Tevfik Yanıtlama zamanı: Eylül 11, 2011 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Eylül 11, 2011 İstanbul'da oturan baba, New York'a göç etmiş oğlunu telefonla aradı.. "Gününü mahvedeceğim için üzgünüm ama annenle ben boşanıyoruz.. 45 yıllık eziyet yeter" dedi. Oğlu isyan etti.. "Baba nasıl böyle bir şey söyleyebilirsin, hem de tam bayram öncesinde.." "Artık birbirimize tahammül edemiyoruz" dedi, baba.. "Yetti bu hikâye. Bana yardımcı ol Şikago'daki kız kardeşini ara ona da haberi ver.." Şaşkın oğul hemen kız kardeşini aradı. Kız daha çok şaşırdı ve üzüldü.. Derhal telefona sarıldı ve babasını aradı.. "Ağbim ve ben gelene kadar hiçbir şey yapmıyorsunuz, anladın mı baba.. Hiçbir şey.. Bizi bekleyin, mutlak.." Baba telefonu kapadı ve karısına döndü.. "Harika karıcığım.. İkisi de bayramı bizimle geçirecekler, hem de uçak biletlerini kendileri alarak geliyorlar!.." Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Eylül 11, 2011 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Eylül 11, 2011 "Bu yıl pek kolay görülmeyen tarihler yaşamaya devam ediyoruz.. 1/1/11.. 11/1/11.. 1/11/11.. 11/11/11.. Hepsi bu kadar değil tabii ki.. Doğum tarihinizin son iki rakamını alın, buna bu yıl olacağınız yaşınızı ekleyin herkes için sonuç 111 olacaktır!. Haftalık alanlar için bu yıl para yılıdır!.. Ekim ayı içerisinde 5 cumartesi 5 pazar ve 5 pazartesi yaşayacağız. Bu 823 yılda bir olan bir durummuş ve bu özel yıllar 'Para torbası' yılı olarak değerlendirilir ve adlandırılırmış." Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Kasım 25, 2011 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Kasım 25, 2011 Haşmet Babaoğlu... Her şeyi başaramayız ama... "Yine başaramadım" diyor. Gözleri kızarmış, ağladı ağlayacak. "Ne oldu yine? Neyi başaramadın?" diye sorunca, başını kaldırmadan cevaplıyor: "Neyi olacak, sevmeyi sevilmeyi..." "Ha, anladım" diyorum; "ayrıldınız yani!" Sonra susmayı deniyorum. Geçenlerde de yeni baba bir tanıdığımın "başarılı bir baba olmak istiyorum" dediğini işitmiştim. "Yahu benim bildiğim, insan 'iyi baba' olmayı ister, bunun bir de başarılısı mı çıktı?" karşılığını verince, hafifçe bozulmuştu bana. *** Artık kimse kimseyi sevmiyor galiba; onun yerine birini sevmeyi başarıyor. İş dünyası da öyle! Bir iş yapılmıyor; o işin üstesinden geliniyor. Kimse çalışmapeşinde değil, herkes bir şeyleri başarma hevesinde! Mutluluk deseniz... Onun bir his veya bir "deneyim" olduğuna inanan neredeyse kalmadı! Bir taraftabitkin düşünceye kadar mutluluk arayanlar var, öteki tarafta da ne olursa olsun mutluluğu elde etmeyi "başaranlar!" Sağlık bile doğal bir "hal" değil artık. Tıp sektörü hepimize alttan alta"sen aslında hastasın ama çalışır çabalarsan sağlıklı olursun" diyor ve sağlık gitgide "başarılan" bir şeye dönüşüyor. *** Biliyorum! Başarı kültürünün içine hapsolduk! Kaçış yok gibi! Başarı kültürü lafı hafif kalıyor aslında! Bir tür manyaklık bu! Oysa gelip dayandığımız noktada hem acıklı bir yan, hem de feci bir yanılgı var. çünkü başarı asla "doğru"ya, "iyi"ye ve "güzel"e benzemez! Doğru olanı seçen insan, yanlışta ısrar edemez. Bir kez iyiyi seçen, kötüyü bir daha içine sindiremez. Güzeli tanıyıp seven, çirkini istemez. Fakat başarı farklıdır; başarısızlıktan ayrılamaz. Bilelim ki, başarı peşinde koştuğumuz sürece, başarısızlık da bizi takip edecektir! Kafayı başarıya taktığımızda, başarısızlık korkusu da yakamızı bırakmayacaktır! *** Geçen gün bu konuda uzmanlaşmış bir psikologun yazısını okuyordum. Başarı nedir, onu tarif ettiği noktada durup kaldım. "Başarı, art arda gelen başarısızlıklar karşısında başarma coşkusunu kaybetmeme yetisidir." Vay, vay! Başarının tarifi bile bir avuntu! Cümlenin kendisi başarısızlığın daha baskın, daha yaygın ve daha "hakiki" olduğunu itiraf ediyor! Size bir şey söyleyeyim mi? Biz başarılı olduğumuzda dünyanın da "başarılı" olduğunu hiç görmedim ben! Ama biz "iyi"ysek, dünya da azıcık olsun, "iyi"leşiyor! Hem yerinde ve haklı başarıyı bile abartmamak gerek! Dünya hayatı dediğimiz şey nihai olarak başarısızlık üzerine kurulu, değil mi? ölüyoruz! 