Jump to content
2019 Temmuz ve 2023 Mart arası tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeniden kayıt yapınız ×
  • Hoş Geldiniz!

    Tüm özelliklerine erişmek için şimdi kaydolun. Kayıt yaptırdıktan sonra, konu açabilir, konuları yanıtlayabilir, kullanıcıların mesajlarını beğenebilir, özel mesaj yollayabilirsiniz.

    Kayıt olduktan sonra bu mesaj silinecektir.

Günün şiiri....


Tevfik

Önerilen Mesajlar

KADINLAR, ÜLKELER, DENİZLER

Gözlerin gözlerime değince

Su katılıyor rakıya

Denizler açılıyor önümde.

Üç çeşit deniz var bildiğim:

Birincisi süt liman deniz.

İlkgünün özenle okşadığı,

Gökyüzüyle kaynaşan deniz.

İkincisi dalgalı oynak,

Bir kedi gibi önce sokularak

Sonra tozu dumana katan deniz.

Balıklara beşik sallayan deniz.

Üçüncüsü volkansı dağlar...

Tüfek namlusundan menevişli,

Baştan başa gövdesi köpek dişli,

Kendi kendine savaşan deniz.

Anadolu dağları gibi kıraç,

Kış ortasında kurtlar gibi aç

Karanlığa uluyan deniz.

Senin gözlerin de öyle uzak,

Üç türlü denizde balkıyarak

Bütün yaşamımı alıp gitti.

Türküler yitirdim dağlarda.

Çiğdemleri rüzgar okşar ya,

Sarkar ya söğütler ırmağa

Rakıya su katılır gibi

Gözlerin başlar yansımaya

Gözlerin gözlerime değince su katılıyor rakıya,

Ülkeler de kadınlara benziyor,

Başlıyor yansımaya.

İşte güvercin kemikli kız!

Koca Fransa, Akdeniz...

Ve Almanya ki lahana, tütün,

Sokakları kan kokarken bir gün

Gençliğimi orada bırakıp geldim.

Oysa balık gibiydi Urzula Rayh

Bir sarı çiğdem gibi severdim.

Yazar : CAHİT KÜLEBİ

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Derler Derler..

Üzülüyorsun, takma diyorlar.

Kızıyorsun, değmez diyorlar.

Boşveriyorsun; gamsız diyorlar.

Susuyorsun, iki çift laf et diyorlar.

Konuşuyorsun, muhatap olma diyorlar.

Çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar.

Alttan alıyorsun, tepene çıkardın diyorlar.

Bağırıyorsun, sakin ol diyorlar.

Aklı başında davranıyorsun, bu kadar uslu olunmaz diyorlar.

Dikine gidiyorsun, yaşına başına yakışmaz diyorlar.

Ölünce ne diyecekler?

Muhtemelen; Ölüm sana yakışmadı.

Normal tabii, dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler..

Müşfik Kenter

  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

CEMAL SÜREYA

(1931-1990)

SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?

Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü kör oldum

Yıkadılar aldılar götürdüler

Babamdan ummazdım bunu kör oldum

Siz hiç hamama gittiniz mi?

Ben gittim lambanın biri söndü

Gözümün biri söndü kör oldum

Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak

Şöylelemesine maviydi kör oldum

Taşlara gelince hamam taşlarına

Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi

Taşlarda yüzümün yarısını gördüm

Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü

Yüzümden ummazdım bunu kör oldum

Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Ne kadarınız gerçek sizin, B)

kırkıncı oda

Ne kadarınız gerçek sizin,

kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki

kilitler altında sakladığınız gerçek

duygularınızla,

gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor

hayatınıza,

söylenmeyen neler var kuytularda,

hani kendinizden bile sakladığınız,

bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla

yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp da

ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz

içinizde...? ? ?

Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?

Sevip de söyleyemediğiniz,

özleyip de açıklayamadığınız

ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize

gömdüğünüz oluyor mu,

korkaklıklar var mı,

kalleşlikler var mı,

yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi

bekliyor...? ? ?

