Jump to content
2019 Temmuz ve 2023 Mart arası tüm içerik ve üyelikler silinmiştir. Lütfen yeniden kayıt yapınız ×
  • Hoş Geldiniz!

    Tüm özelliklerine erişmek için şimdi kaydolun. Kayıt yaptırdıktan sonra, konu açabilir, konuları yanıtlayabilir, kullanıcıların mesajlarını beğenebilir, özel mesaj yollayabilirsiniz.

    Kayıt olduktan sonra bu mesaj silinecektir.

Kürtaj


Alperen G.

Önerilen Mesajlar

İleri Demokraside (?) Yasaklar olmamalı ..

siz hala her seçimin ardından yolsuzluk idaalarının döndüğü bir rejimde ileri demokrasimi arıyorsunuz insanların beynine kazınmaya çalışılan yalancı başlıklar onlar ileri demokrasiyi bizim zihniyet ve ahlaki değerlere bakış açımızın yapısı itibariyle imkansızdır diyorum ben
  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

siz hala her seçimin ardından yolsuzluk idaalarının döndüğü bir rejimde ileri demokrasimi arıyorsunuz insanların beynine kazınmaya çalışılan yalancı başlıklar onlar ileri demokrasiyi bizim zihniyet ve ahlaki değerlere bakış açımızın yapısı itibariyle imkansızdır diyorum ben

"(?)" işaretinn anlamı da tam olarak dedikleriniz

  • Beğen 3
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bu konuya yazan tüm arkadaşlari okudum ve bir kez daha gurur duydum onlarla aynı ortamda olmaktan. Aslında olayı çözmüşüz amaç suni gündem yaratmak. Öyle konular seçiliyor ki muhakkak destekleyen oluyor. kürtaj elbette ki tasvip etmedigim birşey lakin işin içinde tecavüz veya anne sağlığı varsa görüşüm değişir. Hadi diyelim ki kürtaji yasak ettin ey sayın akdağ devlet bakardan daha iyi bi çözümün yok mu senin ki o da çözüm değil boş laf. Bunun yerine isterdim ki sağlık bakanı hekim kimliği ile çıksın karşımıza bu cerrahi girişimin bazı durumlarda uygulanması gerektiğini savunsun, tecavüz vakalarında ilk 72 saatte çeşitli ilaçlarla gebeligin önüne geçilebileceğini anlatsın açıklasın ve bizleri gerçekten aydınlatsin... Keşke birgün gerçekten halkını düşünecek adamları oturtabilsek o koltuklara...

  • Beğen 2
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Konu kürtaş dan siyasete kaymış gibi !

Kürtaja bende karşıyım,eğer ki anne ve bebek sağlıklıysa doğuracaksın kardeşim,yaparken aklın nerdeydi yada neyse ağzımızı bozmayalım,hatayla oldu yok

istemiyorduk piyangodan çıkar gibi oldu geçelim bunları,çocuğu olmayan ne kadar çok insan var yanıp tutuşan.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Umarım birgün o yasa çıkarken el kaldıranların hepsi tek tek tecavüze uğrarlar. Yakını falan filan değil bizzat kendisi.. Kürtaj yapıp yapmayacağı konusunda ya da Bosna da yaşanan O. çocukluklarını o zamanda böyle hoyratça ağızlarına alabiliyorlarmı görürüz.

  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Fikir belirtme arzumuz bu konuda da belirginleşiyor.

Kürtaj konusu uzmanlarca incelenmesi ve yorumlanması gereken bir konudur, halka sormazsınız, soramazsınız, çünkü bu konuda cevap verecek ehliyeti yoktur.

Sorarsanız da isteği doğrultusunda hareket etmek için değil ona doğruyu göstermek ve bu konuda bilgilendirmek için ne kadar çaba göstermeniz gerekeceğini anlamak için sorarsınız.

Konuda bilgilenmek isteyenler için aşağıya bakın bu konunun uzmanları ne diyorlar...

1. Türk Tabibler Birliği Basın Açıklaması

Sezaryen, kürtaj, Uludere; hekimleri, hastaları, sağlığı kullanmak:

HİÇ OLMAZSA SINIRI YOK MU?

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı, 26 Mayıs 2012’de basına yansıyan bir açıklamada bulundu ve özetle şunları söylemiş oldu:

• Sezaryenle doğum; ülkenin nüfusunun artmaması için ve para kazanmak için yapılan bir işlemdir.

