve Focus ile ilk sırayı paylaştığı, Focus'un fiyat, tüketim ve performans arasında iyi bir denge sağladığı ve sınıf liderliğine iştirak ettiği söyleniyor ve hemen akabinde de yeni kasa Golf'ün sonbaharda lanse edileceği ve sınıf standartının yeniden belirleneceği bilgisi geçiliyor. Zekice değil mi? BMW sürüş dinamikleri açısından eşsiz bulunmakla beraber dar ve basık iç mekanı ve yüksek fiyatı ile puan kaybettiriliyor. Benim için bu test alt orta sınıfta farkların ne kadar azaldığını ve kişisel beklentilerin nüans düzeyinde satın alma kararında etkili olacağını göstermesi açısından ilginç geldi, kısacası hangisini alırsanız alın hata yapma olasılığı pek yok. Şu anda sessiz bir makineden yazıyorum, öğleden sonra fırsat bulursam tekrar dinler ve farklı bir şey varsa revize ederim mesajı. Bir de BMW'nin motor gücünü ne kadar verimli kullandığına bakar mısınız?
  15. Furkan, ne başlığı kirletmek ne de konuyu uzatmak istemiyorum ama kendini haklı gösterecek ve eleştiri getirenleri yalancılıkla suçlamaya hazır tutum sergilemen nedeniyle bir kez daha ve son olarak yazıyorum: 1. Gece vakti yol kaç şerit olursa olsun 170 km/h ile kapışma modunda olmak tehlikelidir, çok sevdiğim ve son derece usta bir sürücü olan bir otomobil sporları federasyonu yetkilisi bundan çok daha düşük bir hızda TIR'ın altına girdi, hem de gündüz gözüyle. Artık aramızda değil...! 2. Yine de riskli işler yapmayı isteyebilirsin ve normalde bunun sonuçları sadece seni bağlar, en kötü ihtimalde de hayatın gerçeği ile biraz daha erken tanışırsın. Ancak trafiğin ve başka araçların bulunduğu bir ortamda kimseyi tehlikeye atma hakkın olamaz. 3. Niye güçlü araç kullanıyoruz, çünkü gücü seviyoruz, ama kontrolsuz güç uygulamıyoruz, 130 km/h sürate kadar hızlı çıkmayı seviyor olabilirim, virajlı bir dağ yolunda hız kurallarına uymak koşulu ile virajlar arasında ve/veya viraj içinde o gücün tadını çıkarmak isteyebilirim. 4. Hiç 200 km/h üzerine çıktım mı? Ya da 180 km/h ile viraj döndüm mü? Elbette. Ama Istanbul Park pistinde, ve Imola'da... Yani trafiğe kapalı alanlarda, bunun dışında bugüne kadar sahip olduğum hiçbir arabanın son hızını bilmem çünkü denemedim. Hız sınırlarına körü körüne uyar mıyım, muhtemelen hız ihlalim ortalama bir sürücüyü aşmaz, ve bu ihlal de birisiyle kapıştığım için olmaz. Sonuçta, senin de belirttiğin gibi trafikte yanlış davranışları özendirici ifadelerden uzak duralım, işin özü bu.
  16. Yaşanmış deneyimler düzensiz boyanın hiç de nadir olmadığını gösteriyor. Bu nedenle sergi alanında olmasa bile stok bekleme alanında boya ölçümü talep etmek bence en doğal hak ve pek komik de sayılmaz. Aksi hale arabayı satmaya kalktığınızda içine düşeceğiniz durum bazen trajikomik oluyor.
  17. Al sana bir çirkinlik abidesi - Tüm parmak izlerini gösteren parlak yüzey - Ortada sifona mı basacağız dedirten kocaman bir düğme - Yanlarda birbirine benzeyen ve kolayca karışacak bir sürü küçük düğme Neymiş Sony'miş Kalsın istemem (bu konuda yalnız ve tekim muhtemelen, ama samimiyim)
  18. Kullanım tarzı ile çabuk aşınabilen ve deformasyona uğrayan parçaların garanti kapsamına alınması üretici/dağıtıcı inisiyatifine kalmıştır. Söz gelimi fren disk ve balataları garanti dahilinde olmaz. Yürüyen aksamda da makul bir ömür biçilir, söz gelimi 50.000'de patlayan amortisör imalat hatasına sokulmaz. Sizin durumunuzda da her ne kadar zaman içerisinde aşınan parçalar söz konusu ise de kat edilen km normal şartlarda bu aşınmayı makul gösterecek düzeyde değil. Garanti kapsamına almama durumu söz konusu olabilir, o zaman ısrarcı olmanız ve hatta gerekirse tüketici mahkemesine kadar süreci taşımanız düşünülebilir eğer kullanımdan kaynaklandığı konusunda sizi ikna edememişler ise...