Göründüğünüz insan mısınız siz,

yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur

içinizde

ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi

taşıyorsunuz?

Derununuzda neler saklıyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,

yoksa başınızı belaya sokmayacak kadar akıllı mısınız,

gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı

saklıyorsunuz,

açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?

Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,

günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp

Tanrı'yı mı kandırmaya uğraşıyorsunuz?

Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz

yoksa...? ? ?

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi

duygularınızla düşüncelerinizi denklere

sarıp da içlerinizde bir yerlere mi

yerleştirdiniz,

bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz

aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve

denklerinizi

hiç açmayacağınızı bilerek...

Bir gün çıldırsanız da

bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça

söyleseniz,

neler duyacağız sizlerden,

gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,

yoksa korkaklığın altında,

bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi

büyümüş yiğitlikler mi?

Kızgınlıklarınız yok mu sizin,

öfkeleriniz, isyanlarınız?

Aşklarınız yok mu?

Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?

Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,

kendinize şaşar mısınız,

hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler

var diye, hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer,

dile getirilmeyen özlemler,

söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler,

hangi boşvermişlikler,

hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz

kendinizden?

Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı

turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,

şimşeklerle boşanan yağmur başladığında

şatonuzun odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz,

ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya açıyor musunuz

kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi,

bu kadar gerçeği o odada saklayıp,

hayatı yalandan yaşadığınızı farketmek nasıl bir

sarsıntı yaratıyor?

yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de

ıssız gece,

sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,

korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,

kırkıncı odanız size de mi kapalı,

kendi kendinize bile mahrem misiniz?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan,

hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,

kendinizi bir yerlerde terkedip de gitmek

istemiyor musunuz,

bütün yalanlarınızdan uzak bir yere?

Şöyle rahatça bütün duygularınızı,

bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara,

kendinizi bile yanınıza almadan.

Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız

kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,

yüksek sesle eleştirip de

içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,

kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi

korkaklığınızdan utandığınızın itirafını nerelerde

gizliyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu

yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?

Neler var kırkıncı odada?

Otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,

kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalandan mı

yaşıyorsunuz?

Niye yapıyorsunuz bunu?

Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede

belki...

Belki de hiç açmazsınız,

kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,

kendinizden sıkılarak..

Ahmet Altan

Tevfik Bardakçı tarafından düzenlendi
  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Geldi Geçti Ömrüm Benim

Geldi geçti ömrüm benim şol yel

esip geçmiş gibi

Hele bana şöyle gele şol göz açıp

yummuş gibi

İşbu söze Hak tanıktır bu can göv-

deye konuktur

Bir gün ola çıka giden kafesten kuş

uçmuş gibi.........

Yunus Emre

Bekir B. tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 ay sonra...
  • 9 ay sonra...

bulut dolar semasına
yağmur iner ovasına
bacon konur sofrasına
ne güzeldir ingilizlik…

aşmış undergrounduyla
çok kıymetli pounduyla
heavy metal sounduyla
ne güzeldir ingilizlik...

fish and chips'i yersin
işte bira bu dersin
üstüne single malt gelsin
ne güzeldir ingilizlik...

alayı full aksesuar
aston martin, jaguar
paran yoksa rover var
ne güzeldir ingilizlik...

benny hill'den biraz neşe
şöminemde kütük meşe
e çıkmayıver güneşe
ne güzeldir ingilizlik...

leydisi var lordu var
etkili bir ordu var
artı james bond'u var
ne güzeldir ingilizlik...

the police'inden clash'ine
aksanlı "know" deyişine
vur be beckham gelişine
ne güzeldir ingilizlik...

fasulye bitse ağlarım
incecik ham doğrarım
akşam pub'a uğrarım
ne güzeldir ingilizlik...

köpekleri salarım
çayırları yararım
atla tilki avlarım
ne güzeldir ingilizlik...

phone kulübem kırmızı
yar mr. brown'ın kızı
olsam kraliyet muhafızı
ne güzeldir ingilizlik...

avrupadan farkı var
envayi çeşit parkı var
hele cutty sark'ı var
ne güzeldir ingilizlik...

yine çıktı hadise
doktor bindi tardise
londra sokar paris'e
ne güzeldir ingilizlik...

yazdım bakın bunca dize
verin artık bana vize
heatrow'da sarılayım size
ne güzeldir ingilizlik...

pek çillidir kızlarınız
yüksek uçar kazlarınız
gülümsüyor yüzleriniz
ne güzeldir ingilizlik...

big ben'den saate baktım
yar çayına süt kattım
thames'e 3-5 taş attım
ne güzeldir ingilizlik...