• Kürtaj ile gebeliğin sonlandırılması ile yeni doğmuş bir bebeği öldürmek arasında fark yoktur; her ikisi de cinayettir.

• Kürtaj ile gebeliğin sonlandırılması, sezaryen “bu milleti” dünya üzerinden “silmek” için uygulanan planın bir parçasıdır.

• Uludere’de 34 kişinin öldürülmesi bir cinayettir. Kürtaj girişimi bir cinayet biçimidir.

Dolayısıyla bir kürtaj girişimi ile Uludere olayı birbirine eş derecede ağır ahlaki sorunlardır.

Bu sözler üzerine; “Tam olarak ne söylenmeye çalışıldı?”, “Kişisel görüş mü açıklandı?”, “Sezaryen nasıl bir nüfus planlaması aracıdır?”, “Bir “milleti” yeryüzünden silmek mümkün müdür?”, hekimler/sağlıkçılar nelere “alet” oluyor? gibi sorular doğması üzerine, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ertesi gün basına bir açıklama, daha doğrusu tercüme yaptı: ‘Başbakan sezaryenden söz ederken elbette anne ve bebek yaşamının kurtarılması için tıbben zorunlu olduğu durumlar dışında yapılan girişimler kastediyordu’. ‘Gebeliğin sonlandırılmasına dair görüşleri ise, korunmasız cinsel ilişkiyle oluşan gebelikler ile ilgiliydi’

Meseleye akıl ve bilimin penceresinden bakmakta ve yanlış bilgileri düzeltmekte yarar görüyoruz.

Dünyada anne ölümlerinin üçte bire yakını güvenli olmayan düşüklerin sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Düşüklerle/kürtajla ilgili katı yasaklamaların olduğu ülkelerde yasa dışı ve güvenli olmayan koşullarda girişimler/düşük talebi ve başvuruları artmaktadır.

Ülkemiz geçmişte modern yöntemlerle korunamadığı ve sağlıklı koşullarda kürtaj yaptıramadığı için kendi kendine çocuğunu düşürmeye çalışan birçok kadının ölümüne şahit olmuştur. Nüfus artışının teşvik edildiği dönemlerde Sağlık Bakanlığı’nın bünyesinde oluşturduğu komisyonun hazırladığı raporda sağlıksız koşullarda gerçekleştirilen kürtajların yüksekliğine vurgu yapılmakta ve anne ölümlerinin yüksekliği arasında ilişki kurulmaktadır.

Ülkemizde 1983 yılında kabul edilen 2827 sayılı Aile Planlaması yasası ile üreme hakkı ile ilgili önemli gelişmeler sağlanmış, Türkiye’de kadın sağlığında çok olumlu gelişmeler gerçekleşmiş ve anne ölümleri dramatik bir biçimde azalmıştır. Şimdi bu yasanın değiştirilmesi planlanmaktadır. Bu plan adım adım ülkemizin hafızasında kamu yararına ne varsa silinmesi ve hafızanın yeniden yaratılması çabalarının bir parçasıdır.

Yasa sonrası en önemli kazanımlardan biri seksenli yıllarda anne ölümlerinin en temel nedeni olan istenmeyen gebeliklerin tıbbi olmayan yaklaşımlarla sonlandırılmasının azalması olmuştur. Yasa sonrası isteyerek düşüklerin artabileceği yönünde ortaya atılan endişelerin yersiz olduğu zaman içerisinde görülmüş ve isteyerek düşük hızının doksanlı yıllardan itibaren belirgin bir biçimde azaldığı izlenmiştir. Sayılarla ifade etmek gerekirse 1993 yılında 100 gebelikte 18 iken 2008 yılında 100 gebelikte 10’a gerilemiştir. 2008 yılında dönemin Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan “KADININ STATÜSÜ VE SAĞLIĞI İLE İLGİLİ GERÇEKLER” başlıklı raporunda da belirtildiği gibi; “isteyerek düşükleri daha da azaltmanın yolu, onu yasa ile yasaklamak olmayıp, gebeliği önleme yöntemlerinin yaygın ve ulaşılabilir olarak verilmesidir”. Dolayısıyla kürtaj hakkı kadınlar için bir yaşam hakkıdır.

Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının en çarpıcı sonucu sağlık hizmetlerinden yararlanmada ortaya çıkmakta, kadının statüsünün düşük olması en fazla doğurganlık davranışını etkilemektedir. Üreme hakları ile ilgili uluslar arası gelişmeler, insanların üreme yeteneğine ve bunu ne zaman ve nasıl gerçekleştireceklerine karar verme özgürlüğüne sahip oldukları noktasında birleşmektedir. Buna göre, bireylerin ve çiftlerin çocuklarının sayısı ve aralığına özgür ve sorumlu bir biçimde karar vermelerine olanak sağlanmalıdır. Bu amaçla gerekli bilgiye sahip olabilmeleri, üreme ve cinsel sağlık standardına en iyi düzeyde ulaşabilmeleri, şiddet, baskı ve ayırımcılık olmaksızın kararlarını verebilmeleri ve üreme çağı boyunca üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanabilmeleri temel insan hakları kapsamında ele alınmaktadır.

İstenmeyen gebeliklerin oluşmaması için Aile planlaması hizmetlerinin nitelikli ve erişilebilir olması gerekir. Sağlıkta Dönüşüm programı ile gündeme gelen katkı, katılım payları, kullanıcı ödentileri bu hizmetleri de bedelli hale getirmiştir. Ülkemizde doğurgan çağ kadınların % 27’si geri çekme gibi etkin olmayan geleneksel bir yöntemle korunmakta, % 26’sı ise hiçbir yöntem kullanmamaktadır. Bu veriler ülkemizde istenmeyen gebeliklerin olma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir.

Öte yandan uygulanan sağlık politikaları nedeniyle Aile Planlaması hizmetlerinde karşılanmayan gereksinim hızla artmaktadır. Karşılanmayan gereksinim demek istenmeyen gebelik riski demektir. Hem Hükümetin uyguladığı sağlık politikalarıyla aile planlaması hizmetleri de dahil birinci basamağı ücretli hale getireceksiniz, aile planlaması hizmetlerinde karşılanmayan gereksinim artacak, hem de istemediği halde kadınlar doğurmak zorundadır diyeceksiniz. Bu kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Çünkü biliyoruz ki kürtajın yasak olduğu ülkelerde kadın ölümleriyle sonuçlanan uygun olmayan koşullarda kürtaj girişimleri söz konusudur. Bu nedenle temel bir insan hakkı olan üreme hakkı kapsamında üremenin zaman ve sıklığına karar verme ve istenmeyen gebeliğin sonlandırılması hakkı aynı zamanda kadınların yaşam hakkıdır.

Tarih boyunca kadınların cinsellikleri ve doğurganlıkları denetlenerek nüfus politikaları oluşturulmuştur. Nüfusu arttırma ve azaltma girişimleri kürtajın yasaklanması veya serbest bırakılması girişimleriyle paralellik taşımaktadır. Tarihte faşizmin hüküm sürdüğü ülkelerde aile planlamasının da engellenmesinin söz konusu olduğunu biliyoruz, bir sonraki hamlenin bu olacağı kaygısını taşıyoruz.

Kürtajı yasaklama girişimi kadını birey olarak görmeyen bir anlayışın sonucu olarak, kadının bedenini, cinselliğini, doğurganlığını denetleme arzusudur. Bu denetim aile içinde erkek şiddeti yoluyla sürmektedir. Devlet de zor yoluyla kadının bedenini ve cinselliğini denetleme arzusunu ifade etmektedir. Kadın bedeninin denetlenmesi, yeni muhafazakarlığın 3- 5 çocuk yoluyla kadınları eve kapatma, aile yoluyla denetleme ve devletin ortadan kalkan sosyal rolünü kadınların sırtına yıkma girişiminin de bir parçasıdır. Eve kapatılan kadının görünmez kılınan emeği ile devletin çocuk, yaşlı, hasta bakımı gibi tüm sosyal sorumluluklarını taşıması beklenecektir. Eve kapatılan kadın birey olarak kendini gerçekleştirme, ifade etme olanaklarından yoksun kalacak, ekonomik açıdan eşine bağımlı olacaktır.

Sezaryen normal doğumla gerçekleşemeyen doğumlarda annenin ve bebeğin sağlığını korumak amacıyla uygulanması gereken cerrahi bir girişimdir. Asla normal doğuma ne anne ne bebek sağlığı açısından üstün değildir.

Türkiye’de sezaryen oranları 1988’de %5.7, 1998’de %21 ve 2010 yılı itibariyle %45’in üzerinde olup gerçekten de oran olarak dünyada en önde gelen yüksek oranlar arasındadır. OECD verilerin göre Türkiye’de sezaryen oranı 2006’da %29.7 iken 2009 yılında %42.7’ye yükselmiştir. Bu artış ne tesadüftür ki sağlıkta dönüşüm programına denk gelmektedir. Sağlıkta dönüşüm programının hastayı müşterileştiren, müşteri memnuniyetini en öne koyan, performans puanları/ciro endeksli, talebi kışkırtan, ameliyat sayılarının artışıyla övünen, özel hastane patlaması yapan süreciyle ilişkisi değerlendirilmelidir.