1 Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 Pazar notları: Tutku simyacıdır! Sadece otomobillerden konuşmayı seven; tuttuğu takıma aşkını her şeyden üstün tutan bir Romeo ve aklı sadece alacağı çantanın markasında olan bir Jülyet... Böyle bir Romeo ve Jülyet hayal edebiliyor musunuz? Mümkün mü bu? Değilse, popüler kültürün gençler için ürettiği "aşk oyunları"na neden gerçek aşk muamelesi çekiyorsunuz? *** "Son günlerde çok stresliyim" diyor. Gözlerinde saklı kırgınlıkların ve endişelerin işaretleri yanıp sönüyor. "Stresli falan değilsin; basbayağı mutsuzsun" diyemiyorum. Onu bir süre daha günah keçisi yaptığı "stres kaynaklarıyla" boğuşmaya terk ediyorum. *** "Bizi bir başkasına delice bağlayan şey nedir?" diye sormuşlar bir internet sitesinde... "Koku" cevabını verenleri sevgiyle selamlıyorum. Ama "sevdiğimizden kopuncaya veya uzakta yaşamaya başlayıncaya kadar bunu anlayamayız" diyenlere şapka çıkartıyorum. Birini tanırdım. Sevdiğinin gözlerine, çarpık ağzına, gür saçlarına ve hafif uçuk karakterine vurulduğunu anlatır dururdu. Gün geldi, ayrıldılar. üzerinden aylar geçti. Bir gün birdenbire kafasına, kalbine, her hücresine dank etti ki, onun asıl kahkahasına vurulmuştu! Dünyanın bütün dertlerini bir çırpıda eritiveren kahkahasına!.. Belirtmem gerekir belki, bu tanıdığım adam üzgün biriydi. *** Tutku simyacıdır. Bakırdan altın yapmaya çalışır. Yapar da... En azından bir süreliğine! *** Pek yakında kıyamet kopacağına inananlara, bunu söyleyen modern tarikatlara katılanlara şöyle dikkatle bakın... Değerinin bilinmediğine inanan ve bunu insanlara "ödetmek" isteyen kırgın iyiler ve hayat tarafından sürekli savaşmaya zorlanmaktan yılmış tembeller göreceksiniz. *** Kötülerin korkulu rüyası kıyamettir! Onlar "düzen"in bozulmasını asla istemezler. Ah siz! Hem büyük hem de küçük kıyameti (kendi ölümlerini yani) düşünmekten bucak bucak kaçanlar! Ne çok hırsız, uğursuz var aranızda! *** Türkiye yine eski ayrım noktasına geldi dayandı: çözümsüzlüğü yönetmek mi, çözümü yönetmek mi? *** Dedemin İnsanları'nda deniz görüntüsü ve hikaye içinde tuttuğu yer nasıl etkiliyorsa artık insanı... İçimde bir çocuk iki gündür evden fırlayıp bir koşu denize gitmek ve küçük bir koyda kendini sulara bırakmak istiyor. Bir de akşamüstü kıyıda oturup gökyüzündeki son kızıllıkta çekilinceye kadar denize bakmak arzusu var ki... Haydi fazla uzatmadan şu satırlara noktayı koyayım da kalkıp sahil yolu tarafına gideyim bari! Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 biri bu adama KOLASINI VERSİN.... Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 dünyaca ünlü MATRİX serisinin oyuncusunun kibarlığı...ne yazıkki insanlar ünlendikçe kibir sarıyor...çok hoşuma gitti...milyon dolarlarını 70 milyon film ekibine bagışlayan ve metroyla giden sade bir vatandaş...ve bir kadına yer vermesi.... Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Yakup Ç. A. Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 Raporla Share Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 Ey gidi günler onun oturduğu yerde oturuyordum ...... close the doorrr pleaseee 1 Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 İlk tekerleği bulan adam ahmağın tekiymiş....Diğer üçünü bulan varya....işte o gerçek bir dahiymiş... sir ceasar Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2011 Adam barda tek başına oturan kadına yaklaştı ve "Size bir içki ısmarlayabilir miyim" dedi.. Kadın "ÜzgÜnÜm" dedi, kibarca.. "Benim bir erkek arkadaşım var.." Adam "Benim de bir Japon balığım var" dedi.. "Şimdi bunun ne alakası var" dedi kadın.. "Afedersiniz" dedi adam.. "Alakasız şeylerden konuştuğumuzu sanmıştım da.." Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Kardeşini sevmek! Modern ev nedir ki! Ne bir yuva artık, ne de bir sığınak! Bir tür "kürkçü dükkanı", belki pergelin sabit ayağı! O kadar! Bazen sadece bir kartvizit, bir adres! Bazen sevgisiz güvenlik, bazen de güvenliksiz sevgi alanı! *** Gençliğimde kan bağına dayalı kardeş sevgisini küçümserdim. Özgür tercihe dayanmayan ve aile kurumunun zorlayıcı diline yaslanan kardeşliği gÖklere çıkartanları bir menfaat şebekesinin üyeleri olarak gÖrdüğüm de oldu. Doğrusu, bu bakışımı haklı çıkartan pek çok tecrübe yaşadım... Sonra yıllar geçti ve kardeş sevgisindeki derin hikmeti ve ibreti kavradım: Kardeşini sevmek, kaderini sevmekti! *** Daha birkaç hafta Önce not etmiştim: Mevlana'da bir filozof bulmak, onu daha başlangıçta kaybetmektir! Sonra bu yanlışta ısrar edenlere baktım da... Sadece Mevlana'yı değil, felsefeyi de bilmiyorlar! Peki Mevlana ile "felsefe geleneği"nin ortak bir noktası yok mu? Var. İkisiyle de haşır neşir olmak, ikisini de anlamak için acı çekmeyi gÖze almak gerekiyor. *** Tanıdık birinden sÖz ediyorlar. Aşık olmuş! O mu, diye soruyorum. İnanmakta zorlanıyorum çünkü. Neden mi? çok zarif, gerçekten sevecen biridir. Ama bir gÖzü hep açıktır, hep diken üstündedir ve daima tertiplidir. *** çiftler birbirlerine alışık ve tanışıktır. Ama "tanımak" başkadır! Ancak ayrılırken veya ayrılıkta tanırlar birbirlerini! *** Sevdikleri erkeklerden gizliden gizliye hoşlanmayan genç kadınlar; hoşlandıkları kadınları aslında hiç sevmeyen genç erkekler ne çoklar! "Piyasa değerleri"ne gÖre hoşlanıyor ve alabildiğine mahrem bir enerjiyle seviyorlar! Bu çağın en şiddetli iç çatışmalarından biri bu! Ama yaşayanlar başkalarına açıkça anlatmaktan kaçındığı için sÖzü edilmiyor, üzerinde durulmuyor. *** GÖrsellik (seyir) kültürü üzerimizden bir silindir gibi geçiyor. Gitgide bir fotoğrafın yüzeyine dÖnüşüyor hayatlarımız; hatta birbirimizi bir fotoğrafı sever gibi sevmemiz isteniyor. Belki de gün gelecek, birçok insan sırf sosyal medyaya koydukları fotoğraf ya da videoların etkisini bozmamak için evlerinden çıkmayacak, başkalarıyla buluşmayacak. *** ŞÖyle demişti: "Şu an sessizliğinin esiriyim!" *** "Biz ne zaman yenildik?"diye soruyor. İçim burkuyor, saklamak için gülümsüyorum: "KÖtüye kÖtü demekten vazgeçtiğimiz zaman..." 2 Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Mert Erçetin Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Raporla Share Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Çok güzel bir yazı. Teşekkürler Tevfik abi. 1 Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 teşekkürler...Haşmet Babaoglunun herpazar ilk kalktıgımda okdugum pazar notlarından tavsiye ederim...çok şey katıcaktır hayatınıza... Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Mert Erçetin Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Raporla Share Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Sosyal medya ' ya çok güzel değinmiş. Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Alper Albayrak Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Raporla Share Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Tevfik abi paylaşım için saol 1sn bile okumaktan üşenmedim ve dahada üşenmezdim bitmeseydide. 1 Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tevfik Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 Yazar Raporla Share Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2012 (düzenlendi) güzeldir hayatın içinden unuttuğumuz kendimizi aynadaki gibi görüp okumak...kendimizle yüzleşmeyi bıraktık sanırım...bundan sonra sık sık koyarım okuruz evlat...ben encok sevdiğim yazısını siz evlatlar için koyayım okuyun çok severim hatta aglarım..onu okuyunca biz bubalar olarak biraz bizide anlayın...lütfen... Babalar, oğullar ve dünya Haşmet Babaoğlu Freud'un keskin inceliklerle