şapkayla yarış izler
dürbünle beygir gözler
dilinde nazik sözler
ne güzeldir ingilizlik...

sherwood'da gürgen kayın
hani okun nerde yayın?
robin hood'u unutmayın
ne güzeldir ingilizlik...

lordlar kamarası yamandır
herkes soylu falandır
demir leydi anandır,
ne güzeldir ingilizlik...

yeşilin dile destan
duydum roger waters'tan
eksem york'ta bir bostan
ne güzeldir ingilizlik...

bakın, iskoç farklıdır
götü yandan çarklıdır
sanma braveheart'lıdır
ne güzeldir ingilizlik...

blackmore'um vur saza
gillan gelecek gaza
fazla gerek yok söze
ne güzeldir ingilizlik...

irlandalı seni açmaz
etrafına neşe saçmaz
belfast'tan adam çıkmaz
ne güzeldir ingilizlik...

yes-no yani evet-hayır
her yer çimen her yer çayır
iron maiden cayır cayır
ne güzeldir ingilizlik...

nottingham'lı benim dayım
porselende gelir çayım
barbeküde mangaldayım
ne güzeldir ingilizlik...

bbc'nin belgeseli
görsel bir coşku seli
clapton'dan lay down sally,
ne güzeldir ingilizlik...

siyah beyaz fotolarla
hayaletli şatolarla
rolls royce gibi otolarla
ne güzeldir ingilizlik...

newcastle'da bir gemi
irfandadır dümeni
mutlu ettiyse seni
ne güzeldir ingilizlik...

 

NOT: ekşisözlük'ten alıntıdır.

  • Beğen 3
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

YALNIZ BİR OPERA

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda

yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim

oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim

Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin

kızdığın ya da kıskandığın diyelim

yani yaşamışlık sandığın

Geçmişim

dile dökülmeyenin tenhalığında

kaçırılan bakışlarda

gündeliğin başıboş ayrıntılarında 

zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.

Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha

fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki

gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,

benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.

Ve hala bilmiyordun sevgilim

Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana

Bütün kazananlar gibi

Terk ettin

      Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça

yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.

Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.

      Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

       

      Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

      yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından

      kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine

      çerçevesine sığmayan

      munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine

      lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

      

      Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti

Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi

uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de 

ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

      Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,

değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve

aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00

diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

    

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını

      Takvim tutmazlığını

      Aramızda bir düşman gibi duran 

      Zaman'ı

      Daha o gün anlamalıydım

      Benim sana erken

      Senin bana geç kaldığını

      Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.

Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik

kalmıştı.

      Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış

arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.

      Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.

Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.

      Şimdi biz neyiz biliyor musun?

      Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.

      Birbirine uzanamayan

      Boşlukta iki yalnız yıldız gibi

      Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz

      Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca

      Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız

      Ne kalacak bizden?

      bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim

      Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında

      Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden 

      Bizden diyorum, ikimizden

      Ne kalacak? 

      Şimdi biz neyiz biliyor musun?

      Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları

gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir

şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.

      Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi

      Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek

      Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

      kış başlıyor sevgilim

      hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor

      bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan

      oysa yapacak ne çok şey vardı

      ve ne kadar az zaman  

      kış başlıyor sevgilim

      iyi bak kendine

      gözlerindeki usul şefkati

      teslim etme kimseye, hiçbir şeye

      upuzun bir kış başlıyor sevgilim

      ayrılığımızın kışı başlıyor

      Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

      

      Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu

gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

      Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır

      çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır

      içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun

      para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar

      Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz

çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar

      gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar

      korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,

çağrışımlarla ödeşemezsiniz

      dışarıda hayat düşmandır size

      içeride odalara sığamazken siz, kendiniz

      Bir ayrılığın ilk günleridir daha

      Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

      Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup

      kulak verdiğiniz saatin tiktakları

      kaplar tekin olmayan göğünüzü

      geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç

suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz

      bakınıp dururken duvarlara

      boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi

      kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar

gibi

      yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik

kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata

alınmaya

      kendimizi hazırlar gibi

      yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi

      ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,

      ve kazanmış görünürken derinliğimizi

      Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde

      bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar

o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi

      hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

      denemeseniz de, bilirsiniz

      hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar

    

      Bana Zamandan söz ediyorlar

      Gelip size Zamandan söz ederler

Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,

      öyle düşünürler.

      Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden

karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,

uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.

      Zaman

      Alır sizden bunların yükünü

      O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar

dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir

yerlerden

bulunup yeni mutluluklar edinilir.

      O boşluk doldu sanırsınız

      Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

      gün gelir bir gün

      başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide

      o eski ağrı 

      ansızın geri teper.

      Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten

      Bitmişsinizdir.

      Zamanla  yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları 

      önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini  

      kazanır. Yokluğu derin  ve sürekli bir sızı halini alır.

      Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık

      Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan 

      Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır

      ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

      günlerin dökümünü yap

      benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini

      kim bilebilir ikimizden başka?

      sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış

bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren

      kendiliğindenliği

      yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi

      bir düşün

      emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya

      şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada

ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

      Bunlar da bir ise yaramadıysa

      Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda

      Bu şiire başladığımda nerde,

      şimdi nerdeyim?

      solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden

      ikindi yağmurlarını bekleyen

      yaz sonu hüzünlerinden

      gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim

      geçti her çağın bitki örtüsünden

      oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından

      bakarken dünyaya

      yangınlarda bayındır kentler gibiyim:

      çiçek adlarını ezberlemekten geldim

eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların

      unuttuklarını hatırlamaktan

      uzak uzak yolları tarif etmekten 

      haydutluktan ve melankoliden

      giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden

      Duyarlığın gece mekteplerinden geldim

      Bütünlemeli çocuklarla geçti

      gençliğimin rüzgara verdiğim yılları

      dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

      Bu şiire başladığımda nerde,

      şimdi nerdeyim?

      yaram vardı. bir de sözcükler 

      sonra vaat edilmiş topraklar gibi

      sayfalar ve günler

      ışık istiyordu yalnızlığım

      Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum

      İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde

                     Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü

                     daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.

      Aşk... Bitti. Soldu şiir.

      Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

      Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım

      Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde

      Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece

      uyudum, hiç uyanmadım.

      barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim

      her adımda boynumdan bir fular düşüyordu

      el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk

      birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:

      eksiliyorduk

      mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim

      her otelde biraz eksilip, biraz artarak

      yani çoğalarak

      tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin

      birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında

      ağır ve acı tanıklıklardan

      geçerek geldim. Terli ve kirliydim.

Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum

      maskeler ve çiçekler biriktiriyordu

      linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...

      korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları

      ve açık hayatları seviyordu.

      Buraya gelirken 

      uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim

      atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri

      ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi

      çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için

      panayır yerleri... panayır yerleri...

      ölü kelebekler... ölü kelebekler...

      sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

      Adım onların adının yanına yazılmasın diye

      acı çekecek yerlerimi yok etmeden

      acıyla baş etmeyi öğrendim.

      Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

      

      ipek yollarında kuzey yıldızı

      aşkın kuzey yıldızı

      sanırsın durduğun yerde 

      ya da yol üstündedir

      oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar

      ölü yanardağlar, ölü yıldızlar

      ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

      AŞKIN BİR YOLU VARDIR

      HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN

      AŞKIN BİR YOLU VARDIR

      HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN

      gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler

      gözlerim

      aşkın kuzey yıldızıdır bu

      yazları daha iyi görülen

      Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler

      ilerlerim

      zamanla anlarsın bu bir yanılsama

      ölü şairlerin imgelerinden kalma

      Sen de değilsin. O da değil

      Kuzey yıldızı daha uzakta

      yeniden yollara düşerler

      düşerim

      bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda

      ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında

      Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler

      yaşamsa yerli yerinde 

      yerli yerinde her şey

      şimdi her şey doludizgin ve çoğul

      şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi

      şimdi her şey yeniden

      yüreğim, o eski aşk kalesi

      yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden

      Dönüp ardıma bakıyorum

      Yoksun sen 

      Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

 

 

       Murathan MUNGAN

 

Üniversiteden mezun olduğumda otobüse binerken cebime sıkıştırmıştı bunu bir ankaralı...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

Öyle Günler Gördüm Ki

Öyle günler gördüm ki, aydın gökler kararıp 

Bahtım bir bulut gibi üstüme çöker oldu, 

Her gözümü yumunca tanıdık yüzler görüp, 

Hayaller alev alev beynimi yakar oldu. 

Ümitsizlik, gariplik dört tarafımı sarıp 

Yüzüm sırıtsa bile, içim yaş döker oldu. 

Her sabah ilk ışiklar gözlerimi oyardı, 

Uyanan taş duvarlar iniltimi duyardı. 

Öyle günler gördum ki, duvarlar gelir dile, 

Gözumde canlanırdı eşkiya masalları. 

Varlığımı sarardı, hain bir isteyişle 

Görmediğim yumuşak bir düşmanın elleri 

Kafada çelik gibi fikirler dursa bile 

Kalplerin eksik olmaz böyle zayıf halleri: 

Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum, 

Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum. 

Öyle günler gördüm ki, dost dediğim insanlar 

Ben yanına varınca dudağını kıvırdı. 

Bir zamanlar yanımda ağız açmayanlar 

Sırtımı sıvazladı, bana oğüt savurdu. 

Silahsız gördüğüne saldıran kahramanlar 

En alçak tekmelerle beni yere devirdi. 

Ruhum bir heykel gibi düşüp parcalanırdı. 

Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı. 

Öyle günler gördüm ki, tabanca sakağımda 

Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı 

Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda 

Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı 

Tabancanın namlusu ısındı yanagımda, 

Parmagım istemedi tetiğini çekmeyi 

Bir sonbahar yağmuru gibi içim ağlardı 

Bir şeyler fakat beni yaşamağa bağlardı. 

Ey bir tane sevgilim, ben bugün yaşıyorsam 

Sanma ki hayat tatlı, insanlar hoş olmustur, 

Dağ başında bir kaya gibiyim şöyle dursam 

Etrafım eskisinden daha bomboş olmuştur 

Yalnız sana borçluyum bugün dünyada varsam: 

Seni her andığımda gözlerim yaş olmuştur 

Yaşlar ki bir ırmaktır, dertleri sürür gider, 

Gözyaşları içinde seneler yürür gider. 

Yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman, 

Bana: Yaşa der gibi gülen senin yüzündü. 

Dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman 

Bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı. 

Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman 

Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi. 

Sen aklıma gelince her şey gülümserdi. 

Ağaçlar sarkı söyler, rüzgar tatlı eserdi. 

Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi: 

Garip başimın derdi bir yürek taşıyorum. 

Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı: 

İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum. 

Görünce gülme sakın çırpınıp aktıgımı: 

Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum. 

Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de, 

Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.

 
 
S.ALİ
  • Beğen 2
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

denizde kararti var bu gelen kayik midir

ben ozledim yarimi ağlasam ayip midir

oy dumanlar dumanlar hep dağlari sardiniz

yureğimin derdini bilseniz ağlardiniz

karardi karadeniz taşti bu yana taşti

haber verin yarime gozlerim doldu taşti

gemi mil ile olur sevda dil ile olur

guzeller çok var ama meyil birine olur

  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.