Ancak sezaryen uygulamasını cinayetle eşleştirmek sınır ötesi müdahaledir. Çünkü tıbbi gereklilikle uygulanan sezaryen doğumlar annenin ve bebeğin yaşamını kurtarmak için eldeki en önemli olanaktır. Sağlık hizmetini talep/kar üzerinden değil, gereksinimler üzerinden kurgulamadıkça sorunları çözmek olanaksızdır. Başbakan haksız yere hekimleri hedef göstermekte ve sağlıkta artan şiddeti daha da arttıracak bir söylemin baş aktörü olmaya devam etmektedir.

Sonuç olarak sezaryen, kürtajla gebeliğin sonlandırılması ve yaşamın değerine dair tartışmalar Tıp Etiği alanında da sürmektedir. Tartışmaya herkes katılabilir; fikrini söyleyebilir. Katılanlar belli makamlardaki kişilerse beklenti bilgiye dayalı ve sorumlu bir yaklaşımla tartışmaya dahil olmalarıdır.

Bir kez daha bilinmelidir ki istenmeyen gebeliğin sonlandırılması bir sağlık hizmetidir. Sağlık hizmetidir; çünkü anne ölümlerini ciddi biçimde azaltır. Bu nedenle biz hekimler bu hizmeti sunmaya yasalar çerçevesinde devam edeceğiz. Bunu yaptığımız için ne biz cani olacağız, ne de hastalarımız.

Hiçbir bilimselliği olmayan “üç çocuk-beş çocuk” söylemiyle kadınları istemleri dışında çocuk doğurmaya zorlamak, zaten dezavantajlı konumdaki kadınları daha da güçsüzleştirmek, sağlıksızlaştırmak anlamına gelmektedir.

Hastalarımızın haklarını ve hekimlik onurunu savunmaya devam edeceğiz.

Ve sürekli tekrarlayacağız:

Bizlere ve gebeliğini sonlandıran kadınlara cani diyerek,

“Milleti ortadan kaldırıyorlar” diyerek,

ULUDERE’DEKİ KATLİAMI UNUTTURAMAZSINIZ.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ, KADIN HEKİMLİK VE KADIN SAĞLIĞI KOLU, ANKARA TABİP ODASI, HALK SAĞLIĞI UZMANLARI DERNEĞİ

***

2. HALK SAĞLIĞI UZMANLARI DERNEĞİ YÖNETİM KURULU Görüşü

Sezaryan bazı durumlarda yaşam kurtaran bir cerrahi yöntemdir. Ancak bazı istenmeyen yan etkileri sakıncaları da vardır. Bu nedenle normal doğum hem anne sağlığı hem de bebek sağlığı açısından daha doğru bir seçimdir. Sezaryan ancak tıbbi gereklilik var ise başvurulması gereken bir doğum şeklidir.

Ülkemizde geçmişte de yüksek olan sezaryen oranları, son yıllarda daha da artmıştır. Bu artışın altında normal doğumun anne ve bebek sağlığı üzerine olumlu etkilerinin yeterince bilinmemesi ve sağlık kurumlarında normal doğum koşullarının iyi olmaması yatmaktadır. Diğer faktörler arasında sağlık hizmetlerinin ticarileşmesi, hekimlerin mesleki etik ve deontolojik değerlerinden uzaklaştırılması bulunmaktadır.

Kürtaj aile planlaması yöntemi değil, zorunlu bir ihtiyaçtır

Türkiye’de, mevcut yasal çerçeve içinde bireyler ve aileler, tamamen özgür iradesi ile isteğine bağlı olarak 10 haftalığa kadar gebelikleri sonlandırabilmektedirler. Bu işlemin temel amacı istenmeyen doğumları ve anne ölümlerini azaltmaktır.

Doğurganlığın düzenlenmesi konusuna gelince, Türkiye’nin de çekincesiz imza attığı uluslararası bütün belgelerde “insan hakları” kapsamında ele alınmakta ve bireylerin, ailelerin ne zaman hangi aralıklarla, kaç çocuk sahibi olmak istediklerine dışarıdan hiçbir etki yönlendirme ya da zorlama olmaksızın özgürce karar vermeleri gerektiği vurgulanmaktadır.