  19. Dizeller yakıt özelliği nedeniyle daha verimli çalışır ve ısı üretme şeklinde enerji kaybına uğramazlar, zaten düşük tüketim değerleri de bundan. Bu özellik kışın epeyi bir süre optimal olmayan ısılarda seyahat anlamına gelir. Rölantide ısınması ise çok daha uzun sürecektir. Bu nedenle rölantide çalıştırayım da kaloriferi de açayım da ısınayım demek biraz hayal görmek olur. Her zaman yazdığımı yazıyorum, motoru çabuk ısıtmak istiyorsak düzgün bir rölanti devri tutturduğu anda yürümek lazım. Yük altında ısınma çok daha çabuk gerçekleşir.
  20. F1'de bizim bütün ilk yardım araçları, ki her türlüsü var, bütün gün camlar kapalı, klima açık ve rölantide çalışır vaziyette bekliyor, en az beş saat ve üç gün. Daha sorun yaşamadık, Ağustos sıcağında bile. Sadece Grand Cherokee'ler benzin bitiriyor, o kadar...
  21. Dizellerde kalan km sıfırlandıktan sonra yaklaşık 3-4 l arası mazot kalıyor depoda, tecrübeye dayanarak yazıyorum. Yani 50 km daha gider... Ama lütfen denemeyin! Benzinlilerde hiç denemedim. Ama ışık yandığında bende 120 km kaldı oluyor genellikle, 80 km kaldı dediğinde benzin alıyorum genellikle ve 45 litre alabiliyorum genellikle. Yani gene sıfır kalandan sonra 40-50 km gidebilirmiş gibi duruyor genellikle
  22. Yakup böyle gidersen rapor edeceğim ve 20b9'dan uyarı yiyeceksin ona göre...
  23. Konuyu dağıtmayın bakayım, yazdığıma yazacağıma pişman etmeyin beni. Küçük bir hatırlatma gerekli ve yeterliydi bence, daha da uzatmayalım. Konu yaktı tüketimi idi zaten Furkan değil. Benimki de bir tür "Abi" nasihatı, yüklenme değil Konuya dönelim: Bir haftadır Sprintbooster'i deniyorum, alet ilk defa 180 BG hissi veriyor, ama ortalama tüketim de 7,7'den 8,0'e zıpladı, ama daha çabuk hızlanıyorum, çünkü keyif veriyor. Daha ayrıntılı inceleme raporu gelecek, izlemeye devam edin...
  24. Trafiğe açık alanlar had bildirme, gövde veya gününü gösterme, üstünlük taslama ve/veya yarışma alanları değil toplumsal sorumluluk içerisinde herkesin belli kurallar çerçevesinde davranmak zorunda olduğu ortamlardır. Bunu gözetmemiş olmanız sizi bağlar, ancak burada marifet gibi anlatılması yanlış davranışların özendirilmesi gibi bir anlam taşıyabilir. Ayrıca bu tür bir çekişmenin sonucunda ne sizin daha iyi bir sürücü ne de aracınızın daha iyi bir araç olduğuna dair hükme varılabilir. Naçizane fikrimdir...
  25. http://www.mybluefin.co.uk/search?make=9&fueltype=3&model=2&variant=2544 Özetle ECU'yu yeniden programlamak için kullanılan bir flash bellek. OBD girişinden motor yönetim sistemine bağlanıyor. İlk aşamada USB kablo ile notebookunuza bağlayarak orijinal programı yedeklemenizi sağlıyor, sonra Bluefin üzerindeki program ile yeniden programlanıyor ECU. Sonuçta biraz becerisi olan herhangi bir kişi herhangi bir yerde bu programlamayı yapabiliyor. Superchips mucizevi performans artışından ziyade motora zarar vermeyecek ve sorun çıkarmayacak mütevazi değişimler yapıyor. Yıllardır da sektörde saygın bir yeri var. Türkiye'de distribütörlüğünü BGT yapıyor (Maslak-Istanbul), ben bir ara aradığımda yeni modül için 1650 TL demişlerdi. Tabii biraz bu işlerde ustalaşmış birisinin bu tür programları kopyalaması, değiştirmesi ve hatta yeniden veya sıfırdan yazması mümkünse de ben uluslararası kurumsal yapısı olmayan kişisel girişimlere pek sıcak bakamıyorum.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.