bezenmiş saptamalarından biridir şu: "Babasının haklı olabileceğini düşünmeye başlayan bir adama bakın, göreceksiniz ki, büyük ihtimalle oğlunun yanlış yaptığını düşünen bir babadır." --- Baba-oğul ilişkisi iklimi sert bir coğrafyadır... Baharlan kısa sürer. Ya güzel ama çok sıcak yazları vardır ya da hiç bitmeyecekmiş sanılan soğuk kışları... Bazen o kadar güçlü rüzgarlar eser ki, babayı bir yana oğlu bir yana savunur. Ama o sert rüzgarlar sayesinde serpilip büyür oğullar; hayatla baş edecek güce öyle kavuşurlar. Ve babalar da ancak o sayede anlar "dünyanın hakimi" olmadıklarını; zamanın bir halı gibi ayaklarının altından çekildiğini ve oğullarının kendilerine değil, hayata ait oldukları gerçeğini... --- Ne garip ve manidar bir süreçtir! Oğullar, kişiliklerini babalarıyla çatışarak şekillendirirler. üstü örtülü ya da açık açık... Sonra, epey sonra gün gelir ve oğullar birden fark ederler ki, onca çatışmaya, onca kan, ter ve gözyaşına karşın sonunda sanki babalarının hık demiş burnundan düşmüş adamlar olup çıkmışlar! Olgunlaşma dedikleri budur. Babadan çok uzaklara savrularak çıkılan yolu babaya kavuşarak (yani onu ve onun hayatla kavgasını anlayarak) tamamlamak... --- Bir zamanlar, bir Babalar Günü'nün ardından şöyle bir okur mektubu almıştım. Sakladım. "Geçen pazar evdeki çalışma odama girip çekmeceden babamın fotoğrafını çıkardım. Uzun uzun bakıp, itiraf edeyim ağladım. Annem halimi görse, inanmazdı. Gençlik yıllarım babamla kavgalı geçti. Neredeyse her şey aramızdaki çatışmayı alevlendiriyordu. Hiç anlamadık birbirimizi. Sonra evlendim. Babamla çatışmamın durduğu dönem geldi. Hani denizde fırtınadan sonra müthiş bir durgunluk olur, öyle. Yani o süt liman hal de garipti. çatışmıyorduk ama doğru düzgün konuşmuyorduk, bir şeyleri paylaşmıyorduk da! Epey sonra, babamın kendisiyle, benimle ve hayatla kavgasını anlamaya başladım. Meğer olay benimle onun arasındaki bir karakter çatışması değilmiş! İyi bir "baba" olmaya çalışmanın zorluklarından kaynaklanıyormuş her şey! Şimdi yaptığım her şeyin, söylediğim her sözün babama benzediğini görüyorum ve buna bazen çok şaşırıyor bazen de bundan huylanıyorum. Ağlayışım, babama artık bu duygularımı aktarma imkânımın olmayışından. O yok artik." Bu mektubu şimdi yeniden okurken New Yorker'ın tanınmış editörlerinden Howard Moss'un bir sözünü hatırladım: "Babam... Bir tek gece hariç ömrüm boyunca her gece rüyalarımda öldürdüğüm adam. O tek geceye gelince, babamın ölümüyle beni öldürdüğü geceydi." --- Babayla çocuk ilişkisi, insanın ilk sosyal ilişkisidir. çocuğun anneyle ilişkisine benzemez. Kapalı bir sevgi çemberi değildir yani, bir yolun iki ucunda olmak gibidir babayla çocuk ilişkisi. Biraz çocuklar babalarına doğru gider. Biraz da babalar çocuklara doğru gelir. Fakat doğrudur, çocuklar kadar babalar da bu yolda yürümeyi pek bilmezler, accmisidirler, yavaş yavaş öğrenirler... Kimi baba tökezleyerek, kimisi ikide bir duraklayarak, kimisi ilgisi dağılıp vazgeçerek, kimisi ise yuvarlanırcasına koşarak kat eder o yolu... İşte tam bu yüzden çocuğun babayla kurduğu ilişkiyle anneyle kurduğu ilişki çok farklı kapılara açılır. Ben anneyle kurulmuş "iyi" bir ilişkinin insanın iç dünyasını belirlediğini; "iyileştirdiği"ni düşünürüm. Babayla kurulan ilişkinin en kritik yanı ise onun çocukları DüNYA'yla; şu bildiğimiz dünya ile buluşturup tanıştırmasıdır. Madem Sigmund Freud'la başladım yazıya, yine onun bir sözüyle bitireyim: "Bir çocuğun babasının korumasına duyduğu ihtiyaç kadar güçlü bir başka ihtiyacın var olduğunu sanmıyorum." Şubat 5, 2012 Tevfik tarafından düzenlendi 2 Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın
Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor
Hesap oluştur
Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.
Hesap OluşturGiriş yap
Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.
Giriş Yap