Türkiye’deki tarihsel gelişmeler diğer ülkelere de örnek olacak nitelikte olmuştur. Şöyle ki; Türkiye’nin nüfusu artırmaya yönelik bir politika izlemeye başladığı 1920’li yıllardan sonra nüfus artış hızı giderek artmış, aile planlaması yöntemleri de ülkede yasak olduğu için, aşırı doğurganlık sonucu oluşan istenmeyen gebeliklerini kadınlar “canları pahasına” sonlandırmak zorunda kalmışlardır. Mevcut kaynaklara göre 1950’li yıllarda Türkiye’de, “sağlıksız koşullarda”, çoğu kez de kadının kendi müdahalesi ile yapılan düşüklere bağlı olarak bir yılda 10 bin anne kaybedilmiştir.

Bu durum karşısında özellikle hekim camiasının önderliğinde, büyük çabalar sonucu ilk nüfus planlaması yasası toplumun da talebi ile 1965 yılında kabul edildi. Kabul edilen yasa ile; Geriye dönebilen aile planlaması yöntemleri ile ilgili bilgilendirme ve eğitim programları ve klinik hizmetler yasal olarak serbest bırakıldı. Ancak isteyerek düşüklere, kadın ve erkekteki cerrahi sterilizasyon yöntemlerine sadece tıbbi zorunluluk varlığında izin verildi.

Ancak bu yasaya rağmen, izleyen yıllarda, isteyerek düşüklerin, tıbbi nedenler dışında da yapılması devam etmiş ve anne ölümleri içerisindeki payı ne yazık ki ciddiyetini korumuştur. Örneğin yasal olarak yasak olmasına rağmen 1981 yılı için isteyerek düşük sayısının 300 bin, bunun yaklaşık 50 bininin yani kadının kendi müdahalesi ile olduğu hesaplanmıştır.

Bu gerçekler karşısında Dünya Sağlık Örgütü ve Sağlık Bakanlığının da desteği ile savunuculuk çalışmaları yürütülmüş ve sonuçta yine aynı temel amaca yönelik yani istenmeyen gebeliklerin önlenmesi ve anne ölümlerinin azaltılması için 1983 yılında 2827 sayılı yasa TBMM’de kabul edilmiştir. Bu 2. Yasanın olumlu etkisi, Türkiye çapında 5 yıl aralıklarla düzenli olarak yapılan araştırmalarda hemen ortaya çıkmış olup, etkili aile planlaması kullanımı hızla artmış, anne ölüm oranı belirgin ölçüde azalmış ve düşüğün anne ölüm nedenleri arasındaki payı %0.5 lere düşmüştür. Önceki yıllarda anne ölümleri içinde düşüklerin payının nerede ise %50’ler civarında olduğu düşünülürse Türkiye 1965 ve 1983 yıllarında kabul edilen yasalarla ailelere gebelikten korunmaları için imkanlar sunulurken sağlıksız düşükler ve buna bağlı anne ölümleri de önlenmiştir.

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008 sonuçlarına göre düşük yapan kadınların yüzde 3.0’ı düşüklerini hekim olmadan yapmışlardır. Kendi canını tehlikeye atma pahasına bu yöntemlere başvuran kadınlara “düşük yapmak yasaktır” demek yerine ona yardımcı olmak ve sağlıklı ortamlarda ihtiyacına cevap vermek devletin ve hekimlerin görevi olmalıdır. Düşüklerin yasal olduğu bir durumda bu kadar sağlıksız düşük oranı varken, yasal olmayan durumda bu oranların daha da artması kaçınılmazdır.

Kürtaj karşılanamamış aile planlaması hizmetlerinin sonucudur

Kürtajın başlıca nedeni toplumda bir insan hakkı olan üreme sağlığı hizmetlerinin yeterince verilmemesidir. Kürtaj sayılarındaki artışın en önemli nedeni ise, sağlık ocaklarının kapatılarak aile hekimliğine geçilmesidir. Bu süreçte aile planlaması hizmetleri aksamış, gerilemiş olduğuna ilişkin gözlemler vardır. Aile planlaması hizmetlerinin erişilebilirliğinin yetersizliği kürtaja talebi artırmıştır. Burada asıl üzerinde durulması gereken kürtaja talebi artıran aile planlaması hizmetlerinin yetersizliğidir.

Yasaklamak çözüm getirmeyecek, sorunları artıracaktır

Kürtajın yasaklanması, başta anne ölümleri olmak üzere, töre cinayeti, intihar, çatışma ve geçmiş dönemlerde yaygın olarak başvurulan ve kadını ölüme götüren kendi kendine düşük yapma, gizli yollarla düşük yapma gibi önemli sağlık ve sosyal sorunlara yol açabilir.

Türkiye’nin çekincesiz olarak imza atıp yerine getirmeyi taahhüt ettiği uluslararası belgelerde de çok açık olarak ifade edildiği gibi insan haklarının ayrılmaz bir parçası olan aile planlaması, “Kişilerin istedikleri zaman, istedikleri ve bakabilecekleri sayıda çocuk sahibi olmaları, çocuğu olmayanların ise çocuk sahibi olmaları için yardım alabilmeleridir”. Yine uluslararası belgelerde vurgulandığı gibi devlet ve hükümetler ailelerin ihtiyacı olan “doğurganlıklarını gereksinimlerine uygun olarak düzenleme” hizmetlerini en yüksek standartta vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirmek hükümetlerin Anayasal görevlerindendir.

Sezaryan ve kürtajı cinayet olarak görmek tehlikeli bir yaklaşımdır

Sağlıkçılara yönelik şiddetin arttığı bir dönemde böylesi bir söylem sağlık çalışanlarına yönelik olumsuz tutumları artırabilir. Sezaryan ve kürtajın bir cinayet olup olmadığı, ya da başka bir deyişle suç olup olmadığı daha çok hukukçuları ve yasa koyucuların ilgi alanıdır. Buna karşın bugün kürtaj yasal bir işlemdir, bundan dolayı hekimler ve aileler suçlanamaz. Suçlayıcı yaklaşımlar yerine çözüm arayışına girmemiz önemli ve öncelikli olmalıdır.

Sonuçlar ve Önerilerimiz

Kürtaj aileyi ve hekimi üzen, rahatsız eden bir uygulamadır

Kürtaj zorunluluktan doğan bir gereksinimdir

Kürtaj karşılanamamış aile planlaması hizmetlerinin sonucudur

Kürtaj yaptırma kadının üreme hakları arasında görülmektedir

Sezaryan ve kürtaj oranları yüksektir, nedenleri araştırılarak düşürülmelidir

Kürtajı yasaklamak güvensiz düşükleri ve anne ölümlerini artırır

Kürtajı önlemenin yolu aile planlaması hizmetlerini yaygınlaştırmaktır

Güvenli kürtaj olanakları erişilebilir ve ulaşılabilir olmalıdır

Aile planlaması hizmetleri ücretsiz olarak tüm bireylere ulaştırılmalıdır

Cinsel sağlık, üreme sağlığı tabu olmaktan çıkartılmalıdır

Cinsellik ve üreme konusunda yaygın ve örgün eğitimler verilmelidir

Ne zaman ve kaç çocuğa sahip olacakları insanların özgür iradelerine bırakılmalıdır

Dönüşüm sürecinde aksayan aile planlaması hizmetleri yeniden gözden geçirilmelidir

Hekimlik mesleğine, etik değerlere zarar veren uygulamalardan vazgeçilmelidir

***

3. TÜRK JİNEKOLOJİ ve OBSTETRİK DERNEĞİ (TJOD)’ den KAMUOYU’NA SEZARYEN VE KÜRTAJ HAKKINDA AÇIKLAMA

Sezaryen oranlarındaki artış:

Tüm Dünya’da ve Türkiye’de sezaryen oranlarında artış görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nun önerdiği % 15 ‘lik sezaryen oranları hemen hiç bir ülkede tutturulamamakta ve artış sürmektedir.. OECD’nin 2009 yılı sağlık raporunda, OECD ülkeleri arasında ortalama sezaryen oranı % 25.7 olarak bildirilmiştir. Türkiye, İtalya ve Meksika ile birlikte OECD içerisinde en yüksek sezaryen oranlarına sahip ülkeler arasındadır ( % 40 ve üstü ). Bu ülkeleri % 33’lük oranlarla ABD ve Kore izlemektedir.

Sezaryen, tıbbi gereklilik halinde anne ve bebek yaşamını kurtarıcı bir operasyondur.Dünya’da artan sezaryen oranları,doğumla ilgili mediko-legal sorunlar, ilerlemiş anne yaşı, doğum korkusu, anne isteği, makat gelişleri vb. gibi nedenlerle ilişkilendirilmektedir ki, Türkiye’deki durum da buna benzerdir. Tıbbi gereklilik dışında sezaryen oranlarının azaltılması için tüm dünyada çalışmalar sürmektedir. Bu çabalara karşın, anne isteği ile sezaryen yapılması pekçok batı ülkesinde yasal olarak uygulanagelmektedir.

Türkiye’de ortalama sezaryen oranları yüksektir ve düşürülmesi için önlemler alınması gerekmektedir. TJOD, sezaryen oranlarının artış nedenleri ve düşürme stratejileri ile ilgili olarak 2 yıl önce Sağlık Bakanlığı ile ortak bir çalışma yapmış ve önerilerini sunmuştur. Bu öneriler arasında, ebe doğumlarının arttırılması, gebe okullarının yaygınlaştırılması, medya kampanyaları, ağrısız doğumun yaygınlaştırılması ve hekimin malpraktis korkusunun azaltılmasına yönelik çalışmalar vardır. Bu çalışmaların sonucunda zaman içerisinde bir düşüşün gerçekleşebileceği öngörülmüş ve 2013 yılı için %35 oranı hedeflenmiştir.

Sezaryen oranlarını düşürmeye çalışmak önemli olmakla beraber bunu gerçekleştirmek için hasta hakları ile hekimin hukuki sorumluluğunu ihlal edecek uygulamalardan kaçınmak daha önemlidir. Hekimi ve kurumları cezalandırmaya yönelik uygulamaların ise bir yarar sağlamayacağı açıktır.

Bugün tüm dünya, yüksek sezaryen oranlarını tartışmakta ve çözümler aramaktadır. Sorun yalnızca ülkemize özgü olmayıp, bir insan hakkı olan “üreme hakkı”ile de yakından ilişkilidir.

Kürtaj

İstenmeyen gebeliklerin güvenli koşullarda sonlandırılması ve buna bağlı olarak oluşan anne ölümlerinin engellenmesi, Birleşmiş Milletler’in Binyıl amaçları içerisinde olup ( Millennium Goals ), dünyada ciddi bir sağlık sorununu oluşturmaktadır. Dünya’da her yıl 46 milyon kadın düşük yapmakta ve bunların % 49’u güvenli olmayan koşullarda gerçekleşmektedir. Güvenli olmayan düşükler yüzünden ölümlerin %95’i Afrika ve Asya’da, %4’ü Latin Amerika’da görülmektedir ki , bu ülkelerde isteğe bağlı düşük yasalarla kısıtlanmıştır. İsteğe bağlı düşüklerin kısıtlanmadığı dünyanın gelişmiş bölgelerinde, düşüğe bağlı anne ölüm oranları % 1 civarındadır.Yine, isteğe bağlı düşüğün kısıtlandığı ülkelerde, düşük oranlarının kısıtlanmaya rağmen daha yüksek olduğu görülmektedir.

Ülkemizdeki hukuki durum ve üreme hakkı:

Ülkemizde isteğe bağlı düşük uygulamaları, 1983 yılında kabul edilen “Nüfus Planlaması Kanunu” na göre yapılmaktadır. Bu kanuna göre,ülkemizde 10 haftaya kadar olan gebelikler isteğe bağlı sonlandırılabilmekte, 10 haftadan sonraki gebeliklerde ise, anne hayatını tehdit eden durumlar ya da bebeğin yaşamsal anomalilerinde, yine hekimlerin alternatif sunması ve ailelerin onayıyla gebelikler sonlandırılabilmektedir. Bu kanun sonrası , güvenli olmayan ortamlarda yapılan düşükler azalmış ve anne ölüm oranlarında anlamlı iyileşmeler görülmüştür. Türkiye’deki tüm uygulamalar bu kanun çerçevesinde yapılmaktadır.

2004 yılında Kahire’de yapılan International Conference on Population and Development (ICPD) toplantısında, üreme hakkı “ insanların üreme ve bunu ne zaman ve ne sıklıkla yapabileceğinin kararını verme hakkına sahip olduğu” şeklinde tanımlanmıştır. Yine aile planlaması yöntemleri konusunda bilgilenme, bu yöntemlere kolay, ucuz olarak ulaşım da bu hak içerisinde vurgulanmıştır.Türkiye’nin aktif olarak rol aldığı toplantı sonrası alınan kararlar onaylanmış ve Sağlık Bakanlığımız aktiviteler planlamış ve bunları Ulusal Eylem Planlarına aktararak uygulamaya koymuştur. Türkiye’de uygulanan planlar başarılı olmuş, anne, bebek ve çocuk ölümlerinde dramatik iyileştirmeler sağlanmıştır. Türkiye 2005 Anne Ölümleri araştırmasına göre doğrudan anne ölümlerinin %2.3’ü erken gebelik döneminde gerçekleşmektedir ve uygun olmayan koşullarda düşüğe bağlı anne ölümü istatistiksel olarak önemli bir parametre olmaktan çıkmış çok ender gerçekleşen bir vaka şeklini almıştır

Elbette kürtaj, bir aile planlaması yöntemi değildir. İstenmeyen gebeliklerin önlenemediği, modern aile planlaması yöntemlerinin uygulanamadığı durumlarda, gebenin ve eşinin isteği ile 10 haftanın altında yasal olarak uygulanan bir girişimdir. İstenmeyen gebeliklerin önlenmesi ve gerektiğinde güvenli düşüğün sağlanabilmesiyle, kürtaj oranları belirgin şekilde düşmektedir.

  • Beğen 5
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Benim bu konuda fikrim kürtajdan yana değil malesef ama herkez için değil.Benim fikrim bu konuya nacizane bir öneridir.

Kürtaj için bir yasak getirelicekse en azından kanunen sadece kanun önünde evli olanlara yani resmi nikahlı olan kişilere getirilmesi bu kürtaj yasağı.Sonuçta evli olupta dikkat etmeyip sonra hamile kalıp ay ben bakamam deyip kürtaj yaptırana yasak koyulsun.Medem bakamıycaksın niye dikkat etmiyorsun diye sorarlar insana.

İşin açıkçası bende evliyim ve böyle bir durum başıma gelse maddi durumum kötü bile olsa eşimin kürtaj olmasını istemem.Hem o hem ben yıllarca acabayla ve pişmanlıkla yaşamak istemem işin açıkçası.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ferhat'çım büyük konuşmamak gerek dünyanın bin bir türlü hali var; doğurganlığı bitmiş denen bayanın hamile kaldığı görülebiliyor.

Hem dediğim gibi herkesin kendi vicdanı, yasak koymakla olacak iş değil ki. Sana terstir vicdanın el vermez yaptırmazsın, bir başkası vicdanını dinlemez bakamayacağı çocuğu aldırır.

Yasakla olacak iş değil bu yani.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

böyle bir saçmalıga zaten ancak bizim çok akıllı vekillerimiz imza atabilirler ve yine şaşırtmadılar beni adamların attıgı her adım konustukları her kelime baska bir saçmalığı ortaya koyuyor gitsin bakalım o zavallı bosnak zavallı kadınların ne halde dogum yaptırıldıgına bir baksın o haysiyetsiz kişiliksiz vekil bozuntusu

hiç mi çolugu çocuğu yok yeter artık ya ınsanımızı bu kadar ezmeyin buna hakkınız yok.... :angry: :angry: :angry: :angry: :angry:

Serdar yaman tarafından düzenlendi
  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ferhat'çım büyük konuşmamak gerek dünyanın bin bir türlü hali var; doğurganlığı bitmiş denen bayanın hamile kaldığı görülebiliyor.

Hem dediğim gibi herkesin kendi vicdanı, yasak koymakla olacak iş değil ki. Sana terstir vicdanın el vermez yaptırmazsın, bir başkası vicdanını dinlemez bakamayacağı çocuğu aldırır.

Yasakla olacak iş değil bu yani.

Ne yalan söyliyim bana evli olupta kürtaj yaptırmak çok saçma geliyor.Sana bişey anlatayım Annem bana hamile kaldığında ben 4. cü çocukmuşum annem aldırmayı çok istemiş ama babam elinden geleni yapmış beni aldırmasın diye annem :)

Babam hala daha der hayatını ben kurtardım diye haklıda.Sonuç annem diyorki iyikide yapmamışım öyle bir hata...

Sonuç olarak şu an yaşıyorum ve seninle konuşuyorum değilmi :)

Birde böyle düşünün bu durumu evli olupta keyfi ben bakamam deyip kürtaj yaptıran arkadaşlar

Ben bu konuyu birebir yaşamış biri olarak.Evliyken kürtaja sonuna kadar karşıyım

ferhat tezcan tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hesap oluşturun veya yorum yazmak için oturum açın

Yorum yapmak için üye olmanız gerekiyor

Hesap oluştur

Hesap oluşturmak ve bize katılmak çok kolay.

Hesap Oluştur

Giriş yap

Zaten bir hesabınız var mı? Buradan giriş yapın.

Giriş Yap
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgi

Bu siteyi kullanarak, forum Gizlilik Politikasını kabul etmiş olursunuz.